Bastonlu Adam Ve Beyaz Sakallı Amca

İlkbahar yağmurlarının henüz dinmediği serin mayıs aylarından biriydi. Saat sabahın ikisini vurmasına rağmen İhsan'ın zerre kadar uykusu yoktu. Sabah erkenden kalkıp girmesi gereken bir deneme sınavı vardı. Ardından da birkaç haftadır uğramadığı okuluna gidip sene sonu gireceği sınava hazırlanmak için aldığı doktor raporunu teslim edecekti.
Uzunca bir yol yürümesi gerekiyordu. Sınava gireceği yerle, okulu birbirine çok ters kalıyordu. Açıkçası ertesi gün hem beyin açısından hem de vücut açısından epey yorulacağı gün gibi ortadaydı.
İhsan bu sebeple oturduğu yerden hem ertesi günün ayrıntılı bir planını kafasında tasarlıyor hem de televizyon seyrediyordu. Yalnız tuhafına giden bir durum vardı. Ertesi gün o kadar soru çözüp, yol yürüyüp günün sonunda vücuduna yenik düşeceğini çok iyi biliyor ama gecenin ilerleyen saatlerine rağmen hiçbir tedirginlik hissetmeden gönül rahatlığıyla televizyonunu izlemeye devam ediyordu. Sanki bu gece onu zırt pırt rahatsız eden kuralcı yanı ondan önce uyumuş gibiydi. Bu güzeldi...
Bu rahatlıkla uyku girmeyen gözleri daha da açılıyor, bugün ne kadar az uyursa uyusun sabah dingin bir kafayla uyanacağına ilahi bir emir almışçasına inanıyordu. Televizyon da Charles Dickens'in Oliver Twist'inin sinema uyarlaması vardı. Film bittiğinde saat üçe yaklaşıyordu. Tüm kanalları birkaç defa zaplayıp hep aynı sıkıcı görüntülerle karşılaşınca artık uyuma vaktinin geldiğini anladı ve üstünü bile değiştirmeye gerek duymadan ince çarşafın altına attı kendini
Sabah kalktığında saat sekiz olmuştu. Sınav dokuz buçuktaydı. Üzerini değiştirdi, kahvaltısını evde kimse olmadığı için yalnız başına yaptı. Saçlarına ve kıyafetine çeki düzen verdi. Kalemini, silgisini, doktor raporunu aldıktan sonra çıktı evden. Sınavdan çıktığında girdiği en başarılı sınav olduğunu düşünüyordu, buna sevinmişti fakat cevap kağıdını aldığında tüm sevinci kursağında kaldı. Dikkatsizliğinin kurbanı olmuştu. Fakat bunu bir üzüntü ya da kaygı sebebi olarak asla görmedi. Sadece bir deneme sınavıydı ve bu her köşesinde şarkılar çalınan güzel bahar gününü zehir etmeye değmezdi.
Okula gitmek için otobüs durağına gitti. Yarım saat beklemesine rağmen otobüs hala gelmemişti. Diğer günlerde on on beş dakikada bir gelen otobüs bugün hala gelmemişti. Sanki gizli, ilahi bir el otobüsü tutuyor, İhsan'ın engel olmaya çalıştığı sinirlerini yay gibi germeye çalışıyordu.
Tam bu sırada ince yapılı, uzun boylu, kalın cam gözlüklü, kırk beş, elli yaşlarında bir adam elindeki bastonuyla ve yaşından beklenmeyen bir çeviklikle İhsan'a yaklaştı. İhsan adamın kendisine otobüsü soracağını sanmıştı. Bastonlu adam:
'Affedersiniz beni yolun karşısına geçirebilir misiniz' diye sordu.
Bugün ihsan'ın çevresinde dolanan ilahi el bu kez bastonlu adamı sebep kılarak kendini gene göstermişti. İhsan o anda bastonlu adama müthiş bir sevgi ve şefkat duydu. Bu yüzden hiçbir yabancıyla konuşmadığı kadar istekli ve samimi konuştu onunla.
'Tabiî ki de efendim, ne demek. Tabiî ki de sizi yolun karşısına geçiririm.'
İhsan'ın bu sıcak ve yardıma hazır hareketlerinin de etkisiyle bastonlu adam tüm hayatı buna bağlıymış gibi sımsıkı kavradı İhsan'ın kolunu. Ardından bastonlu adam biraz da mahcupluğundan olsa gerek:
'Çok teşekkür ederim delikanlı. İşin falan yok değil mi? Diye sordu. İhsan 'hayır' diye yanıt verdi. Bastonlu adam daha önce yalnız başına karşıya geçmek isterken arabaya çarpıldığını bu yüzden tek başına karşıya geçmeye korktuğunu söyledi.
