Atinada İlk Gece

En çömez sahtekârların bile rahat dolandırabileceği birisiyim ben. Bir lokantam olsa veresiyeler yüzünden iflas ederdim sanırım. Bunun sebebi ön yargılı olmamamdan geliyor ve her söylenene gönülden inanmam. 'Önemli olan görmek değil gördüğünün içinde taşıdıklarını anlayabilmek' derdi beni hayata kazandıran adam. Bende her gördüğüm şeyin içinde yatan gerçekleri merak ettim bunca zaman ve ön yargılı yaklaşmadım hiçbir şeye.

Bu yüzden daha uçak alçalırken bile haberlerdeki dayatmaları kafamdan silerek bakıyorum Yunanistan'a. Dağların sislerinden çok alçaldıkça çoğalan yeşilliklere takılıyor gözüm. Daha şimdiden Atina yeşil bir renk ile yerleşti kafama. Bu yeşilliklerin ortasında Avrupa ve Asya'nın arasında sıkışmış bir hayat var, o hayatı bulmaya gidiyorum Atina'ya. Golf adalarının lüks otoparklarını andıran hava alanı beliriyor aşağıda, iniş izni için olsa gerek etrafında dolanırken bende her bir açıdan seyretme şansı buluyorum başkenti. Batmak üzere olan güneşin romantizmiyle kızıla boyanmış bir şehir duruyor kanatlarımın altında, aşağıya bakarken göz kırpıyor bir bir yanmaya başlayan ışıklar.

Atina onlarca kültürün karmaşasıyla yoğrulmuş çok etkileyici bir şehir. Beni etkileyen yanıysa karmaşanın içinde birbirine geçmiş kültürlerin mükemmel bir mimariyle yerleştirilmiş olması. Uçaktaki öğrenciler 'Osmanlının mirasları iyi korunmuş' diyorlar burası için. Bir de ayrılmış olsalar da bizim kültürümüzün ezgilerinin fazla olduğunu söylediler. Ben katılmıyorum onlara, önyargısız bakarsan koruduklarının sadece Osmanlı mirası olmadığı ve kendilerine özgü bir kültürü yaşattıklarını düşünüyorum. Aynı ezgilere rastlamanın nedeniyse onlarında Akdeniz ikliminden yeterince nasiplerini almış olmaları.

Yolculuğum buradaki Türk öğrencilerin okul dönemlerinin başladığı tarihe denk geldi, bu yüzden de minik bir Türk kafilesiyle seyahat ediyorum. Otelime gidene kadarda birkaç öğrenci yürüyerek eşlik etti bana. Burayı tuhaf kılan da bu işte, şehri yürüyerek gezmenin bile çok keyifli ve kolay olması.

Yolculuklarda bavul taşımaktan nefret ettiğim için ufak bir çanta hazırlarım genellikle. Havlu sabun ve giyecekler gibi ihtiyaçlarımı gittiğim yerin esnafından karşılarım çoğu zaman. Bu yüzden sabah erkenden çıkıp meşhur pasaja gitmek istiyorum. Sinan ve Dimitri de gelecekler benimle. Sinan Atina'da okuyan bir öğrenci, annesi Türk babası Yunan olan Dimitri ise Sinan'ın ev arkadaşı. Annesinin Aşık olduğu Yunan bir denizciyle Atina'ya kaçması ile başlayan sürükleyici bir hayat hikayesi anlattı uçakta bana.

Sabah anlaştığımız saatte gelip otelden alıyorlar beni. Yolu biraz uzatacaklarını söylüyor Sinan. İlgimi farketmiş olacak ki akşam otele giderken merakla baktığım Atina meydanına çeviriyor yolumuzu. Heykeltıraşlar, ressamlar, müzisyenler ve hediyelik eşya satıcılarıyla dolu bir karnaval alanı sanki. İnsanın bu renk cümbüşü arasında kendisini mutsuz hissetmesi imkansız. Reyonların arkasındaki herkes güler yüzle karşılıyor beni. Ünlülerin kara kalem resimlerinin dizili olduğu bir reyonda duruyorum. Aralarında Nazım Hikmet'inde resminin olması şaşırtıyor beni, Dimitri 'Nazım Hikmet'in şiirleri burada bilinir ve çok sevilir' diye ekliyor.

