Aydınlat Beni Mum Işığım

Aylardır, hatta yıllardır şu dolabın çekmecesinde bırakılıp, her defasında o köşeden bu köşeye atılıp durdum. Benim dışımdaki mumların özenle alınıp yakılarak, ışığından yararlandıklarını gördükçe, kendimi sevimsiz, işe yaramaz gibi düşünerek kahroluyordum. Demek diğerleri benden daha albenili, daha güzellerdi.
Üzerime geçirilen şeffaf naylon eskimiş, neredeyse çürümüştü. Toz içinde kalmıştım.
Yıllar sonra o gün, bana uzanan, bana dokunan bir eli hissettiğimde, sevincimden haykıracaktım nerdeyse. Ama beni çekmeceden çıkarıp bir küçük kâğıt torbanın içerisine koyduklarında, neler konuştuklarını duyunca da sevincim kursağımda kalmıştı yine.
-Bunu İdil'e hediye edeceğim, dedi, beni eliyle tutup kâğıt torbanın içerisine koyan siyah saçlı kadın. Sonra da; İdil, böyle şeylerden hoşlanır. Seviyor böyle mumları. Tam onun zevki. O her defasında bana kitaplar hediye ediyor, okumadığımı bile, bile. Alsın işte bu çirkin mumu, tam onun zevkine uygun, dedi.
Bunları duyunca, fitilimin üzüntüden eğrilip düştüğünü gördüm. Onu yeniden ayaklandırmak için çok çaba harcadım. Ben de diğerleri gibi yanarak etrafıma ışık saçmak istiyordum. En güzel, en parlak ışığımı sunmak isterdim insanlara. Ben diğer bütün mumlardan çok daha güzel ışık verirdim, ah bir yaksalardı beni.
Kâğıt torbanın altında, köşelerden birine yuvarlanıverdim. Kim bilir bu yeni yerimde ne kadar daha bekletilecektim.

Yeni evime götürülüyordum. Gülüşmeler, konuşmalar, selamlaşmalar arasında, içerisinde bulunduğum kâğıt torbayla bir kenara bırakıldım. Bu yeni ev çok daha farklı, çok daha güzel kokuyordu. Yıllardır içerisinde bekletildiğim çekmecenin soğukluğu yoktu. Sıcacıktı burası.

Henüz birkaç saat geçmişti aradan. Gülüşmeler, sohbetler durmuştu. Beni buraya bırakanlar çekip gitmişti. Bir el uzanıp içerisinde bulunduğum kâğıt torbayı yerinden kaldırdı. O el bana doğru gelip alıp çıkardı oradan. Şimdi ben de elin sahibini görüyordum. İdil dedikleri bu olmalıydı.
Ben, biz mumların çok güzel olduğunu bilirdim ama İdil, bütün mumlardan daha güzel, daha berraktı. Mumlardan da öte, Güneş gibi güzeldi yüzü.
Beni eliyle tutup kaldırdı, okyanus berraklığındaki gözlerinin hizasına getirip uzun, uzun bana baktı gülümseyerek.
-Aman Allahım! Şu mumun güzelliğine bak! Böylesini hiç görmemiştim. Şu renk uyumuna bak, dedi. Sonra burnuna tutup kokladı beni, ımmmm, misler gibi de kokuyor bu. Deniz kokusu var bunda, evet, evet deniz kokuyor, yaşasın! En sevdiğim koku bu, diyerek gülümsedi ve bana bir öpücük kondurdu.

Beni seven, değerimi anlayan birilerinin elinde olmaktan çok mutluydum şimdi. Onun için en güzel ışığımı yayacaktım etrafına. Beni alıp masanın üzerinde duran gümüş bir tabağa yerleştirdi. Gidip mutfaktan bir çakmak alıp getirdi. Fitilimi parmaklarıyla doğrultup yaktı çakmağı. Bu benim yıllardır beklediğim, özlemini çektiğim andı işte. Yanmaya ve değerimi bilenlere en güzel ışığımı, vermeye hazırdım.
İdil, beni yakıp masanın en güzel yerine koyduktan sonra, salonun ışığını kıstı, mutfaktan eline bir bardak kırmızı şarap alarak gelip koltuğa oturdu. Bir yandan bana bakarken bir yandan da kısık sesli bir tartışma programını izlemeye başladı televizyondan.

Biraz sonra, ne düşündüyse, ani bir hareketle bana doğru uzanıp parmaklarıyla fitilimden tutup söndürdü.
Ben yeniden kahrolup üzülmeye başlamışken, İdil'in:
-Böyle güzel bir mum burada yanmamalı, dediğini duydum.
İzlemekte olduğu televizyonu kapattı. Beni üzerine koyduğu gümüş tabaktan koparıp aldı, bir başka odaya götürdü. Burada çalışma masası ve bilgisayarı vardı.
Masasının üzeri kitaplarla, defterlerle, dergilerle doluydu. Bir de masasının bir köşesinde duran, benim bir şeye benzetemediğim bir taş parçası, herhangi bir kayadan koparılmış bir taş parçası vardı. Önce beni masaya bıraktı sonra da gidip şarap dolu bardağını alıp geldi. Bilgisayarını açtı, bomboş bir sayfayı getirdi ekrana. Sonra beni yeniden eline alıp o kaya parçasının üzerine koydu, çakmakla yeniden yaktığında beni, sevincime diyecek yoktu artık. Şimdi, evet şimdi artık en güzel, en parlak ışığımı İdil için yayarken, en güzel deniz kokusunu da onun için salacaktım.
En az benim kadar onun da mutlu olduğunu görebiliyordum gözlerinden.
Bilgisayarından açtığı duygu dolu bir keman müziği eşliğinde, sevgiyle ve gülümseyerek bana baktı, şarabından bir kadeh aldıktan sonra:
-Evet, işte şimdi yeni bir şiir yazmanın tam zamanı, diyerek klavyenin tuşlarına dokunmaya başladı.

Şiirinin başlığını görüyordum.
Aydınlat Beni Mum Işığım, diye başlıyordu...

18 Ocak 2011 4-5 dakika 21 öyküsü var.
Beğenenler (6)
Yorumlar (3)
  • 13 yıl önce

    Güzel bir kurgu okudum. Varlık canlı da olsa, cansız da olsa formatına uygun kalmalı, işlevlerini yerine getirmeli. Kutlarım emeği. Selamlar, Saygılar..

  • 13 yıl önce

    Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve o değerini bilenin yanında kıymetlidir. Önemli olan cevheri işleyecek kuyumcuya düşebilmektir. Kurgu ve anlatım çok güzel.Pay çıkarılabilecek seçkiyi haketmiş harika bir yazı...

    Kutlarım Hüseyin Bey... Saygılarımla...

  • 13 yıl önce

    Sağlığım nedeniyle bilgisayara yasaklı da olsam Nerede yazınızı görsem yaramaz çocuklar gibi kaçar gelir okurum. Günün seçkisiolan yazınızı beğeniyle okudum. Kaleminiz daim olsun efendim.Selam saygılar.