Avcıdan Sevgilerle 2

'Yavru domuzları, geceleyeceğimiz yere getirdik. Eli hayvan yüzmeye yatkın iki avcı, yavru domuzları yüzerken kamp ateşi de iyice parlatılıyordu. Bazı avcılar da, gelirken kestikleri üç çatallı çınar ağacı çubuklarını hazırlıyordu. Akşam karanlığı başladığında, ateşin çevresinde yarım daire şeklinde yer sofrası kuruldu. İki domuz yavrusunun kemiklerinden sıyrılan etler orta yere konuldu. Rakılar, şaraplar ve ince belli büyük çay bardakları sıralandı. Dağda bayırda içki onlarla içilirdi. Derken, yavru domuzlardan kesilmiş yassı etlere büzüştürülen çınar çatallarını batırdı. Çatallar bırakılınca etler tef gibi geriliyordu. Ardından da ateşin önündeki taşlara konan çubuklarla kızartılmaya bırakılıyordu. Kimileri de külbastı, şiş ya da ızgara yapıyordu. Yavru domuz etine başta soğan olmak üzere siyah turp eşlik ediyordu. Sık sık da bardak kadehler tokuşturuluyordu.'

Biz de kadeh tokuşturanlara özendik haliyle.

Enişte: 'O gün dernek başkanı, askerlikten dönen ve iyi bir atıcı olduğunu övdüğü yeğenini de ava getirmiş. Avcılık yönünü bilmesek de genç avcıyı tanıdığımız için bize uyacağını umuyorduk. Ama o; domuz eti yemiyor, şarabına, soğan-turp-ekmeği meze yapıyordu. Dayısı ses etmezken bizlere bir şey demek düşmezdi. Derken dayısı, *Haram olduğu için mi yemiyorsun?* diye sorunca utandı oğlan. Cevap veremedi. *Ah, yeğenim,* dedi dayısı. *Mozak etinin tadını bir alsan var ya, körpe kuzu etine yavan dersin.* Hepimiz, başkana bu konuda destek verdik."

'Bana göre bu bir av eti. Bir balıkçının, denizden babam çıksa yerim dediği ben de avladığım her hayvanın etini yerim, diyerek konuya farklı yaklaşmak istedim. Arkadaşlardan birisi; *Kurt, çakal eti de dahil mi buna?* diye sorunca haliyle gülüştük. Aç kalınca yiyeceğimi söyleyince epey bir destekçim oldu. O kadar çok haram yiyen tanıdım ki, domuz eti onların yayında hafif kalır, diye devam ettim konuşmaya. Dışarıya karşı faizin haram olduğunu söyleyen bazı esnafın, benimle faiz pazarlığı yapıp, yakını adına para yatırdığını bilirim, dediğimde de destekçilerim oldu."

'*Midem bulanırsa bir daha et yiyemem diye bir açmaza düştüm,* diyen genç avcının önüne haşlanmış iki tavuk bacağı koydu köylü avcılardan birisi. Genç avcı, sözde küçük düşmekten midir yoksa başka nedenden mi bilinmez, tavuk bacaklarını geri verdi. Dayısının önündeki kızarmış domuz yavrusu etinin yarısını kesip önüne koydu. Bir lokma kopardığı gibi kısa bir çiğnemenin ardından yuttu.

*Ağzınızın tadını biliyormuşsunuz,* deyince gülüştük. Ardında da alkışladık delikanlıyı.
Kadeh kaldırarak kutladık genç avcıyı. Ona et yedirmek için adeta yarışa girdik. Ayrıca, kızarttığımız etlerden, arkalarımızda uzanan köpeklerimizi de nasiplendiriyorduk.'

