Ayıların İntikamı

Çocukken bizim köyün masalcısı Suna teyzenin evinde, köyün bütün çocukları toplanarak, onun masal anlatmasını beklerdik.
O kadar güzel masal anlatırdı ki.
Suna teyze hiç evlenmemişti ve kimsesi yoktu.
Kız olsun, erkek olsun, hepimize Sunam derdi.
Yaşı 60 civarındaydı ama hala yüzünde ve ellerinde hiç kırışıklık yoktu.
O da her akşam bizim gelmemizi bahçesinde ki dut ağacının altına oturarak beklerdi.
O zamanlar köyümüzde elektrik yoktu.
İdare lambasını dut ağacına asardı ve gaz ocağının üzerinde hafif kısık ateşte çaydanlık ve demlik, her gece hazır olurdu.
Çayı çok severdi ve hem anlatır hem de bir yandan kıtlama şekerle çayını yudumlardı.
Yine o akşam bütün köyün çocukları etrafına toplanmıştık.
Pür dikkat onun o güzel masallarını dinlemek için hiç konuşmadan bekliyorduk.Ama Suna teyze bu akşam bir tuhaftı devamlı karşı ki dağda ki ormana endişeli endişeli bakıyordu.
Birden oturduğu yerden hızlıca kalkarak, evine doğru koştu.
Bizler onun bu korku dolu hareketlerine bir anlam verememiştik ve evinden dışarıya çıkmasını beklemeye başladık.
Suna teyze az sonra elindeki tüfekle kapısının önünde göründü ve havaya tüfeği doğrultarak bir el ateş etti.
Hepimiz şaşırmıştık, silah büyük bir gürültü ile patlamıştı ve kulaklarımız çınlıyordu.
Silahın sesi karşı dağlarda yankılandı, ağustos böcekleri bile susmuştu, geceye bir sessizlik çöktü.
Suna teyze tekrar tüfeğini ateşledi, silahın ucundan yıldırım hızında havaya bir alev çıktı.
Hepimiz elimizi kulaklarımıza götürerek, sıkı sıkı kapattık.
Suna teyze elinde ki tüfekle yüksek bir yere çıkarak karşı dağa doğru bağırmaya başladı.
Biliyorum oradasınız, daha ölmedim kana kan intikam.
Siz benden bir can aldınız, bende sizden, gerekiyorsa hepinizin kökünü kuruturum.
Sizler yalnız benim ölmüş cesedime gücünüz yeter, bunu iyi bilin.
Herkes korku içinde o karanlıkta birbirlerinin gözlerini bulmaya çalışıyordu.
Buluşan gözlerde merak ve korku vardı.
Suna teyze tekrar yerine oturdu, tüfeği kucağına alarak karşı dağlara gözlerini kısarak bir süre baktı ve çayını doldurarak, kıtlama şekerini ağzına attı
Tekrar tedirgin tedirgin dağlara göz gezdirdi ve artık vakti geldi.
Bu çocuklara gerçekleri anlatmanın vakti geldi, diye kendi kendine mırıldandıktan sonra yüksek bir sesle.
Bu gece Sizlere niye Sunam dediğimi anlatacağım dedi.
Biliyorsunuz benim hiç kimsek yok ama bir zamanlar vardı.
Annem beni ve kardeşimi doğurduktan üç gün sonra hakkın rahmetine kovuşmuş.
Evet, doğru duydunuz, ben ve ikiz kardeşim.
Annem ikizlerini eline alamadan, koklayıp sevemeden, bu zor doğumdan dolayı kan kaybından öbür dünyaya göçmüş.
Allah gani gani rahmet eylesin.
Bizi komşular büyütmüş, kimin sütü varsa o bize sütanneliği yapmış.
Babam gurbette çalışıyordu ve bir gün onunda acı haberi ocağımıza düştü.
Çalıştığı yerde bir iş kazasında hayatını kaybetmişti.
Köyde herkes bize Suna derdi çünkü kim Suna kim Sevda ayırt edemediği için, herkes işin kolayını bulmuştu.
Kardeşimin aslında ismi Suna idi, o kadar birbirimize benziyorduk ki kimse bizi birbirimizden ayırt edemiyordu.
Dokuz on yaşımıza gelmiştik, konu komşunun yardımları ile hayatımıza devam ediyorduk.
O uğursuz sene sonbahar yüzünü göstermişti.
Geceleri soğuklar yorganın altından bile hissedilir olmuştu.
Kardeşimle beraber eşeğimizi alarak, kış için, karşı ki dağa odun toplamaya gittik.
Kardeşim ormanın kuru dallarının olduğu tarafa doğru yürüdü, bende hemen biraz uzağında.
Odunları toplamaya başladık, birden ikizimin zor durumda olduğunu hissettim ve koşarak onun yanına gittim.
Keşke o olayı gözlerim kör olsa da hiç görmeseydim.
Çok büyük bir ayı hala bugün ki gibi gözümün önünde kafası siyahtı ve gövdesi gri renkti.
Kardeşimin cansız bedenini kanlar içerisinde parçalıyordu.
Pençeleri ve ağzı kan içindeydi.
Korkumdan dilim tutulmuştu...
Benim kokumu almış olacak ki hemen arkasını dönerek, o katil gözlerini üzerime dikti ve ayağa kalkarak üzerime hücum etti.
Bütün hızımla köye doğru koşmaya başladım.
Bir süre arkamdan geldi ve sonra peşimi bıraktı.
Uzun süre hiç konuşamadım ve bu yaşıma kadar da o sahne hiç aklımdan çıkmadı, kardeşimin parçalanmış o küçük bedeni hala gözlerimin önünde.
İkizimin intikamını almaya yemin ettim, artık on sekiz yaşındaydım ve işte bu elimde ki silahı satın aldım.
Her gün ormana giderek o katili aradım.
Birçok ayıya rastladım ama hiç biri o katil değildi.
Çünkü onu beynime her karesini nakış nakış işlemiştim, kanlı dişlerini, kanlı pençelerini, o zafer çığlıkları atan homurtularını, onu ama hiç mi hiç unutmamıştım.
Karşıma çıkacağı günü sabırsızca beklemeye başladım ve bir gün kardeşimi parçaladığı aynı yerde karşılaştık.
Hemen tüfeğimi kafasına doğru doğrultum ve o kanlı gözlerinin içine baka baka tetiğe bastım ama tüfek ateş almamıştı.
Tekrar tekrar tetiğe bastım, tüfek ateş almıyordu.
Bu arada katil aramızda ki mesafeyi kapatmıştı ve gök gürültüsü gibi homurtular içinde kanlı pençesini bana doğru savurdu, pençesi tam boynuma gelmişti.
O sırada Suna Teyze boynuna bağladığı tülbentti çözdü ve idare lambasının altına giderek o loş ışıkta bizlere ayının bedenine bıraktığı yara izini gösterdi.
Korkunç bir yara iziydi, yıllar önce olmasına rağmen, sanki bugün olmuşçasına hala taze görünüyordu.
Tekrar yerine oturdu, çayını doldurdu ve kıtlama şekerini ağzına attı.
Kalabalıktan çıt çıkmıyordu, herkes Suna teyzenin dudaklarına gözünü dikmişti ve o iki dudak yeniden açıldı.
Ayaklarım yerden kesilmişti, birkaç metre havada uçtum ve sonra yere düştüm.
Ayağa kalkamıyordum çok kötü yaralanmıştım, ayı yavaş yavaş üzerime zafer naraları atarak gelmeye başladı.
Tüfek bir metre yanıma düşmüştü ama bende kolumu kaldıracak, güç kalmamıştı.
Gözlerimi katilin ateş çıkaran gözlerine diktim, ondan korkmadığımı bakışlarımla anlatmaya çalıştım.
Birden durdu ve bana garip garip bakmaya başladı...
Bakışlarında hayret ifadesi vardı, gözlerini o kocaman pençeleriyle bir süre kapattı ve tekrar bana baktı.
Korkmuş gibi bir hali vardı, homurtularının şekli değilmişti, sanki ağlar gibi sesler çıkarıyordu.
Tam karşıma geçip oturdu ve beni oradan daha dikkatli incelemeye başladı.
