Aynadaki Hayat

Adım Serra, 20 Şubat 1984 yılında Almanya'da doğdum. 3 çocuktan en ufakları bendim. 8 yaşıma kadar iki abim vardı. Ortanca olan abim Bora, 11 yaşındayken kötü bir şaka sonucunda 1992 yılında vefat etti. Çanakkale'de ki yazlığımızda her yıl gibi tatil yaparken, Bora, arkadaşı tarafından tüfekle vuruldu, hayatını anında kaybetti. En büyük abim Deniz o zaman 14 yaşındaydı.
Boramızı 9 Ağustos 1992 de Eceabat mezarında toprağa verdik.

Ölüm denilen korkunç duyguyu ilk o zaman derin sarsıntılar eşliğinde hissetmişti yüreğim. Uçurtmalar uçuran çocuklar, çiçek bahçelerinde gezinen bahar kuşları, denizin aşkla güneş anaya olan gülümseyişi, bunların hiç birinin artık fazla bir önemi kalmamıştı.. Tüm herkes kendisine ait iç dünyaları ile meşgul olmaya başlamıştı..

Aradan geçen yıllar sonrası, genç bir kızın aşk denilen o kutsal duygu ile tanışma arzusu gibi, benimde hayata kırgın olan yüreğimin aşka yönelik arzuları vardı. Çanakkale'de tanıştığım ve beş yıllık birliktelik sonucu evlenme kararı aldığım insanla hayatımızı birleştirdik. İnsanların sürekli insan değiştirme eylemi içersinde olmaları, evliliğimizi yeterince çürütmeye yetmişti. Reddedilmek nedir? Yalnızca kendi var oluşundan haberdar olan ve bir erkeğin duygularına sığınan genç bir kadın ne kadar kendisini değiştire bilir ki? Öyle değil mi ki insanı değiştirmek bir kenti yıkıp yeniden yaratmak kadar zordur.
Evliliğimizin son aylarını yaşarken, hiç kimsenin haberi olmadan, Arkamda o bağlı olduğum insanı ve kutsal saydığım aşkı terk edip, doğup büyüdüğüm ülkeye yani Almanya'ya kaçtım!..

Üç ay boyunca kendimi odaya hapis ettim. 170 cm boyumla 43 kiloya düştüm. iştahım yoktu, suya bile ihtiyaç duymuyordum, konuşmuyordum kimseyle, küsmüştüm hayata. Eşimi unutmadım, ama bir şekilde toparladım kendimi üç sene sonra.

Bir gün sabaha karşı eğlenceden eve döndüğümde hemen duş almak istedim.
'11 Mart 2009 günü' Çarşamba sabahıydı. Duşta sabunlanırken sol göksümün üstünde avucumu dolduran bir şişlik hissettim. Aslında hastalıkları pek aldırış etmem, çok nadir hasta olurum, son zamanları hariç grip dahi olmazdım. Neyse, en iyisi bir doktora gideyim diye düşündüm. Saat 8 olmasını bekledim.

Kadın hastalıkları uzmanını aramaya karar verdim. Olanlardan bahsedince beni randevusuz muayeneye çağırdı. Fazla vakit kaybetmeden çıktım evden.

Doktor hanım, elleriyle dokunarak
?'Bu bir yağ bezesine benziyor, ailende meme kanseri var mı?'' diye sordu.

'Hayır, yok diye biliyorum. Sadece halamın rahim ağzı kanseri olduğunu hatırlıyorum. ? dedim

Sakin tavırla doktor:
'O zaman hem yaşında çok ufak zaten, bu kötü bir şey değildir merak etme, yinede röntgen çekilse iyi olur'' dedi ve benim için radyolojiyi aradı.

Orası da beni hemen muayeneye çağırdı. Bu sefer kuşkulandım, acaba? Olmasın...'
Radyoloji uzmanı da kadın doktorumla hemfikirdi

?'Hem ailede yok, hem de yaşın yirmi beş, bu sadece bir yağ bezesidir, merak etme. Yarın gel biyopsi yapalım da, herkes emin olsun'' dedi.

Evet, ertesi günü biyopsi yapıldı.
'?yarın saat üçte gelirsen sonuç elimizde olur'' diyerek beni eve yolladı.

