Bekir'in Melodisi
Bekir’in elleri gene titriyordu. Yirmi yıldır böyleydi bu eller. Tıpkı babasından dayak yediği günlerdeki gibi. Ama şimdi farklıydı titreme. Şimdi içinde bir şeyler kımıldıyordu.
Müzik okulunun kapısında durmuş, sokağı seyrediyordu. Karşıdaki bakkalın önünde oturan Mehmet Amca, her zamanki gibi çay içiyor, gazetesini okuyor. İki sokak öteden gelen çocuk sesleri, top sesleri. Hayat işte. Olağan, sıradan, güzel hayat.
"Ne diye böyle duruyorsun orada?"
Müdür Hanım’ın sesi. Her zamanki gibi aceleyle, her zamanki gibi biraz sert.
"Hiç öyle," dedi Bekir. "Biraz hava alıyordum."
Aslında düşünüyordu. O küçük Ayşe’yi düşünüyordu. Dün akşam eve gittiğinde aklından çıkmamıştı çocuğun o parlak gözleri. "Öğretmenim, ben büyüyünce sahneye çıkabilir miyim?" demişti. Böyle sorunca da Bekir’in içi acımıştı. Kendi çocukluğunu hatırlamıştı.
On yaşındaydı galiba. Mahallede bir düğün vardı. Davulcu ile zurnaçı gelmiş, çalıyorlardı. Bekir de orada, müziğin büyüsüne kapılmış, ayaklarının ucunda zıplıyordu. Eve geldiğinde babasına söylemişti:
"Baba, ben de müzik çalmak istiyorum."
Babası gazetesinden başını kaldırmamıştı bile. "Ne müziği oğlum, sen dersine çalış. Müzik bizim işimiz değil."
İşte o gün. İşte o cümle. Yirmi yıl geçmiş, babası çoktan toprağa girmiş, ama o söz hâlâ Bekir’in içinde yaşıyordu. Nefes alıyordu sanki.
Şimdi burada, bu küçük müzik okulunda çalışıyor. Çocuklara piyano öğretiyor. İyi de öğretiyor aslında. Çocuklar seviyor onu. Sabırlı, yumuşak. Hiç bağırmaz, hiç kızmaz. Kendi çektiğini çocuklara çektirmez.
Ayşe de gelir her salı. Minik elleriyle tuşlara dokunur, gözleri parlar. İçinden bir şeyler taşır o çocuk. Bekir görür bunu. Tanır çünkü. Kendi çocukluğundaki o ateşi tanır.
"Öğretmenim," demişti dün, "annem bana kızıyor. ’Sürekli piyano çalma sesi geliyor evden’ diyor. ’Komşular rahatsız oluyor’ diyor."
Bekir’in yüreği sıkışmıştı. "Sen çalmaya devam et Ayşe’m," demişti. "Müzik güzel şey. Güzel şeylerin sesi rahatsız etmez kimseyi."
Ama gece yatağında düşünürken kendine kızmıştı. Niye böyle söylemiş? Niye çocuğu cesaretlendirmiş? Kendi hayallerini çocuğa mı yüklüyor?
Hayır, değil. O çocukta gerçekten var bir şeyler. Parmakları tuşlarda dans ediyor sanki. Müziği içinden geliyor. Tıpkı kendisinde olduğu gibi. Eskiden.
Konservatuvar sınavında elenmişti. "Yetenek yok" demişlerdi. Yalan! Vardı yeteneği. Ama o günlerde öylesine çekingenmiş ki, öylesine korkakmiş ki, sesini bile çıkaramamıştı. Babası da yoktu yanında. Kimse yoktu.
Şimdi düşünüyor da, belki o jüri üyeleri haklıydı. Belki gerçekten yeteneği yoktu. Ama Ayşe’de var işte. Görmüyor mu herkes? Bu çocuk farklı.
Müdür Hanım’ın sesi gene duyuldu: "Bekir, üçte Mehmet gelecek keman dersi için. Hazır mısın?"
"Hazırım," dedi Bekir. Her zamanki gibi.
Ama bu sefer farklı bir şey vardı sesinde. Kendisi de fark etti. Daha kararlı, daha güçlü bir şey.
O gece eve dönerken sokakta Ayşe’yle karşılaştı. Annesiyle beraber bakkaldan çıkıyorlardı.
"Öğretmenim!" diye koştu yanına. "Annem müzik aleti alacak bana!"
Bekir, Ayşe’nin annesine baktı. Orta yaşlı, yorgun bir kadın. Ama gözlerinde sevgi vardı.
"Çok istiyordu," dedi kadın. "Sürekli evde çalma sesi geliyor. Dedim ki, madem bu kadar istiyor, alalım küçük bir klavye."
"İyi ediyorsunuz," dedi Bekir. "Bu çocukta gerçekten yetenek var."
"Sizce öyle mi?" diye sordu anne. "Ben hiç anlamam bu işlerden."
"Evet," dedi Bekir. Bu sefer sesinde hiç tereddüt yoktu. "Gerçekten öyle."
Eve geldiğinde uzun zamandır yapmadığı bir şey yaptı. Eski piyanosunun başına oturdu. Tuşlara dokundu. Tozluydu. Bazıları ses çıkarmıyordu.
Ama çalmaya başladı. Eskiden çaldığı o parçaları değil. Kendi içinden gelen bir şeyleri. Yavaş yavaş, titrek titrek. Ama güzeldi. Kendisine ait olan bir şeydi.
Komşudan ses geldi: "Bekir, bu saatte çalma ya!"
Durdu. Sonra gene başladı. Biraz daha alçak sesle, ama çalmaya devam etti.
Çünkü artık biliyordu. Çok geç değildi. Hâlâ çalabilirdi. Hâlâ müzik yapabilirdi. Belki sahneye çıkamazdı, belki ünlü olamazdı. Ama bu yeterdi işte. Bu kendi müziğiydi.
Ve Ayşe... O çocuk sahneye çıkacaktı. Bekir buna inanıyordu artık. Çünkü o çocukta kendisinde olmayan bir şey vardı: cesaret.
Bekir ona bu cesareti vereceğini biliyordu. Çünkü artık kendi sesini duyuyordu. Artık kendi melodisini çalıyordu.
Piyano sustu. Ev sustu. Ama Bekir’in içinde müzik çalmaya devam ediyordu. İlk kez böyleydi bu. İlk kez kendi müziği vardı.
Ve yarın, Ayşe geldiğinde ona söyleyecekti: "Çal Ayşe’m, çal. Sesini duyuralım bu dünyaya."
Turgay Kurtuluş