Aklında geçenleri anlamıştım, beni yıllar önce öldürmüş ve yemişti, şimdi nasıl olurda karşısına çıkardım, işte buna aklı ermiyordu ve onun için korkmuştu.
Ateş saçan siyah gözleri, hala üzerimdeydi.
Bu arada yavaşça tüfeğe doğru uzandım, çünkü çok kan kaybediyordum ve kaybedecek zamanım yoktu.
Gözlerinin tam ortasına doğru nişan aldım ve tetiğe bastım.
Silah büyük bir gürültü ile patladı ve katilden feryatlar yükseldi, bir daha, bir daha tetiğe dokundum, sırt üstü devrildi ve homurtuları duyulmaz oldu.
Zorla ayağa kalktım ve yanına gittim, evet yıllardır bu sahnenin hayalini kurmuştum.
Kardeşimin cansız bedeni gibi, ayaklarımın altında, şimdi o katilin cesedi yatıyordu.
Yanından birkaç metre uzaklaşmıştım ki cesettin yanından garip sesler geldiğini duyarak, zorla boynumu çevirip oraya baktım.
Katilin başında birkaç tane yavru ayı toplanmış ve acayip sesler çıkarıyorlardı.
Her halde yavruları olmalıydılar, ben yaralı olduğum için çabukça köye döndüm.
Yıllar geçmesine rağmen, o yavrular benden annelerinin intikamını almak istiyorlar, onları hissediyorum, birkaç sefer beni takip ettiler ama amaçlarına ulaşamadılar.
İşte bu gecede seslerini bana bir şekilde duyurdular.
Sunalarım sizin anlayacağınız, onlarla aramızda kan davası var.
Bu kan davası hala sürmekte, bu gördüğünüz tüfeği onun için yanımdan hiç ayırmam.
Şimdi size neden Sunam dediğimi anladınız mı?
Hiç kimseden ses çıkmamıştı.
O karanlıkta bile herkesin Suna teyzeye kocaman gözlerle baktığının farkındaydım.
O gece etrafımıza baka baka korku içinde, evlerimizin yolunu tuttuk.
Aradan yıllar geçti, Suna teyze artık iyice yaşlanmıştı ve küçük çocuklara masal anlatamaz olmuştu.
Ama yine elinden, o eski tüfeğini düşürmüyordu, onu baston olarak kullanmaya başlamıştı.
Askerden yeni gelmiştim, Suna teyzeyi sordum, evinden artık çıkamıyor dediler.
Birkaç kez yanına gittim, elini öptüm ama gözleri iyi seçmediği için, beni tanımamıştı.
Bir gün sabah komşuları öldüğünü söylediler, cenaze işlemlerine bütün köylü çoluk çocuk katıldık ve köyün mezarlığına defnettik.
O gece yarısı silah sesleriyle bütün köy halkı uyandık ve köyün meydanında toplandık.
Silahı atan muhtar korku dolu bir sesle ayılar ayılar köyü bastılar, üzerlerine kurşunu sıktım, şu tarafa doğru kaçtılar, ağır bir şey taşıyorlardı, ben ateş edince taşıdıkları şeyi atarak, kaçtılar dedi.
Herkesin elinde tüfekler, sabah olmasını beklemeye başladık.
Gün ışırken Muhtar mezarlık tarafına yürümeye başladı.
Bizlerde arkasından, mezarlığa yaklaştıkça havada pis bir koku hissetmeye başladık.
Bizleri koku kendisine mıknatıs gibi çekmişti ve otların hemen içinde parçalanmış bir ceset duruyordu.
Bu masalcı Suna teyze idi, hepimiz şaşkın, bir vaziyette cesede bakıyorduk.
Suna teyzenin dediği doğru çıkmıştı, bunlar beni mezarımda bile rahat ettirmezler derdi de biz inanmazdık..
Suna teyzeyi hep beraber daha derine gömdük ve mezarın üzerine çok büyük kayalar koyduk.
Birkaç gün mezarlıkta elimizde silahlarla nöbet tuttuk ama ayılar ortada yoktu.
Suna teyzenin öldüğünden emin olan ayılar, bu kan davasını bitirmişlerdi.

25 Eylül 2011 9-10 dakika 67 öyküsü var.
Yorumlar