Bu arada kimseye bundan bahsetmemiştim, boşuna korkmasınlar! Ne olur ne olmaz diye anneme durumu inceden çıtlattım.
'?Anneannenin hep olurdu yağ bezeleri, belki ona çekmişsindir'' dedi... (eh belki)

Ertesi günü, Cuma on üç mart, saat üçte radyolojiye doğru gidiyorum, yanıma kimseyi götürmek istemedim. Nasılsa kötü bir şey çıkmayacaktı, bence.
Radyolojinin kapısını açar açmaz bir ürperdim. O bakışlar, fısıldamalar. Doktor yardımcıları yüzüme bakamıyorlardı.
Neler oluyor?
Yardımcı hanım beni ayrı odaya oturttu,
?'Serra hanım siz şöyle geçin, Doktor Bey birazdan gelir' dedi.. Keşke yalnız gelmeseydim, hiç bir şey yolunda değildi çünkü. Fazla beklemeden kapı açıldı, karşımda boynu eğik, sesi kısık bir Doktor duruyordu:
?Kötü huylu tümör, kansersiniz, üzgünüm'' dedi.
(Uzatmaya gerek yoktu tabii.)

Hayatım gözümün önünden geçti derler ya. Aynen öyle oldu. Daha yeni başlayacaktım oysa.. Yeni işime haftaya imza atacaktım, araba alacaktım yarın kendime... Niye şimdi?
Sonraki birkaç dakikayı hatırlamıyorum, çok konuşuyordu ama kulaklarım duymuyordu.. Annecim, Babacım.. Bunu size nasıl söyleyebilirim? Ben önemli değildim o an, bir evlat daha kaybetmelerine izin veremem! Üstelik suçlusu bendim!
İnanılmaz bir sıcak bastı, Doktor Bey kemoterapiden, ameliyattan, bir sürü muayenelerden bahsediyordu, sanki bana değil de, başkasına anlatıyordu. Sözünü kestim, dolabın içine astığım ceketimin içindeki telefonumu alabilir miyim diye sordum. ?Seni şimdi baş başa bırakıyorum, birilerini ara, seni alsınlar' dedi ve odadan çıktı. Doğru, birilerin aramam gerekiyordu, ama kimi?
Çok sevdiğim yengemle dayım var. İlk onları aramak geldi aklıma, sonra abim Denizi. Annemi arayıp konuşamazdım. Yengemi arıyorum, telefonuma cevap veriyor ?alo alo? Serra? ? bir süre kitlendim. Yok, kelimeler çıkmıyor ağzımdan. Ağlamaya başladım. Yengemin sesi titriyor artık, o da anladı, bir sorun var.. ?ben kanserim' diyebildim ancak, pek ince davranmadım. Fazla kelime harcamadan yanıma geleceğini söyledi..konuşmamız bitti. Ardından abimi aradım, yine aynı, kitlendim, konuşamıyorum, çünkü çok üzülecekti, her şeyden habersizdi. ?Deniz ben kansermişim, yengem geliyor beni almaya sen annemlere git' dedim. ?Merak etme, ben hemen yola çıkıyorum' dedi gayet cool bir şekilde, soğukkanlıdır o biraz. Mamografiye çağırdılar. Tüm muayeneler arasında, yengem dayımla birlikte gelmiş benim çıkmamı bekliyorlardı. Onları görür görmez boyunlarına sarılıp, hıçkıra hıçkıra ağladım. İşte o an kötü bir yolculuğunun beni beklediğini anladım anca...
Doktor Beyle bundan sonra atılması gereken adımlar hakkında konuşuldu ve çıktık, annemlerin evine.
Önce bir sigara yaktım...

