Begonvil

"Çiğdem!"

Sesin geldiği tarafa baktım.

 Çiğdem akasyanın arkasında kaldığı için göremedim ama seslenen kadınının soğuk bir bakışıyla karşılaşınca mahcup bir şekilde döndüm.

O ana kadar balkonda oturmuş çayımı yudumluyor aklım hala bitiremediğim öykü ile meşgul etrafa bakınıyordum. İleride, yeşil düzlüğe serpilen ağaçların bittiği yerde göl serin bir mırıltıyla dalgalanıyor kuşlar gölgeleri suda oynaşarak uçuyordu.

"Efendim canım." dedi Çiğdem akasyanın yaprakları arasından. 

Oturduğum yerden sıçradım.

Hatice'nin sesiydi bu. Kulaklarıma bir kılıç gibi saplanmıştı. Saç diplerime, tenime bir uyuşma hissi yayıldı. Elim ayağım titredi bir anlığa. Nasıl olur diyerek ayağa kalktım. Merakla o tarafa döndüm.

“Kaybolmazsın değil mi?" dedi balkondaki kadın. Ayağa kalkarak onları izlediğimi görünce yadırgayan bir ifade ile bana bir daha baktı.

Donup kalmıştım. 

“Buralardayım merak etme." dedi.

Onu göremiyordum ama "Beni de bekle hayatım!" diyecektim nerdeyse.

Birkaç saniye sonra görüş alanıma girdi Çiğdem.

Önden düğmeli, omuzlarını açıkta bırakan askılı mavi kot bir elbise giymişti. Ellerini elbisesinin ceplerine koymuş sabah serinliğini içine çekerek yürüyordu. Her adımında omzuna dökülen saçları dalgalanıyor, yüzünün güzelliği, boynunun zarafeti ortaya çıkıyordu.

Sarsılmıştım gördüğüm karşısında. Çiğdem yürüdükçe kalbim titriyordu. Bu mümkün olmayan bir haksızlıktı. Uyuşmuş bir haldeydim. Bardağımı masaya bıraktım. Kalktım.

Balkon demirlerine dirseklerimi dayayarak onu izlemeye koyuldum. İnce bir acı, çatlaklarından sızıyordu kalbimin derinliklerine. Yüzümün dağıldığını hissediyordum ama yine de Çiğdem'e bakmaktan kendimi alamıyordum. Hayat bana bir oyun hazırlamıştı bu sabah. Hızla akan bir taşkına kapılmış gibiydim. Kurtulmak için çırpınmıyordum bile.

Telefonuyla fotoğraf çekinmeye başladı. O gülümseyip ekrana bakarken bulutlar şekilleniyor, ağaçlar yeşilin en güzel bir tonunu takınıyor, rüzgâr saçlarının arasında yumuşacık dolaşıyordu. Kısa bir an önümde durdu. Fonda duvara tırmanan begonvil olacak şekilde selfi çekti. Ellerinin duruşu, yürüyüşü, saçlarının rengi her ayrıntı zihnimin hiç kapanmayan karanlık kuyularında saklı benzerini anında buluyordu. Büyük siyah gözlerinden, dudağının kenarındaki küçük gamzelerden, yüzünün bir kısmını örten saçlarının okşadığı omuzlarından gözlerimi alamadığım için kendimi suçluyordum.

Balkondaki kadın bir daha bana bir bakış atıp hırsla sandalyesine çöktü. Dönüp masaya oturdum ben de. Başım önümde adımlarının sesini dinliyordum Çiğdem'in. Az sonra önümden geçti. Bakışlarımı kaldırıp bakamadım.

Hızlı adımlarla suya doğru indi. Elinde telefonu etrafın fotoğraflarını çekiyordu. Biraz

ileride durdu. Yüzü bana dönüktü. Göl manzarasını arkasına alarak ekrana gülümsüyor saçını

yüzüne döküyor eliyle işaretler yaparak selfi çekiyordu.

Gölün kıyısına indi. Her ayrıntıyı sonra zihnimdeki benzerleri ile karşılaştırmak için

büyük bir iştahla kaydettiğimi fark ettim. Bir sanat eserinin her detayını inceleyen başka bir

sanatçı gibiydim. Onu izlemek bana dayanılmaz bir haz ile birlikte dayanılması güç derin bir

acı veriyordu. Ona bakmak istiyordum. Zihnimin derinliklerinde ne varsa onun avuçlarına

döktükten sonra düştüğüm yerden doğrulmak istiyordum.

