Başsağlığı

Mükemmel biri olduğumu düşünüyordum. En azından bunu istiyordum ve buna çalışıyordum. Ancak mükemmel bir insan olmak kolay değilmiş. Çünkü yaşadığım bir olay bana bunu gösterdi..

Bulunduğumuz bölge deprem açısından aktif bir bölgedir. Hemen her gece değilse de sık sık uyumak için girdiğimiz yatakta bu davetsiz konuğu bekliyor oluruz. Gece giyimimizden kapalı kapının anahtarına kadar herşeyi depreme göre hesaplar öyle yatarız..

Eğitimle ilgili olarak biri yıllık kursa gönderilmiştim. İlk aklıma gelen ne oldu biliyor musunuz? Bir yıl süre ile deprem korkusu yaşamadan rahat uyuyabileceğimi düşünmüştüm. Ancak Azerilere özgü bir deyim vardır. "Sen saydığını say, gör felek ne sayıyor" Benimki de bu deyimdeki gibi oldu.

Bir gün elimde fincan, ayakta kızlarla sohbet ede-ede çay içiyordum. Birden kaldığımız yurt binası şehirler arası yolculuk yapan otobüs gibi sarsılıp titremeye başladı. Kızlar korkudan ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Biri ise bilincini yitirmişti sanki. Çok sık deprem görüp yaşayanlar herkesten fazla korkarlar. Ben de o an öylesine korkmuştum ki arkadaşıma yardım etmeyi bile düşünememiştim. Elimdeki fincanı kapının ağzına atıp odadan çıktığım bir olmuştu. Çığlık sesleri korku üstüne bir korku getiriyordu. Ölmek ya da sakat kalmak tehlikesi gözümün önündeydi sanki. O merdivenleri göz açıp kapayasıya kadar inmiş dışarı çıkmıştım. Hem de hiç bir şeye ve hiç kimseye aldırmadan. Dışarı çıktığımda bilincim açılmıştı sanki. Birden arkadaşlarımı hatırladım. Belki de korku hissi içerisinde olan arkadaşlarım bunu hatırlamayacaklardı, ama ben bilincini yitirmiş arkadaşımı yardımsız bırakarak kaçtığım için utanıyordum. O an içimdeki korkuya aldırmadan binaya yönelip yukarı çıkmak, arkadaşlarımı bulmak, onlara yardım etmek geldi içimden.
Korkuyu üzerimden atmış, deprem bana hiçbir şey yapamıyacakmış gibi cesaretle doluydum. Ancak merdivenlere adımımı atar atmaz can havliyle binadan çıkmak isteyenler beni tekrar dışarı attılar. Az geçmeden arkadaşlarım geldiler. Bu defa başka bir endişemiz başlamıştı Üstümüzde uygun olmayan giysiler, bunun dışında lazım olabilecek herşeyimiz odalarda kalmıştı. Üstelik gece kalacak yerimiz de yoktu. Çünkü korkudan hiç kimse ne yukarı çıkmaya cesaret edebiliyor du ne de yeniden geceyi yukarıda geçirmeyi. O arada hiç sevmediğimiz, karşılaştığımızda sırt çevirdiğimiz, Fariz adlı arkadaşımız karşımızda beliriverdi. Kurs gördüğümüz üniversitenin yurdunda kaldığımızdan kendisiyle sık sık karşılaşıyorduk. Ancak ciddiyetten uzak, hemen herkesle şakalaşıp inciten biri olduğu için olabildiğince uzak durur, selam bile vernmezdik.
- Korkmayın, ben burdayım, dedi. Sizin için yukarıya çıkacağım, hadi söyleyin ne lazımsa odalarınızdan alıp geleceğim.
Kimseden ses çıkmamıştı. Ancak o bir anda gözden kaybolmuştu. Kısa bir süre sonra da her birimiz için uygun giysileri kapıp gelmişti. Hepimiz şaşırmıştık. En çok şaşıran da ben olmuştum. Çünkü giysilerim dışında kimsenin pek göremeyeceği bir çantamı alıp getirmişti.
- Bunu nerden bulup getirdin? diye sorduğumda:
- Sana gereken şeylerin hepsi bunun içinde, bulup getirdim dedi, hafiften sırıtarak.

O an ona karşı değişmiştik. Hatta arkadaşlarımdan biri "Kızlar, Allah bizi ona muhtaç etmekle sınava tabi tutuyor galiba. Bundan sonra onunla işimiz olmasın" demişti. Ne kadar bize kaynayıp karışsa da ve biz onu kabulenip aramıza almışsak da, ben içten içe kızıyordum. Çünkü bakışlarından rahatsız oluyordum. Gözlerime dik dik bakardı konuşurken, bazen de gözlerinin dolduğunu görürdüm. Yine de o konuşurken gözlerimi kaçırır sağa sola bakınırdım. Böylece arkadaşlığımızı sürdürdük kurs süresince. Önceleri bir-birimizi ara-sıra aradık. Sonra yılda bir defa. Daha sonra iki yılda bir. Telefon aramasının birinde iyi değilim demişti, hastaydı.

Aylar geçmişti..
Birden nedense onu hatırladım, iyi olup olmadığını merak etmiştim. Aradım elbette. Telefonu bir kadın açtı, o an ne yapacağımı bilemedim. Onun açısından sorun olmaması için konuşmadan telefonu kapattım. Bu defa aynı kadın beni aradı, açmadım. Mesaj attı. Şöyle yazıyordu: "Başımız sağolsun".. Donup kalmıştım oracıkta. Biraz kendime gelince ortak bir arkadaşımızı arayıp onu aramasını ne durumda olduğunu öğrenmesini ve bana haber vermesini söyledim. Belki yanlışlık vardır umudundaydım. Yazık ki az geçmeden ortak arkadaşımız aradı. Fariz üç ay önce dünya değiştirmişti. Bu haber ebedi ayrılışımızın onayıydı.

Anladım ki, mükemmel biri değildim. O duygusal anlamda seviyor olsa bile, onu insan olarak sevmem gerekiyordu. İnsana insan olarak değer vermem gerekiyor..


(Bana öyküyü türkceye çevirmede yardımçı olmuş değerli arkadaşım Abdullah Yılmaza derin teşekkürler)

17 Mart 2011 4-5 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (7)
  • 13 yıl önce

    Etkileyici güzel bir öykü.. Kutluyorum Sevda Hanım Selamlarımla

  • 13 yıl önce

    gerçeklik payı olan harika bir öykü etkilenmemek mümkün değil sevgiler..

  • 13 yıl önce

    Okurken hüzün kapladı.......Güzel anlatım.Tebrikler

  • 13 yıl önce

    İç burkan, biraz hüzünlü bir öykü kutlarım içtenlikle Sevda Hanım...👍

  • 13 yıl önce

    İçeriği oldukça hüzünlü bir öyküydü. Okurken yaşadıklarınızı hissettim. Öykünüz pek çok şey düşündürdü bana. Evet depremden korunma konusuna bir kez daha dikkat çekmişsiniz. Hazırlıklı olmak çok önemli. Sonra ön yargı konusu bu da çok önemli. Bazen yanılabiliyoruz. Tabi ki insanın olgunluğunun en büyük göstergesi kendine öz eleştiride bulunabilmesidir. Kendimizi doğrumuz ve yanlışımızla değerlendirmesi bilmeliyiz. Böyle olgunluğa ulaşabiliriz. Bence siz çok iyi yürekli bir insansınız. Aynı zamanda iyi bir de öykü yazarı. Güne gelmenize çok sevindim. İyi ki okumuşum. Tebrik ederim. Saygılarımla... Abdullah Beye de teşekkürlerimi sunuyorum.