Benim evim ayrıydı. Abim anneme gitmiş ve durumu anlatmıştı bile. Eve girdik, Annem bana umutlu bir bakışla, bir kelime söylemeden, her şeyin düzeleceğini anlatıyordu. Babam o zamanları daha çalışıyordu, her gün 17:30 da evin kapısını açardı. Yarım saat kalmıştı, nasıl söyleyeceğiz Allah'ım delirmek üzereyim, Babamı düşündükçe fenalaşıyordum. Ev artık bir kaç kişiyle doldu, en iyi arkadaşım işini bırakıp geldi.
Ve kapının açılacağı an da gelmişti. Babam ilk önce hepimizi tek tek görünce sevindi, oğlu sevgilisiyle, en iyi arkadaşımı da çok severdi, annemin arkadaşı, yengem, dayım herkes ordaydı. Gözyaşlarımı silip babamı karşılamaya gittim kapıya, ?Ooo kızım bu ne sürpriz sen hiç gelir miydin bize' diye sevincinden şaka yaptı. İronik bir gülümsemeyle arkamı döndüm, salona kaçtım, koltuğa oturdum, kendimi tutamıyorum, ağlıyorum. Babam yavaş yavaş herkesin evde bulunduğunun bir tesadüf olmadığını anlıyor. Salonda sessiz sinema oynanıyor sanki herkes filmin adını biliyordu, Babam ise, çırpınıyordu hala, bulamadı filmin adını.
Kimse bir şey diyemiyordu, korkunç bir sessizlik sardı etrafı. ?Baba, ben kanserim' diyerek, son verdim. Abim elini babamın omzuna atarak üzüntüsünü göstermeye çalışıyordu. ?HAYIR, DEĞİLSİN!' bağırıyor Babacığım arkasında duran koltuğun içine yığıldı. O korku dolu sesiyle bir kez daha yıkıldım. İnanmak istemiyor, kanseri ölümle bağlıyordu.
Burada anladım ki, ne olursa olsun, ne güç gerektirirse gerektirsin, bunu yenmeliyim. Annem ve Babam için dayanmak zorundayım... Kendim için savaşa çıkmamıştım, yenilecektim çünkü!
O kadar çok uzmanlarla görüşüldü ki, ?Doktor' kelimesini duymak istemiyordum artık! En son yapılan muayeneden sonra, belki birkaç hafta daha hayatta kalabileceğimi söylediler. Annem bunu duyduğunda şoka girdi, dili tutuldu, iki gün çözülmedi.
Ben ise..sadece gülümsedim..
Prosedürler başlatıldı, her şey çok hızlı gelişmek zorundaydı. 2 Nisan da ilk ameliyatımı oldum, tümör alındı. 10 gün içinde tümörün cinsi belli oldu: agresif, hormona bağlı, 5cm büyüklüğünde, derecesi G3... Eh en son derecesi de G4 zaten. Ama yetmedi! Kemo tedavisinden sonra mazektomi yapılması gerektiğini söylediler, tümör memede kök salmış, kurtaramadılar mememi.
Gen testi yapıldı, bu cins nedir ne değildir, bu yaşta nasıl olur, hepsini öğrenecektim. Sonuç 6 ay sonra açıklandı, genetik kanser olmadığı tespit edildi. Fakat bunun araştırmasını yaparken başka bir gen değişikliği görüldü. Dünyada benden başka iki kişide daha görülmüş, üstünde araştırma yapılmamış henüz.. Kanser olmamla bağlantılı mı değil mi bu güne kadar çözülemedi.
Araştırmalar devam etmekte...
Toplam 8 adet kemo tedavi uygulandı. İlk 4ü EC diye adlandırılıyor, diğer 4ü de DOC. Bu zehrin her kanıma damladığında, beni içten yok etmeye sürüklüyordu, ağrılar çekilmez hale geldi. İlaç üstüne ilaç, ambulanslar evimin yolunu ezberlemişlerdi.
Annemin ve Babamın gözlerine baktıkça ama sağlıklı olduğumu en azından hayal etmeye çalışıyordum. Kendimi onlara göstermemek için elimden geleni yaptım. Ayrı yaşadığım için mümkündü, ancak onlar beni her saniye görmek istiyorlardı. Belki onları kendimi göstermemekle üzmüştüm ama bu eminim onlar için en doğrusuydu, o hasta görünüşüme dayanamazlardı. Ben bile oldukça az aynaya bakardım. Korkutuyordu aynada gördüğüm kişi. Saçımı Babam kazımıştı, çok eğlenceliydi, hiç üzülmedim kel kaldım diye, yakışıyordu da. Ama zamanla kirpikler, kaşlar, tırnaklarıma kadar her şey dökülmüştü.. Bebek gibi emekliyordum, ayaklarımdan parça parça et kopuyordu. Annemin hala hiç birinden haberi yok.. Onlara giderdim biraz güçlendiğim zaman. Peruğumu ve takma tırnaklarımı takardım, makyajımı yapardım, süslenir püslenirdim. ?Oy benim güzel kızım gelmiş maşallah çok iyi görünüyorsun kızım!' ? Teşekkür ederim Annecim, iyiyim zaten J
Tabii meraklı Annem bir keresinde sevdiğim meyve kokteyli yapmış, aklı sıra bana haber vermeden getirmeye kalkmış. Evimin anahtarı vardı onda. Kapıyı açtı, ben hazırlıksız karşısında. Geldiği gibi gitti, iki gün hasta yattı. Eee ben sana söyledim gelme diye!
Ekim ayın sonunda kemo tedavisi bitmişti, 1 ay sonrada mazektomi gerçekleşti. Mememi alırlarken bir defada silikon takıldı. Ama vücudum onu yabancı madde olarak algılayıp, atmaya çalışıyordu. İltihap sardı sol yanımı. 15 gün boyunca yine ağrılar içinde antibiyotik desteği ile zorla kabul ettirmeyi başardım sonunda, yoksa tekrar ameliyat olacaktım. Bu arada sarmış olan köklerin biyopsisi temiz çıktı haberi geldi. Yani kemo tedavisi olumlu etkilemiş. Tepkisiz kaldım, sevinmedim de açıkçası, bundan başka bir beklentim yoktu zaten. Ama ailem ölümden döndüğümü düşünerek, bu sefer sevinçten ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Şimdi her şey bitmişti. Ailem için oysa beni bekleyen nice çileler varmış.
Anti-Hormon-Tedavisi göreceğimi söylediler. Tamam, görelim, bunu mu atlatamayacağım yani! Şunu da belirtmeliyim ki, ikinci kemodan sonra âdetim kesildi, yumurtalıklarım zarar görmüş. Tedavi öncesi ikna etmeye çalışıyorlardı yumurtalıklarımı alıp dondurmak için. İlerde çocuk istersem diye istemedim.. Sonunda menopoza girdim. Belki geçici, belki kalıcı bir süre için.
Bu AHTedavisi (Tamoxifen) her gün oral yoldan hap şeklinde alınıyor, bununla birlikte 3 ayda bir Trenantone diye iğne yapılıyor. Yan etkileri her türlü etkiliyordu hayatımı, aşırı terleme, sıcak basmalar, aniden üşümeler, titremeler, agresiflik, sabırsızlık, kilo alma, halsizlik ve daha çok sıkıntı. Antidepresanlar, günde üç tane..Çalışmak imkansızdı, yürüyemiyordum bile. Kortizon kullanmaktan 30 kilo almıştım..
Bu ilaçları en az 5 yıl kullanmam gerektiğini, aksi takdirde tekrar hormonların çalışacağını ve tümörün bundan beslenip, kansere yol açabileceğini söylediler. Tedaviyi kendi isteğimle 1 yıl sonra kestim, dayanamıyordum, gerçekten ölmek istiyordum, o kadar bencilleşmiştim... sağlıklı düşünmez hale gelmiştim..
3 yıl geçti, yeni yeni kendime geliyorum, çok iyi hissediyorum, yinede muayenelerimi ihmal etmiyorum tabii ki.