İçeri girmek için kalktım. Eve girdiğimi görmesini istiyordum ama o kendi dünyasında

kendi düşleriyle meşguldü. Yavaş adımlarla içeri girip kapıyı kapattım. Hızlıca üst kata

koşturup pencerenin perdesini hafifçe araladım. Duvara tırmanan begonvilin bu pencereye

kadar uzayan çiçeklerini gördüğüm an olduğum yerde çivilenmiş gibi durdum. Çiğdem'i

izlemeden bir saniye bile geçirmek istemiyordum ama bakmadım. Orada olmasından,

varlığından büyük bir haz alıyordum ama bakışlarımı begonvilin pembe çiçeklerinden

alamadım.

Büyük bir hayranlıkla

onu izlemek istiyordum ama gözlerimi ona çevirdiğim anda içimde dayanılmaz bir ağlama

isteği yükseliyor bakışlarım bulanıklaşıyordu. Bundan sonraki hayatımda onun varlığını

bilmek başka bir yük olacaktı omuzlarımda. Ne vakit bir kadın güzelleşse ardından bir gidiş

başlardı içimde. Yangın yeri olurdum. Kendimi günlerce karanlık bir köşesine atardım

hayatın. Sonra begonvilin tırmandığı pencerenin dibine otururdum. Hatice'nin harika olacak

dediği, beraber diktiğimiz begonvil. Pencereyi kuşatsın istiyordu ama yattığı yerden uçları

görünüyordu sadece pembe çiçeklerin. Kollarıma alıp pencereye kadar taşıdım umudunun

tükendiği bir gün. Solgun yüzüne bir tebessüm yayıldı. Dudaklarının kenarındaki küçük

gamzelerde gölgeler oynaştı. Çok güzel olmuş yakında pencereyi saracak dedi. O yakın onun

için çok uzaktı.

Pencereden sarkıp baktım diğer odanın penceresine. Begonvil pembe çiçekleriyle

tırmanıyordu duvara. Çepeçevre sarmıştı kapalı panjuru.

Çiğdeme baktıkça ağlamak istiyordum. O an bu güzelliğin yakınında

olduğum için, böylesi duru bir güzellik var olduğu için ya da saçları omuzlarında savrulduğu

için dünya çok daha güzel bir yerdi. Dünyayı daha güzel gördüğüm için dudaklarımı hırsla

ısırdım. Gözlerimden yaşlar bir anda boşandı. Yine de yüzümün bir tarafında silinmeyen bir

tebessüm duruyordu.

Bilgisayarımı alıp alt kata indim. Uzun uzun ekrana baktım. İçimde mısralar, şiirler, kelimeler dolaşıyordu. Her birinde bitmeyen bir özlem

vardı. Yeni bir heyecan vardı. Tanrım bana sevme yetisi verdiğin kadar unutma yetisi

verseydin. İçimde olan şeyden utanıyordum. Yorulmuştum güçlü olmaktan.

Tüm bunları

düşünmemek için hikâyemi tamamlamaya çalıştım. Uzun süre yazdığım her cümleyi sildim.

İçimdeki bu karmaşadan kurtulmadan tek bir kelime bile yazamazdım. Bu süre boyunca

gözlerim sürekli olarak pencereye kayıyor onu görmek, varlığını hissetmek istiyordum.

Dışarı çıktım. Yüzümde bir tebessüm kırıntısı, bakışlarım önümde suçlu bir çocuk

edasıyla pencerenin dibine gittim. Begonvilin pembe çiçekleri Hatice'den sonra maviye

boyadığım panjuru tamamen kaplamıştı. Bunu görse ne çok mutlu olurdu. O da sırtını duvara

dayar çenesini şimdi yaptığım yukarı gibi kaldırıp başının üstünden çiçekleri görmeye

çalışırdı. Sonra gülerek bana dönerdi. 'Teşekkür ederim.' derdi. Durduk yere teşekkür ederdi.

Yukarı bakarken pembe bir yaprak panjurdan süzülerek yüzüme düştü. Aldım. İçimde

ağlamak isteği dışında hiçbir şey yoktu. O yaprağı Hatice bana göndermişti. Avucumun içinde

tutmuş bakıyordum.

"Merhaba."

Bir kez daha irkildim. Çiğdem yanımda duruyordu. Bakışlarımı kaçırarak "Merhaba."

dedim.

"Eve geçerken sizi gördüm iyi misiniz?" dedi.

"İyiyim." dedim. Yüzümdeki gülümsemeye karışan yaşlar döküldü.

"Ne oldu?" dedi. Yaklaştı. Başını uzatarak avucuma baktı.

"Begonvil." dedim.

Gülümsedi. Dudaklarının kenarlarınki küçük gamzelerde gölgeler oynaştı.

07 Aralık 2025 6-7 dakika 2 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar