Bahar Ne Gün Gelecek

Hasan, iç Anadolu'nun bir köyünden çıkıp, kışların hafif geçtiği bölgelere ekmek parası için gidiyordu. Bir başka diyarda çeşitli işlere gidip yevmiye ile çalışıyor ailesini bakıyordu.
Yağmurlu bir gün; Hasan, bulunduğu yerin mezarlığının önünden geçerken, bir mezarın dibinde dizlerinin üstüne çökmüş vaziyette, yaşlı değil, fakat saçlarına ak düşmüş birini gördü.
Sicim gibi yağan yağmur altında sessiz sedasız kıpırdamadan duran adamı bir süre seyretti. Adeta nefes dahi almadan, hareket etmeden duran adamın ne yaptığını merak etmişti. Biraz yaklaştı; adam Hasanın yaklaştığının farkına dahi varmamıştı.
Başucunda çöktüğü mezarın üstü çiçeklerle doluydu. O mezarda mutlaka sevdiği birisi vardı. Hasan daha fazla eğlenmeden yoluna devam etti. Adamın o hali Hasan'ın kafasına takılmıştı.

Bir başka gün yine işe çağırıldığı bir çiftliğe giderken yolu mezarlığın önünden geçti.
Mezarlığa doğru bakınca bir an 'hayal görüyorum galiba' dedi kendi kendine. Fakat bu hayal filan değildi. Daha önce gördüğü o adam yine mezarın başına çökmüş sessizce duruyordu. Hasan bu defa adamın yanına kadar gitmişti. Onu fark eden adam başını kaldırdı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Hasan, başınız sağ olsun dedi; adam buğulu bir sesle Bahar ne gün gelecek deyip, başını tekrar önüne eğdi.

Hasan işe çağrıldığı çiftliğe vardı. Çitliğin kâhyası 'Ömer' diye bağırdı; yine yok mu bu Ömer? Nerede kaldı? diye mızırdandı. Daha sonra Hasan'ı alıp yapacağı işe götürdü. Hasan kendine verilen işi yapıyordu, fakat mezarlıkta gördüğü o adam kafasını meşgul ediyordu.
Hava yine bulutlanıyordu yağmur yavaşça çiselemeye başladı ve gittikçe hızlandı. Kâhya Hasan'ın yanına gidip işi bırakmasını söyledi, çalışılacak gibi değildi.
Hasan işi bırakıp yola koyuldu, mezarlığın yanından geçerken bakındı ve yağmur yağmasına rağmen adam hala oradaydı.

İki gün sonra yine ayni çiftliğe işe çağrıldı. Bu defa mezarlıkta o adam yoktu. Hasan çiftliğe gitti. Kendine verilen işi yapıyordu. Öğlen yemek saati geldiğinde yanına gelen bir şahıs Hasan'ı yemeğe çağırdı. Bağ evinin önünde kurulan masa etrafında bütün çalışanlar toplanmıştı.
Kâhya, 'Ömer' diye seslendi. Gelen giden yoktu. Bir kez daha gür bir sesle bağırdı. Cılız bir sesle 'geliyorum' diye seslendi Ömer. Hasan yemeğini atıştırırken arkasından ağır ağır gelen birinin olduğunu fark etti. Başını çevirip baktığında gördüğüne inanamadı!
Gelen kişi mezarlıkta gördüğü adamdı, selam verip yanlarına oturdu; keyifsiz iştahsız birkaç lokma atıştırıp kalktı, sigarasını yakıp uzaklaştı.

Herkes öğlen istirahatını yapmış ve işinin başına dönmüştü. Demek Ömer'de burada çalışıyordu. Akşam olmuştu çalışanlar paydos etti. Kâhya sırayla bütün işçilerin parasını verdi. Ömer yine ortalarda yoktu. Herkes çiftlikten ayrıldı. Yolda yürürlerken havadan sudan konuşuluyordu.
Hasan diğer çalışanlara Ömer çiftlikte mi kalıyor? Kimdir? Diye sordu. Diğer işçiler 'evet çiftlikte kalıyor' dedi. 'Ömer'i biz de senin kadar tanırız, sadece Anadolu'dan geldiğini biliyoruz' dediler.

Hasan bir süre çitlikten çağırılmadı. Ömer'le bir daha karşılaşmamıştı. Bir Cuma günü Cuma namazını kıldıktan sonra herkes camiden çıkmasına rağmen caminin köşesinde elleri açık dua eden birini gördü.
Bu kişi Ömer'di; Hasan biraz durakladı bu arada Ömer'de dışarıya çıktı. Hasan yanına yanaşıp selam verdi; Ömer başını kaldırıp baktı, selamı aldı.
Hasan 'beni tanıdın mı Ömer' diye sorunca Ömer önce biraz durakladıktan sonra 'tanıdım' dedi ve başını yine önüne eğerek başka bir söz etmeden yoluna koyuldu sanki hayatından bezmiş, insanlardan kaçar gibi bir hali vardı.
Hasan çarşı pazar dolaştıktan sonra çay içmek için kahvehaneye gitti. Kapıdan içeriye girdiğinde bir masada yalnız başına oturmuş vaziyette Ömer'le tekrar karşılaştı. Ömer Hasan'ı görünce masasına buyur etti, buğulu sesiyle 'kahveci bir çay verir misin?' diye seslendi.
Hasan'ın Ömer'le ilk defa sohbet etme fırsatı olmuştu.
Hasan 'ben Anadolu'dan geldim mevsimlik çalışır giderim yani gurbetteyim... 'Ömer kardeşim sen nerelisin diye sorduğunda? Ömer başını önüne eğip 'ben mi gurbetteyim yoksa gurbet mi bende bilemem'...
Masaya bir sessizlik ve hüzün çökmüştü. Artık konuşacak bir şey kalmamıştı.
Hasan 'bize iki çay ver' diye seslendi. Çayı yudumladıktan sonra masadan kalkıp dışarıya çıktılar, herkes yoluna gitti.

Kim bilir, Ömer beklide yine mezarlığa gidecekti.

Ara sıra sağda solda karşılaştıkları oluyordu fakat Hasan onu üzerim diye hiçbir şey sormuyordu. Hasan uzun bir süre bir daha çiftliğe çalışmaya gitmemişti. Bir gün kahvehanede otururken yanına yanaşan bir kişi çiftliğe işe çağırıldığını söyledi. Hasan hazırlığını yapıp ertesi gün çiftliğe çalışmaya gitti, etrafına bakındı, Ömer'i göremedi. Ömer üç beş parça giyimini alıp çiftlikten ayrılmış.

Hasan, Ömer'i merak etmişti ve onu nerede bulacağını biliyordu. Sabah yola koyuldu. Doğru mezarlığa gitti. Yanılmamıştı. Ömer yine o mezarın başındaydı ve yine hüzün doluydu.
Hasan bir kenara gizlenip Ömer'i izledi, Ömer uzun bir süre mezar başında durdu toprağı okşadı daha sonra ayağa kalkıp mezarlığın kapısına yöneldi. Mezarlıktan ayrılırken defalarca dönüp o mezara baktı. Hasan Ömer'i sessizce takip etti. Epey uzaklaştıktan sonra Ömer yol kenarında viran bir kulübeye yanaştı. Anlaşılan Ömer orada kalıyordu. Hasan onu rahtsız etmek istemedi ve oradan ayrıldı.

Hasan bir gün çarşıda dolaşırken Ömer'i gördü. Yanına yanaşıp selam verdi, hatır sordu.
Kısa bir sohbetten sonra ayrılırken Hasan, 'Ömer kardeşim bir isteğin var mı' dedi? Ömer 'hiçbir şey lazım değil hakkını helal et' dedi. Ömer'in bu sözleri, Hasan'ın hoşuna gitmemişti ve kuşkulanmıştı. Ömer sanki bir delilik yapacak gibiydi. Hasan'ın içine kurt düşmüştü. Ayrıldıktan sonra onu takip etmeye başladı.
Ömer yine mezarlığa uğradı. Bu defa mezarlığa girmeden kapısından baktı, elini sallarcasına kaldırdı. O kadar dalgındı ki, Hasan yanına kadar yanaşmasına rağmen onu fark etmemişti. Yine o buğulu sesiyle gelirsem ayrılamam dedi ve dönüp yola koyuldu. Hasan da onu takip ediyordu. Ömer kulübeye vardı. Kapıyı açıp içeriye girdi. Hasan bir süre uzaktan onu gözledi. Kısa bir süre sonra kulübenin bacasından duman tütmeye başladı. Ömer elindeki domatesleri dışarıdaki tulumbada yıkadı, tekrar içeriye girdi. Bu Hasanı rahatlatmıştı ve oradan ayrılıp geriye döndü.

Aradan geçen iki gün sonra bir bey Hasanın yanına yanaştı. 'Oğlum, biçilecek otlarım var. Biçer misin?' dedi. Hasan orağını alıp gitti. Çalıştığı yer Ömer'in kaldığı kulübeye yakındı. Hasan paydostan sonra kulübeye yöneldi. Yavaşça kulübeye yanaştı. Kulübe boş gibiydi.
Hasan belki dışarıya çıkmıştır diye düşündü, fakat daha elini değmeden kulübenin kopmak üzere olan kapısı açılıverdi. Hasan o an şok olmuştu, o virane kulübede bulunan çıplak bir sedir üzerinde Ömer'in cansız bedeni yatıyordu.
Hasan'ın eli ayağı tutulmuştu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Başucunda boş bir zehir şişesi! Ömer intihar etmişti.
Hemen jandarmaya haber verdi. Jandarma Hasan'ın ifadesine başvurdu. Daha sonra Ömer hastane morguna kaldırıldı. Üzerindeki eski pardösünün cebinden üç beş kuruş bozuk para, kimliği ve bir defter çıkmıştı. Bu defter, bir günlük defteri gibiydi. Eşyalarını bir yakını olmadığı için Hasan'a teslim etmişlerdi.

Ömer yaşadıklarını kaleme almış ve en sonunda da ölümü seçip hikâyeyi tamamlamıştı.

Kimliğiyle yapılan araştırmada uzak bir akrabası haricinde kimsesi olmadığı anlaşıldı. Bu akrabası da haber verilmesine rağmen ilgilenmemişti ve artık defnedilmesi gerekiyordu. Defin hazırlıkları yapıldıktan sonra Ömer başucunda ağladığı mezarın yanına gömüldü.
Ömer'den Hasan'a bu günlük hatıra kalmıştı. Hasan günlükte ne yazdığını ve Ömer'in neden böyle bir sonu seçtiğini merak etmişti ve günlüğü açıp okumaya başladı.

Günlük şöyle diyordu...

Ben fakir bir ailenin tek çocuğuyum. Çocukluğum taşın toprağın arasında kedimle köpeğimle köyde geçti. Çok mutluydum. Şu anda köyümden çok uzaklarda liseye gidiyorum. Babam ve annem canlarını dişlerine takıp çalışıyor ve beni okutuyorlar. Ben de okuyup onlara layık olamaya çalışacağım, yaşlandıklarında en iyi şekilde bakacağım. Uzaklarda okumak zor... Onları özlüyorum. Şu okullar bir bitse de köyüme dönsem.

Yıllar geçiyordu, okulu yarılamıştım. Okul müdürü bir gün beni çağırdı. 'Ömer, seni bir izne yollayım.' Dedi. Bir anlam veremedim. Israrla niye zamansız yolladıklarını sordum.
Annen biraz rahatsızmış demekle yetindi. Hazırlanıp köyümün yolunu tuttum. İçimde kötü bir şeyler olduğu hissi vardı. Her zaman gidip geldiğim yol hiç bitmeyecek gibiydi.
Köye vardığımda evimizin önündeki kalabalık beni iyice kuşkulandırmıştı. Koşarak içeriye girdim, o an çıldıracaktım. Sedirlerin üzerinde üstleri tamamen örtülmüş iki kişi vardı ve annemle babam ortada yoktu. Artık bunu bana kimsenin izah etmesine gerek yoktu çığlıkla üzerlerini açtım. İkisinin de cansız bedenleriyle karşılaştım. 'Allah'ım bu olamaz' diye haykırdım.

Soğuk kış günleriydi. Sobaya kömür attıktan sonra uyuyup kalmışlar sobadan sızan duman onları dünyadan koparıp almıştı ve bir daha hiç uyanmadılar.
Komşular beni teselli ederken bir yandan cenaze hazırlıklarını yaptılar. Çaresiz bitkin bir haldeydim. Çıldıracak gibiydim. Allah'tan başka hiç kimsem yoktu. Yapayalnız kalmıştım. Komşular gelip ihtiyacın var mı diye soruyorlar, yemek getiriyorlardı. Bir müddet sonra herkes kendi dünyasına döndü. Artık okul giderlerimi karşılayacak, yiyecek içecek paramda yoktu. Çalışmak zorundaydım okulumu yarıda bıraktım.

Bir sabah işe gitmeye hazırlanırken kapı çaldı. Açtığımda öğretmenimi karşımda gördüm. Benden okula devam etmemi istedi, fakat bu artık imkânsızdı. Oysa benim hayalim de okuyup bir öğretmen olmaktı. Öğretmenim elimden çekiştirdi. Onu kıramadım aslında bende okula gitmek için can atıyordum. Eşyalarımı alıp okula döndüm fakat kimseye yük olmak ve bunun yanı sıra harçlıksız da kalmak istemiyordum. Okulun kantinini işleten Kemal amcaya yardımcı ihtiyacın var mı? diye sordum. Sağ olsun beni kırmadı. Teneffüslerde yardım ediyordum.
Üç beş haçlığım çıkıyordu. Yazları da çalışıp liseyi bitirdim. Fakat üniversite okuyup öğretmen olmam imkânsızdı.

Köyü terk edip dışarıda çalışmaya başladım. İşime giderken bu diyarda güzeller güzeli Baharımı gördüm. Birbirimizi sevdik Baharın ailesi karşı çıkmasına rağmen evlendik. Çok mutluyduk. Bir bebeğimiz olacaktı. Bahar birden rahatsızlandı, hastaneye kaldırdım. Bebeğim kurtulmasına rağmen Bahar bir daha geriye dönmedi. Bebeğime kendim bakmak zorundaydım ve adını da Bahar koydum bir gün bebeğim rahatsızlandı. Doktorların müdahalesi yetmedi. Bebeğimde elimden kayıp gitti. Onu da annesinin yanına yolladım.

Bir süre direndim ama gücüm kalmadı. Bahar dönmüyor gelmiyor artık;
Elveda dünya. Bende onların yanına gidiyorum...

19 Kasım 2012 10-11 dakika 30 öyküsü var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (4)
  • 11 yıl önce

    Güzel bir yaşam öyküsüne imza atmışınız.beni son aşaması çok duygulandırdı.Sayın adaşım.Tebrik eder,sağlık dileklerimi sunarım.Çiçek...İzmir.

  • 11 yıl önce

    ..tüm detaylarıyla kendini soluksuz okutan iyi bir yazı olmuştu ustacaydı öykü sabahı güneşsiz çok ağır bir hüzündü ama objektif bakmaya çalıştım kurguydu elbette silkelenenip derin bir nefes aldım teşekkürle tebriğimi bıraktım..çok güzeldi üstad selamlar...

  • 11 yıl önce

    Diğer yorumculara da katlıyorum. Eser okuyucuyu ziyadesi ile merakta bırakıyor satırlar arasında gezinirken. Hüzünlü bir hikaye baştan sona kutlarım yürekten günün seçkisini ...👍😅👍

  • üstadım her ne kadar sayfama düşmese de böylesi harika bir yazı senin yazdıklarının içinde kaybolduğum gibi bu Öykünün de içinde de kayboldum hüzün ve çetin bir yaşamın izlerini naif çizgilerle kaleme almışsın beğenerek zevkle okudum hele sona gelindiğinde yaşanmaması gerekenler düştüğünde bir sigara içimlik mola verdim kendime derin bir ohh tan sonra keşke demekten kendimi alamadım kutlarım üstat alkışlarım urlanın naif kalemine gelsin....😙😙😙👑👑