Güldüm. Güldükçe güleceğim tuttu. Bir yudum rakı bile kesmedi sessiz gülüşümü.
'Niye güldün?' diye sordu enişte.
'Hiç,' dedim.
Enişte; 'Yoksa sen de mi domuz eti yedin?' diye tam lafını oturtunca yeniden güldüm.
'Yemedim. Yarınki avda ben de olsaydım, domuz eti yer miydim yoksa yemez miydim diye kendime sorunca güleceğim tuttu.'
'Yer miydin?' diyerek beni bir kez de domuz kurşunuyla vurdu enişte.
'Bilmem,' dedim. 'Ortamına bağlı.'
'Kulağına kar suyu kaçtı ya, domuz eti yemeden öteki dünyaya gitmezsin sen.'
Eh artık. Tutmayın beni dercesine bu defa sesli gülmeye başladım. İçeride televizyon seyredenler bile gelip deli deli gülüşüme tanık oldular. Öyle çok gülmüşüm ki, gözlerim yaşarmış. Gelenler gidence, 'E, sonrasında neler yaptınız?' diye sorarak topu enişteye attım.

'O gece, gece yarısına kadar eğlendik," diyerek av şölenini anlatmaya devam etti enişte. "Avcı palavraları gırla gidiyordu. Avcılardan birisi cümbüş çalıyordu. Bir diğeri tefle, bizler de Türkülerle onlara eşlik ediyorduk onlaraa. Arada bir oyun oynuyor, tüfek atıyorduk.

Gece saat dört sularında yattık. Avcı şoför pikabında yatarken kimi uyku tulumuna girdi. Köylü
avcılar kepeneklerine büründüler. Battaniyeye sarılıp yatan bile vardı. Ben uyku tulumumda yattım. Sabah saat yedi sularına hepimiz ayaktaydık. Orman havası ve hafif soğuk, dipdinç yapmıştı bizleri. Çorbanın ardından çaylarımızı içerken, yavru domuzlardan kalan etli kemikleri ve bazı iç organlarını bir tenekede pişirdiğimiz için köpeklerimizin karınlarını da ısıtmış olduk.

Toparlanıp, pikaba doluştuk. Orman eteklerindeki tavşan kuş avlaklarına indik. Uzun mesafeli aralıklarla dizildik. Düdükle birlikte ava başladık. O gün, beş-altı saat taban tepmeme rağmen, sağımda solumda sık sık tüfek patlarken benim tüfek bir kez patladı. Sadece, evet sadece bir çulluk vurabildim. Akşama doğru belirlenen yerde buluştuğumuzda, günün en kısmetsiz avcısı benmişim meğer. Beş arkadaş tavşan vurmuş. Öbürleri de iki ve dört arasında çulluğun tüylerini yoldurmuşlar. Zaten av hakkımız, bir tavşan ve dört kuştu. Gelecek av mevsiminde avlaklarda av yapma dileğinin ardından tüfeklerimizi kılıflarına koyduk. Ha, unutuyordum. Dağdaki eğlencemiz sırasında önce domuz eti yemeyip sonrasında bizi geçen o genç avcı bu şiiri okumuş ve coşkuyla alkışlamıştık.'

Cebinden çıkardığı katlanmış kağıdı açtı. 'Bu şiiri bir de senden dinlemek istiyorum,' deyip kağıdı bana uzattı. Bir yudum rakının ardından boğazımı ballandırıp kağıdı, salondan gelen ışığa tuttum.'


'Avcıdan Sevgilerle


Sana bu satırları,
*Fermadaki *zağarın heyecanı,
Avına isabet ettiren avcının;
Sevinciyle, mutluluğuyla yazıyorum.

Çok değil, biraz önce geçiyordun kapımdan.
Bir keklik misali seke seke...
Fakat, seni anlayamıyorum,
Seni tanımak istiyorum...
Av köpekleri misali,
Seninle koklaşmak istiyorum.
Koklaşamıyorum...
Neden?..
Niçin?..
Niye beni gördüğünde,
Bir tavşan oluyorsun aniden?

Bilmez misin ceylan gözlüm?
Duymaz mısın turaç seslim?
Sülünüm, kekliğim, tavşanım;
Benim bir avcı olduğumu...

Diğer sevenler gibi,
Diğer âşıklar misali;
Kadehte, içkide, sazda, cümbüşte,
Tamburda değil senin cemalin,
Sen, buram buram karlı dağlarda,
Sen, inişli çıkışlı yokuşlu bayırlarda,
Paranın geçmediği gür ormanlarda;
Zağarımla kaldıramayıp,
Tüfeğimle vuramadığım,
Ruhumdaki yüce avımsın benim...

Seni bir manolya, yasemin, papatya yapar;
Ne yaz derim ne kış,
Her ağaca takarım.
Seni tüfeğim sanırım bazen,
Severim, okşarım, öperim...
Ben bu alemde iken,
Uçan kuşa, kaçan tavşana,
Sadece güle güle derim.

Bazen küçük saatten çulluk misali,
Kırdıra kırdıra,
Zikzaklı zikzaklı geçerken;
Sana bakan her göze *şevrotin,
Sana dönen her başa,
*Domuz kurşunu sıkayım isterim...

Görmeye dursun seni gözlerim,
Hemen bir doğan, bir şahin,
Civan olurum fermada...
Avlaklarda herkes av peşindeyken,
Ben senin hayalinle gezerim.
Senin hayalin doğmaya dursun ruhuma,
Keklik yapar, tavşan yapar,
Avlayıp avlayıp atarım seni çantaya...

Artık sana deyişim son olsun sevgili,
Namlunun ortasında,
Arpacığın ta başında,
Tüfeğimin kundağı misali,
Her zaman sen varsın.
Sen varsın yalnız bağrımın ortasında...

Sen; Afgan tazısı gibi hızlı,
Çil misali notayla da olsa geç kapımdan.
Yeşilbaş ördeğim, angut kazım benim...
Kuğu misali boynuna,
Doğan misali gururuna,
Meftun oldum bunu bil.
Kanat çırpıp kaçmayı,
Hayalinden artık sil...

Sıktığım tüfeğin her dolusunda,
Her saçmasında sen varsın.
Tüfeğimsin, barutumsun, saçmamsın.
Bana her an turaç gibi yakınsın.
İyi günler senin, yalnız senin olsun,
Turnam benim...'

*Ferma: Av köpeğinin, avı hissettiğinde ya da gördüğünde hareketsiz kalması.
*Zağar: Orta Asya'dan Türklerle birlikte göç eden, daha çok kuş ve tavşan avında
kullanılan av köpeği.

Not: Ara konuşmalar, italik yazılamadığı için yıldız işaretleri arasına alınmıştır.

26 Kasım 2012 7-8 dakika 23 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 11 yıl önce

    Öykünün devamı olan bu öyküde çok ilginç ve güzel. Bizim köyde ta seneler önce delikanlı iken bir gece biz de amca çocukları ile tavşan avına gittik, ben de orada öğrendim tavşanın gözüne ışık tutulunca çakılıp kaldığını ve kaçamadığını. Domuz eti yenir ya da yenmez kişinin kendi seçimidir bir şey diyemem. Sonda ki şiire ise bayıldım. Bizim oralarda insanlar tabiat ile iç içe olduklarından ilhamları boldur. Güzel bir öykü çıkmış ortaya devamını da bekleriz ileri ki zamanlarda Veysel bey gönülden tebrikler...👍🤐👍

  • 11 yıl önce

    Merhaba Ahmet Bey,

    Bu öyku bu kadardı. Şiir, okuduğumda benim de hoşuma gitmişti. Zaten bu öykünün ortaya çıkmasına da bu şiir sebep olmuştur. Geceleri, bütün hayvanlar ışıktan etkilenirler. Görevim gereği, gece ışıkla avlama yapanları yakalayıp, av ve silahlarına el koyduğum olmuştur. Esenlik dilemlerimle saygılar.