İçerisine tahta kaşıklar bırakılmış, sırtında küfe taşıyan adam şeklindeki baharatlıklar ve Afrodit heykelinden tasarlanmış tuzluklar çekiyor dikkatimi. Aksanlı bir İngilizceyle 'Afrodit yemeklere ayrı bir lezzet katar' diyor güler yüzlü satıcı. Nazım Hikmet portresi ve küçük baharatlıklarla dönüyorum arabaya.

Kısa bir yolculuktan sonra İzmirli dostlarımın övdüğü pasaja geliyoruz. Akdeniz ikliminin ağır etkisini görmezden gelerek dolaşıyoruz pasajda. Ortaköy'ü ya da Kapalı Çarşıyı andıran bölümler çıkıyor karşıma. Yıllarca tezat fikirlerle yaşamış olsak da Yunan insanı da Türk insanını andırıyor her bakışta. Ara sıra bıkkınlık veren durumları da ele alırsak burası kendimi Türkiye de gibi hissetmemi sağlıyor her an.

Burada çok sıra dışı şeylere rastlamak mümkün ama genellikle turistlere hitap edecek şeyler satılıyor. İhtiyaçlarım dışında birde deri ile kaplanmış şiir defteri alıyorum, Nazım Hikmet'in etkisi hala üzerimde anlaşılan.

Müzik seslerinin geldiği tarafa yöneldiğimizde mızıka çalan gençlerin önünde duruyoruz. Küçüklüğümden beri mızıkalara ilgi duymuşumdur zaten. Hohner marka, Blues Harp C anahtar bir mızıka çalıyor genç adam, solo çaldığı için mızıka tercihi bile amatör olmadığını gösteriyor. Biraz sohbetten sonra Türk olduğumuz öğrenince tanıdık bir ritmi alıyor dudaklarına. Tepelerin hüznü çöküveriyor bir anda kentin üstüne. Sonuna kadar hiç kıpırdamadan tadını çıkarıyoruz bu keyfin. Sinan da benim gibi düşüncelere dalmış bir halde, ayakkabılarını salladığında dökülen Atina toprağı olsa da oda benim gibi bir Anadolu insanı sonuçta. Dimitri ise bize göre biraz kendi havasında ama 'Türkiye ye olan merakım bir kat daha arttı' diyor oda.

Onlarca hediyelik eşya ile ayrılıyorum pasajdan. Alışveriş yapmasam bile ufak tefek şeyler ikram etmeden bırakmadı satıcılar. Krizle adının anıldığı bir dönemde bu kadar hoşgörülü insanlar beklemiyordum dükkanlarda.

Satın aldığım eşyaları otele bıraktıktan sonra sergi için kent merkezinin yolunu tutuyoruz. Uçakta gelirken tanıştığım öğrencilerden birisi, sanat bölümü okuyan yabancı öğrencilerin açmış olduğu bir sergiye davet etti bizi.

Türkiye de gittiğim sergilerden çok farklı, her öğrencinin kendi ülkesini konu aldığı temalarda, onlarca ülkeyi ifade eden süper tablolar var karşımda. Sergi salonunun eskiden bir otelin lobisi olduğunu öğrenince şaşırıyorum. Oysaki dünyanın her yerinde tam tersi olur, müzelik yerler otel ve restoranlara dönüştürülür.

Her ülkeden insanın bulunduğu birleşmiş milletler toplantı salonu görüntüsü var içeride. Tek farkı buradaki insanların daha insancıl, rengârenk giyinmiş ve güler yüzlü olmaları. Akşam haberlerinde dünyanın mutlu renklerini bulamıyorsanız eğer, öğrencilerin kurdukları uluslararası sergilere gelin. Dünya halklarının bir arada kardeşçe yaşayabilecekleri canlı renkleri gösterirler sizlere.

