Ayrıkotunun İthamları

Hiç olmayacak bir dağa ağaç oluyordum. Olmak için tutunuyordum. Göç edip gidenlere ve unutanlara inat, var olmaya çalışıyordum. Cümle kurt, kuş köklerimi didiklerken, inadına kök salmaya bakıyordum. Yıllar geçiyordu ve ben ormanın derinliklerinde maki kalıyordum. Öyle biçemsiz kifayetsiz. Kuru kısa dallı, çiçeksiz meyvesiz . Andızlar bile gülüp geçiyordu, yersiz yurtsuz oluşuma ve böyle kurak duruşuma. İncinmezdim , çok olmuştu haddimi bilmeyi öğreneli. Lakin vazgeçmiyordum. İnadına köke duruyordum.

Kimsenin fark etmediği şakayık çalısı örneğin. Kış kıyamet demeyip, gonca sarıyordum bahara. Nisan ışır ışımaz nevruzun üstüne dağları ,yamaçları kucaklıyordum. Bağrıma taş dola dola. Geven dikenlerini alıp ortamıza , kekiklere saygımdan az öteye meyillice. Mor ya da beyaz, içine akan kokusuyla açılıp ertesi günü dökülen çiçeklerim. Kısa sürüyordu, kıp kısa bir sevinç. Fukara çocuğun kol yeninden kısa.

Hani bir şehre uğrasam diyorum. Köhne bir parka bonzai diye ekerler beni. Şekilden şekile sarmaldan deltoide. Yine ondurmaz beni kör bahçıvan. Ellerimi kollarımı kırar da sesim çıkmaz. Sunarım makasına ertesi günü sürgünlerimi. Öyle de arsız bir meylim var. İçimi kürekleyip dışıma posalamaya. Döke döke, azala azala yürümeye hep bir tenezzülüm var.

Oysa salına salına, bütüncül yürüyen kadınlara hayranım mesela. Nasıl iki dirhem bir çekirdek öyle. Hiç dertsiz tasasız, çocuk emzirmemiş mesela. Gazını dindirmemiş. Kasığını kemiren bir ceninden kürtaj olmamış. Selvi boylu diye seviliyor ya öyleleri. Kırpılan dallarımdan utanırım bahçıvan efendi. Dileseydin akçaağaç olurdum. Azmetsem bir çınara dönüşürdüm. Saltanat da kurardım yedi iklimli. Oğullarım kızlarım, hele ki kızlarım olurdu. Ulu kavak dibinde otağ kurardım. Gün görüp gönenirdim…Budadın beni mihnetle.

Bir gün vazgeçtim ben de. Ayrık otu oldum. Lağım sularının süzülüp aktığı bir köşede. Kimse görmedi sarmaşığımın yeşilini, ince ince derinlere kök salışımı. Güneşi sevdim hep , her daim rüzgarı karı kışı. Hiç şikayet etmiyorum artık. Öyle dal budak kök oldum ki ayağına dolanınca fark etti kör bahçıvan. Yine yaptı yapacağını ve beni ilmek ilmek söktü toprağımdan. Önce kuruyup öleceğim sandım. -Kuruyup ölmek çok acı bilirim. Bir kuş suya uçarken kurumuştu içimde. Ve o günden beri kafeslerim hep kırık. –

Korktuğum olmadı. Telek telek etti beni …Köhne konağın bahçesine. Nerde açık varsa yamadı beni , küreğin aksisi ile vura vura. Acımdan kanadım durdum günlerce. Her parçama ayrı yandım. Öz sularımı kaybettim, düşlerimi sızdırdım toprağa. Derken sürgün verdim daha şiddetli ve hızlı. Her parçam daha yeşil ve gür. Bahçıvan sevinçliydi. Gelip gidip su veriyordu. Bir gün bir mahcup kaplumbağa gelir, başka gün sarman kedi. Güneşime ortak olur, mırıl mırıl.

Sandım ki günler geçecek böyle mesut bahtiyar. Sandım ki bu bahçe artık benim. Köklerim parçalarıma kavuştu. Bizden başka kimse kalmadı. Kıyı köşe ayrık otu. Keskin bir ormana dönüştüm. Bir çığlık böldü rüyamı düşümü. Bir kalantor nefes parmak sallayıp tehdit etti. Kör müsün dedi cenabet sarmış her yeri. Kördü tabi. O bütün ve alımlı seviyordu. Düzen ve intizam. Usulca itiraz etti. Dedi ki ben onu sık sık budar kuruturum. Yine zerafetle dolar bahçeniz efendim. Araları oyar yediveren güller ekerim. Güller sever sarmaşığın bağrını. Köşelere nergis ekerim onlarda rutubetini benimser bilirsin.

Kalantor boğalaşan nefesini yumuşatıp plastik sandalyeye çöktü. Olur dedi. Yap işte bir şeyler. Dermanım yok benim . Sarmaşıklığımdan utandım ilk kez. Oysa eskiden garip bir kız çocuğuydum. Ellerim babamın ellerinde –direksiyon nasırı ellerini çok severdim- türküler söylerdi sevdalar anlatırdı tenhalarda. Hacı Bayram’ı konuk ederdi diline, severdi de. ‘’ sen seni bil sen seni , geç canından bul anı ‘’ başımı kaldırsam Yunus olurdu ah O ki benim iki cihan sevgilim. ‘Hoştur bana senden gelen. Ya gonca gül, yahut diken. Ya hayattır, yahut kefen. ‘Hoş oldu yine de başıma gelen. Bağrımı eşti, kollarımı kırdı, ayırdı, araladı ne varsa kör bahçıvan. Bıraktım bir rüzgara verir gibi varlığımı , o öğretmişti bana:

Eskiden üşürdüm. Bana sıkma kendini bırak içinden geçsin derdin. Yavaşça omuzlarımı indirir, yumruklarımı gevşetirdim. Ayaza çalan rüzgar etimi delip kemiğimin oyuklarında mızıka tuttururdu. Hafiflerdim . Kuş misali dağdan aşağı çiğit yeşili bir ormanı kucaklardım. Umudum karnımdaydı hala ve bir patik örüyordum. Yeşil beyaz.

Derken , kör bahçıvan terk etti konağımızı. Kalantor da öldü çoktan. Köhne evin taşları arasında bir incir ağacı var şimdi. İncir çekirdeğine sığdı cürmüm. Her gece bir baykuş selası tınlar durur kireci dökülmüş yuvamızda.

Yine de dilerdim senden, göl kıyısında salkım söğüt olayım. Tepemde dokumacı kuşlar. Bağrım başım panayır yeri. Gölgeliğimde aşıklar Göksu’dan Kanlıca’ya eski bir serenad. Gramafonda suzinak beste: ister miyim beni zorla sevmeni…

11 Kasım 2022 5-6 dakika 3 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar