Başka Dünyalar

Ahmet üçüncü derste acıktığını iyice hissetti. Derse girmeden önce arkadaşlarının kantinden aldıkları simitlerini yanında gazoz içerek yediklerinde başlamıştı bu his, susamlarını mavi önlüklerine dökerek, iştahla ısırdıkları taze simidin kokusu ne hoş gelmişti.

Açlıktan kıvranırken Ahmet'e öğretmen anlattığı konu ile ilgili bir soru sormak için seslendi;
-Ahmet..
Ahmet dersten çoktan kopmuştu, dikkati dağılmış kendi hissiyatı ile boğuşuyordu..
-Ahmeeet !!! sana söylüyorum.
Ahmet kızararak biraz da korkuyla ayağa kalktı.
-Efendim öğretmenim
-Söyle bakalım güneşin kaç tane gezegeni varmış dünyamız kaçıncı gezegenmiş...
Ahmet başını önüne eğdi.
-......
Öğretmen yanına geldi. Kulağına uzanıp hiddetle daha şimdi anlattım, neden dersi dinlemiyorsun diyerek bir güzel azarladı.


Aslında Ahmet zeki bir öğrenciydi, sorununu gidermesi gerektiğini düşündü, Teneffüs zili çalar çalmaz fırladı, Evleri uzak sayılmazdı koşarak önce okulun bahçesine, oradan da caddeye çıktı..
Cadde boyunu koşarak sokağa girdi epey sonra evin kapısında idi. Zile bastı, annesine durumu anlatacak kadar zamanı yoktu. Onun sorularına cevap vermeden ekmek dolabındaki ekmekten bir parça koparıp, bu defa okula doğru koşmaya başladı. Hem ekmekten ısırık alıyor hem de geç kalmamak için var gücüyle koşmaya devam ediyordu..

Kan ter içinde okula geldi zile yetişememişti, Sınıfının kapısındayken yorgun bacakları korkudan titriyor, kalbinin atışlarını duyuyordu, kapıyı tıkladı. İçeri girdiğinde şakaklarından akan ter sınıfa vuran güneşin aydınlığında daha da ortaya çıkıyor, yüzünde yıldız gibi parlıyordu.

Okkalı bir azar daha işitti öğretmeninden, hem öğretmenine ve hemde arkadaşlarına mahcup olmaktan, biraz da yorgunluktan kızaran yüzünü önüne eğerek yerine geçti, oturdu.
Kalbinin çarpıntısı hafifledikten sonra dersle ilgisi çoğaldı, Artık öğretmeninin anlattıklarını daha dikkatli dinliyor ve anlıyordu...

Son zil çalınca o günkü yaşadıklarını düşünerek evin yolunu tuttu. Oldukça yavaş adımlarla yürüyerek eve geldi. Annesi eline bir zarf sıkıştırdı, yaş günü davetiyesi idi içindeki, Yan binada oturan arkadaşı göndermişti Ahmet'e...

Ahmet davet edilmekten heyecan duydu, uygun bir hediye götürmeliydi ama ne götürecekti. Hayır hayır gidemezdi, eli boş gidilir miydi hiç yaş gününe.. Hem harçlığı falan da yoktu, olsa idi böyle bir gün yaşarmıydı hiç..

Ertesi gün Cumartesiydi, tatildi derslerine biraz çalıştı. Sonra sokağa çıktı kimse yoktu ortalıkta. Arkadaşlarını göremedi, halbuki her sokağa çıkışında mutlaka arkadaş bulurdu kendine..
Şöyle bir dolaşıverdi ellerini cebine sokarak. Sonra durumu fark etti, düşündüğüm gibi olmalı herhalde dedi. Ahmet kafasında bu yorumları yaparken, yan apartmanın ikinci katından bir pencere açıldı,
-Ahmeet!!!, Ahmeet!!!,
Sesi tanıdı, keşke sokağa bugün hiç çıkmasa mı idi, ama pencereden yakalanmıştı suçüstü, Arkadaşının yaş günü davetine gitmemenin mahcupluğuyla başını kaldırdı onunla göz göze geldi.
-Hadi gelsene, bütün arkadaşlar bizde sen de gelsene
Ahmet utanarak, gırtlağından zoraki bulduğu ses tonuyla,
-Ama ben hediye alamadım.
- Hediye şart değil yahu, gel hemen gel kapıyı açıyorum ben..

Ahmet oldukça hafif olan kilosunu zorlanarak taşıdı arkadaşının evine, artık davetteydi. Salondaki bir koltuğa oturdu, arkadaşları muziplikler yapıyor, oyunlar oynuyordu. O yerinden hiç kalkmadı. Hediyesiz gelmenin burukluğunu ve ilk defa gördüğü bir yaş gününü yaşıyordu. Çaylar, kurabiyeler ikram edildi, meyveler yenildi. Yaş günü pastasına mumlar yakıldı,
İyi ki doğdun Osman diyerek alkış tutan arkadaş gurubunun ortasında, Osman mumları bir solukta söndürdü. Sonra üzerinde 'İyi ki doğdun Osman' yazılı pasta dilimlenerek tek tek servis edilirken herkes hediyelerini vermeye başladı. Süslü, kurdeleli ambalajlar özenle açılıp getirenlerine memnunluk ifadesi bakışlarla, teşekkür edilirken Ahmet masanın üzerinde biriken hediyelere ve yere dağılan kurdelelere, rengarenk ambalaj kağıtlarına bakıp durdu. Yaş pastadan hiç yemedi. Israr ettiler ama o hak etmediğini düşünerek türlü bahanelerle tabağına bile dokunmadı.

Ahmet eve gelince annesine sordu;
-Anne benim yaş günüm ne zaman?
-.....
- Anne yani ben hangi gün de doğmuşum?
-Oğlum sen doğduğunda karpuz /kavun zamanımıydı neydi, Üzümler de yetişmişti.
Ahmet sorusunu yineledi. Annesi;
-Ağabeyin salla pati yürümeye başlamıştı..

Anlaşılan Ahmet'in yaş günü belli değildi, zaten yaş günü partisi yapması da mümkün değildi.

Bir burcu da yoktu,

Yıldızlar onun için hiçbir şey söylemeyecek, mahcupluklarından gökyüzünden sonsuza kadar hep yere bakacaklardı.

18 Haziran 2011 4-5 dakika 15 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 13 yıl önce

    Ahmet'in öyküsü,o da bir çocuk yine de sanki razı ona sunulanlara,kabullenmiş..

    Değiştirir mi yıllar Ahmet'i,

    Pek çok çocuk yaşıyordur aynı durumu, ama yemeliydi bir dilim pastayı..

    Bence Ahmet en mutlu olduğu gününü doğum günü seçmeli ve kutlamalı..

    Yaşamdan bir kesitti..

    Kutlarım Hayrettin Bey..