Avuç Çizgileri



Her akşam çıktığım yola ardıma bakmadan düşmüş olmanın verdiği o saçma sapan bir düşünceyle ıssız ve derinden ilerliyordum epeydir. Serin serin eserken rüzgar bendeki o ılık tebessüm bir türlü peşimi bırakmıyordu. Faydası olmayan araba gürültüleri, saatin tiktakları, telefonumun bitmek tükenmek bilmeyen serzenişleri gibi gibi birçok şey içinden çıkamadığım bir duygu durumunun bana naifçe hatırlatmasını andıran anları sevmememe tiksinmeme ve daha neler nelere mal oluyordu.

İlerlerken düşünüyordum sebepsiz ayrılıklarımı. Gayri meşru bir çocuğun dilinden dökülen gölge adına verilmiş yeminler misali, kendimi kaldırıp bu bahçeden ağacın üstüne, ağacın üstünden meyvenin çekirdeğine ordan renginin kokusuna ardından mevsimlere tek tek yaz sonbahar kış ilkbahar yaşamışçasına savurarak gömülmek istiyordum yağmur sonrası toprak kokusuna.

Dilim varmıyordu sonra seni beni sensizliğimi kimsesizliğimi suspus olmuş fırtınaya anlatmak için.

Anlatmak yaşamak demek bir bakıma. Ben susum isim karanlığım, aydınlık hiç olmadım.

Yaşamadım, yaşadım dediğim anda bile boğuldum kar tanelerinin şekillerinde. Soluk alamadım renksizliğin eşsiz düzeninde. Ölmedim gömüldüm. Öldüm gömülmedim.

Ve her şeyden evvel ve sonra acıdım kendi kendisizliğime.

Bittim, bitmek istediğim yerlerimden.

Esinledim hikayemi avucumun çizgilerinden..

16.10.20

16 Ekim 2020 1-2 dakika 17 öyküsü var.
Yorumlar (2)