Bastonlu adamın bu sözü üzerine İhsan şefkat duygusunun yanında hafifte olsa acıma hissediyordu. Adamı yolun karşısına geçirdiğinde İhsan'a defalarca, defalarca içten teşekkür etti. Teşekkürü o kadar içtendi ki adamın, ağzından çıkan her kelimeyi altın değerindeymiş gibi tüm dikkatiyle dinlemekten kendini alıkoyamadı İhsan.
Bastonlu adam kendi yoluna gittiğinde ihsan arkasına dönüp başını havaya kaldırdı. Dudaklarının mutluluk dolu gülümsemesine gözleri de eşlik ediyordu. Ardından içindeki insanlığa dair duyguların büyük bir ateşle harıl harıl hala yanmakta olduğunu uzun zaman sonra bir kez daha gördü. Bu duygunun kendisinden hiç gitmemesi için Allah'a yalvardı.
Tekrar yolun karşısına geçti. Biraz önceki moral bozukluğundan eser kalmamıştı. Ve daha üzerinden bir dakika geçmeden beklediği otobüs geldi. Sanki otobüs İhsan'ın bastonlu adama yardım etmesi beklemiş o yüzden geç kalmıştı. İhsan otobüse binerken vücudunun her zerresi mutluluktan uçuyordu adeta çünkü bugün peşini hiç bırakmayan o ilahi iyilik meleğinin de onunla birlikte bindiğini çok iyi biliyordu.
Okulda raporu müdüre teslim edip birkaç öğretmeniyle görüştükten sonra okuldan çıkıp otobüs durağına giden o uzun yola istemeye istemeye atıldı. Karnı acıkmış , açlığı az önce indiği otobüsün de sallamasıyla iyice perçinlenmişti. Yorgunluğu da iyice artmıştı. Tek isteği yolun bir an önce sona ermesi , eve varıp ve karnını doyurduktan sonra derin bir uyku çekmesiydi . Henüz daha yüz metre kadar yürümüşken yaşlı, hafif göbekli, beyaz sakallı, biraz iri fakat bir o kadar da sevimli bir amca, evinin önünden kendisine sesleniyordu. Arkasında durduğu arabayı işaret etti ve:
'Yeğenim arabadaki eşyaları içeriye bir taşıyıverir misin? Biz iyice yaşlandık taşıyamıyoruz artık.' Dedi.
İhsan bu sefer hiç şaşırmadı. Aksine artık beklediği bir şeydi bu.
'Tabiî ki bey amca siz yorulmayın ben onları sizin için taşırım siz nereye götüreceğimi söyleyin yeter.' Dedi.
Bastonlu adama göre daha yaşlı olan bu ak sakallı amca İhsan'a eşyaları götüreceği yeri gösterdi. İhsan o anda tüm açlığını ve yorgunluğunu unutup kendini bu yaşlı insana yardım etmenin tatlı hazzına bıraktı. Bütün poşetleri içeri taşıdığında dışarıdan ak sakallı amca içeride İhsan'ın yanındaki hanımından İhsan'a biraz para vermesini söyledi. Yaşlı teyze İhsan'ın tüm reddetmelerine rağmen teyzenin cebine bir lira koymasına engel olamadı. Bunun üzerine birbirlerine teşekkür ettiler ve İhsan dışarıda beyaz sakallı amcanın yanına çıktı. Onun da elini öpüp karşılıklı teşekkürleştikten sonra İhsan eskisinden iki kat daha büyütmüştü içinde yanan ateşi.
Kendisine verilen bir lira maddi olarak pek değeri olmasa da manevi yönden çok ama çok ama çok değerliydi. Önce bu parayı hiç harcamamayı, saklamayı düşündü fakat sonra vazgeçti. Marketten aldığı bisküvi ile açlığını yatıştırdı. Küçücük bisküvinin kendisini böyle doyurmasını paranın manevi değerine bağladı.
Evine geldiğinde bilgi yönünden pek olmasa da erdem ve adı gibi İhsan yönünden bir hayli yol almış hissinin tatlı sevinci vardı üzerinde. Bu sevinçle günün vücuduna verdiği yorgunluğunun da etkisiyle tatlı bir uykunun kollarına teslim etti kendini...

(Bir lise öğrencisinin gerçek günlüğünden)
26.05.2008

11 Temmuz 2011 6-7 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 14 yıl önce

    Dostum süper olmuş o günleri hatırladım bir anda. Sizin oraların gece sessizliği, Aşka Sor filmi ve pc ışığında içilen sigaralar. Güzeldi.

  • benim yardımsever şiirkoliğim :) inşallah daha güzellerini yazarsın ben de bir çok kez daha gurur duyarım seninle :)