Şimdi her aynaya bakışımda gülümsüyorum, en son haftalık ömrün kaldı diyen Doktorlara gülümsediğim gibi...

SERRA

''İZMİR

02 Ağustos 2012 11-12 dakika 26 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 11 yıl önce

    Hüzünlü bir hikaye, aslında hepimiz suniliklerin dünyaya hakim olmaya başladığı bu devirde potansiyel olarak bu hastalığa yakalanma riski ile karşı karşıyayız. Doğal olan nesneler gittikçe azalıyor tehlike büyük. Hazin ders çıkarılması lazım gelen bir öykü kutlarım...👍😅👍

  • 11 yıl önce

    Ne diyeyim size? Gözyaşları içinde okudum, o kadar tanıdık şeyler var ki içinde... Kendi yaşadıklarım geçti film şeridi gibi... Rabbim bir daha göstermesin, ne mutlu ki o büyük yürek gücünüz ve inancınızla, isteğinizle atlatmışsınız...

    Ben de 18 yaşındayken, yakalandım, 3 yıl sürdü mücadelem. Daha ben çocukluğumu atlatamamışken, neler gelmişti başıma, boyumdan büyük acılar yaşadım, sonuna kadar derler ya. Ölümün eşiğini gördüm... Küçücük yaşımda... Benimki göğüs değildi, lenfoma ama doktorlar anlamadığı için sürekli ameliyat olduğumdan akciğerime sıçramıştı... O kadar nefret ettim ve korktum ki hastanelerden, çekmediğim acı kalmadı, bir kaçtım bir daha da gidemiyorum.... Şimdi iyiyim çok şükür,

    Keşke bunları yazmak zorunda kalmasaydık...:( Selamlar,