Sergiden çıktığımızda kendimi tarihin içinde kaybolmuş buluyorum. Dünya ülkelerini gösteren resimler, mitolojik Yunan tanrılarının heykelleri, Osmanlı ve Helenistik dönemden kalma yapıtlar ve altlarında yazılı açıklamaların bulunduğu onlarca tarihi eser. Kendimi küçük bir dünya atlasının içinde kaybolmuş gibi hissediyorum.

Serginin çıkışına doğru ilerlerken ünlü 'Düşünen Adam' heykeline rastlıyoruz. Sinan 'baklavadan soran bunu da bizden çalmışsınız Dimitri' diye gülüyor. O heykelin bizim değil aslında Rodin'in yaptığı İtalyan şair Dante'nin portresi olduğunu anlatıyorum. Neşesinden birkaç kat büyük bir şaşkınlık hali kaplıyor yüzünü. 'Önemli olan görmek değil gördüğünün içinde taşıdıklarını anlayabilmektir' diyorum. Umarım bu söz benim gibi onunda hayatında bir şeyleri değiştirir.

Akşama kadar gördüklerim acıkma hissini aklıma bile getirmedi. Sinan'ın restoranlar caddesi dediği yerde tek göz evler arasında ilerliyoruz. Minicik evler küçük sakin restoranlar haline dönüştürülmüş. Hangisine girersek girelim ev dekorasyonuna uyumlu hale getirilmiş göz alıcı sofralarla karşılaşıyoruz. Kadehler, kristaller, porselen ya da cam ama hepsi işlemeli tabaklar ve elmas gibi parıldayan çatal-bıçaklar. Akdeniz mutfağının hiç görmediğim yönleri farklı baharat ve soslarla sunuluyor önüme. Bol kepçe porsiyonlarla doldurulmuş tabakların tek tek tadına bakmak bile doyuruyor insanı.

Otele döndüğümde uyumadan önce odamın camından şehre bakıyorum. Sağlam temeller üzerine kurulmuş dünya kültürünü günümüze kadar yaşatan sokaklar, krize rağmen değerinde fiyatlar isteyen dükkanlar ve Türk olduğumu öğrenince beni Avrupalılardan daha sıcak karşılayan güler yüzlü insanlar. Bize Türkiye de çizilenden çok farklı bir Yunanistan burası. Öğrencilerin düzenleyeceği davet edildiğim Türk gecesi ve Yunanistan'daki ikinci günüm için bile daha şimdiden heyecanlıyım...

Sabahın ilk ışıklarıyla üşüyerek uyandım, elbiselerim kalbim gibi ıslak. Bir sokak çocuğu için sıradan bir sabah. Üşümemek için elbiseme doldurduğum gazete parçaları simsiyah etmiş tenimi. Çöpte bulduğum gezi yazıları kitabı halen başucumda. Her şeye rağmen bu köprü altında güzel bir gün başladı. Dün gördüğüm şimdiye kadarki en güzel rüyamdı...


(gecenin karanlık ayazında halen sıcak düşleri olan çaresiz çocuklara...)

07 Nisan 2010 7-8 dakika 11 öyküsü var.
Yorumlar (2)
  • 14 yıl önce

    Final değişik olsaydıda ....bu gezinin devamı gellseydi çok güzeldi.......kutluyorum sabırla okudun.......dili akıcı

  • 14 yıl önce

    aslında devamı olacaktı ama işte vakit kalmıyor uzun şeyler yazmaya. Bir yandan gündelik hayatı devam ettirmek gerekiyor. Bu yüzden kısa hikayelere dönüyorum. Yoksa bende 2 ci günü yaşatıp farklı bir hikayeyle sonlandırmak istiyordum ama bu şekilde kısa kesmek zorunda kaldım... İŞ😙