Aynadaki G/iz 1

Dağınık saçlarını kalemi toka niyetine kullanarak gelişigüzel topladı kadın. Pratik çözüm bulma konusunda kadınların üzerine hiçbir canlı türüne rastlanamayacağını düşündü, gülümsedi. Masasının üzerinde renk renk, çeşit çeşit kalemler vardı bir de dosyasında fazlasıyla karalama kağıtları... Alnına düşen buklesini geriye doğru attı, yalnızca bir şeyler yazarken taktığı siyah çerçeveli gözlüklerini de çıkarıp rahat koltuğunda güzelce gerindi. Bacaklarını da sehpaya uzattı, kendime bir kahve yapmalıyım, bugün kafamı toparlayamıyorum, diye düşünerek mutfağa yöneldi ağır adımlarla. Odasından çıkıp koridora açılan kapıyı da geçtikten sonra duvardaki boy aynasındaki aksine takıldı gözü. Otuz yaşlarının verdiği kadınsılık hakimdi görünüşünde. Saçlarının özentisiz sevimliliğine bakınca buruk bir şekilde gülümsedi, o da severdi, derken bakışlarına dikkat kesilmeye başladı. Herkesin dediği gibi çok kişilikli bir yüz ifadesine sahipti. Gülerken ağlamaklı, ağlarken güler yüzlü görünmeyi nasıl oluyordu da başarıyordu, hiçbir fikri yoktu, en çok da o derdi bunu, sana baktıkça tek kişilik bir orkestranın resitalinde kendimden geçiyorum sanki, der ve ela gözlerini ayırmazdı üzerinden.



'Düşlerimin havasızlığında boğulmamalıyım' dedi kendi kendine ve silkelendi... Dar uzun koridorda omuzları biraz çökük yürürken kendindeki değişimi düşünüyordu. Tek başına yaşamak ona yaramamıştı. Yalnızlığın girdabına kapıldı kapılalı sakin sularda yüzmeyi sevmiyordu. İçinde kopan fırtınanın şiddetini ve nefesini kesen anılar silsilesini ele veriyordu kesik kesik öksürükleri... ' Bu kadar çok sigara içmemelisin.' Yine o ses... Sokakta oynayan çocukların sesleri, kuş cıvıltıları, komşu karı kocanın kavgası onu deli ediyordu. Bir onun sesi kalmalıydı kulaklarında ölene dek bir de penceresine vuran yağmur damlalarının senfonisi...



Mutfağa vardığında bir kadın ve erkeğin, aralarına aldıkları kalbi tutup sırıttıkları kahve bardağını gördüğünde ilk kez sinirlendi halbuki hep onunla içerdi kahvesini. Bardağı bir hışımla kavrayıp parkenin üzerinde tuz buz oluşunu zevkle izledi. 'Bir tek sesi kalacak benimle. Onu çağrıştıran başka hiçbir şey istemiyorum evimde!' diye bağırdı, sanki birileri gizlenmiş de onu dinliyormuşçasına... Kahve içmekten vazgeçip yalpalayarak odasına giderken yine kendisiyle yüzleşti... Bu ışınlarından nefret ettiği bilmem kaç odaklı mercekten kurtulmalıydı, eline aldığı vazoyu aynaya fırlatacağı sırada gözleri gözlerine takıldı... 'Sen kimsin?' diye sordu bir an... 'Seni tanıyamıyorum, kimsin sen, neden böylesin, neden yıkıcı fırtınadan sonra anında güneşi doğuruyorsun ya da gökkuşağının ardından kar yağdırıyorsun? Neden normal düşünüp herkes gibi hissetmiyorsun?' Sonra ses tonuna acınırlığı yerleştirerek, bir yenilgiyle, elindeki vazoyu yere bırakıp, gözleri hala gözlerinde kendisini koltuğa bıraktı: 'Neden bana işkence yapıyorsun? Neden?'



Ardından duygularının avcuna boşalmasını seyretti, avcunun selinden kurtulup parmak uçlarından sızan yaşlara bakarken biraz olsun rahatladığını düşündü. Nadiren yaşadığı ve sonrasında uzunca denebilecek bir zaman zarfında rahatlamasını sağlayacak sinir boşalmalarından birini yaşamıştı. Senelerce her şeyi sinesine çekip kabullenmişliğinin, içinde büyüttüğü isyanını yaşıyordu. İstemdışı, otomatik olarak gelişiyordu sanki her şey. Anılar ve acılar topyekûn donanarak silahlarını, büyük bir taaruza geçiyorlardı. Bunca zaman savunmada kalmanın verdiği ezikliği canla başla telafi edercesine saldırıyorlardı beynine, ruhuna, bedenine... Senelerce sefaleti yaşayan, hatırlanmayan, karanlık bir köhnede ölümü bekleyen duyguların ruhunu yitirip silahlanması felaketin ta kendisiydi. Çünkü yalnızlıkla büyüyen duyguların duyguları alınırdı. Histen, sevgiden, anlayıştan arınırdı onlar. Tek amaçları kalırdı: 'yıprandıkları kadar yıpratmak.'



Yıpranıyordu... Yıllardır karanlığa hapsettiği duyguları ondan intikam almak için birleşmişlerdi. Hiçbir intikam insanın kendi içinde biriktirdiği hislerin ayaklanması kadar acıtıcı olamazdı. Hiç kimse kendisiyle, geçmişiyle savaşamazdı. Ateşkes olasılığı bile düşüktü çünkü bu gözü kara duygular ya ölecek ya da öldüreceklerdi. Varlık ile yokluk arasındaki çizgiyi çoktan silip, Araf'tan geçerek yaşanmışlığa dair her şeyi ele geçireceklerdi. Asla bitmiyorlardı ve bitmeyeceklerdi...



Derin bir nefes aldı, düşüncelerinden sıyrılamayacağını anladığında masasının başına geçti yine. Döner sandalyesine oturup, amaçsızca çevirdi kendisini bir sağa, bir sola. Yazmalıydı. Sözcükleri dudaklarını terk ettiğinden beri, parmaklarına bırakıyordu konuşma görevini. Yazmalıydı. Yazmasa karabasan gibi üzerine çöken duygularının istilasından kendi hiçliğinde yitip gidecekti. Yazmalıydı. Anlaşılamamanın girdabına kapılıp akıntıyla bilmediği kıyılara vurmaktansa kendi şelalesinde yıkanmalıydı.



Ağlarken çıkardığı kara çerçeveli dünyasını gözlerine takıp, yüzüne gözüne saçılan buklelerini tekrardan kalemin esaretinde kelepçeledi. Kağıtla baş başa kalmışlığın huzurunda and içti. Evdeki bütün aynaları yok edecekti.


....

12 Ekim 2015 4-5 dakika 20 öyküsü var.
Yorumlar