Belçika'da Wiski Degüstasyonu 2


Blue Label (Mavi) serisi hakkındaki düşüncelerimi yazarken; Meşe palamudundan bahsettim, wiski kendi anavatanında azami 12 yıl meşe ağacından yapma fıçılardan dinlendirilerek, bütün bileşenleriyle olgunlaştırılıp, istenilen kalitede kıvamına geldikten sonra, şişelenmesine onay veriliyor. Zengin aroma özelliklerinden, elma kurusu Portakal ve kızılcık gibi o anda hissettiklerimi yazdım.

Damak tadı konusunda ise, Geven otu köklerindeki yağ olayını anlattım, ancak burada yazarken küçük bir sorunla karşılaştığımı hissettim, Geven otunun Fransızca anlamını yazamadım. Biliyorum, aslında çok önem arz etmiyordu, fakat hiç yazmasam da olmayacaktı, sonuçta Türkçede olduğu gibi “Geven otu“ seklinde yazıp notlarıma eklemeye karar verdim.

Zaman bir hayli hızlı geçti, gece yarısına doğru anons yapıldı ve sona yaklaşıyorduk, bardağımı son kez Blue Label’dan doldurdum, fondip yaptım, zaten hafiften başım dönüyordu. Kalkıp diğer masalardaki katılımcılarla sohbet etmek, onlarla tanışmak, gece hakkındaki düşüncelerini ve duygularını öğrenmek istedim. Hemen herkes ayni fikirde bu son içki diğerlerinden daha mükemmel görüşündeler. Açlığımızı giderebilmek için birlikte, deniz mamulleri ağırlıklı, bir şeyler atıştırdık, gruplarla sohbetler ettik, kapanış konuşması yapılırken, herkese teşekkür edildi. Bütün katılımcılara birer torba içerisinde Johnnie Walker küçük serilerinin olduğu 6 şişelik hediye paketleri ve degüstatör sertifikası, özel kalemler vs. verildi. Birbirimize karşı İyi dilek ve temennilerde bulunduk. toparlanıp ayrılmayı düşünüyordum ki, salonda özel ışıklandırmalarla dans ve eğlence müziği başladı.

Elinde kırmızı şarap bardağıyla, kalabalığın içinden birileri geldi, orda olduğunu ilk kez gördüğüm biri, koluna gelişigüzel astığı lüks bir çanta, üzerinde al kırmızısı, diz üstü şık bir elbise, bal rengi düz saçlarını arkadan renkli bir fularla bağlamış, gözler buğulu, dolgun dudakları, uzun ince ve pürüzsüz bacaklarıyla, oturduğum masanın tam karşısında duruverdi.

---İyi aksamlar Mösyö,,,

---İyi aksamlar hanımefendi,,,

---Nazilsiniz, nasıl gidiyor,?

---Teşekkürler,,, biraz içtik ama her şey kontrol altında. Oturmak istermisiniz, ?

---Hayır teşekkürler böylede iyi, yeni geldim, öylesine dolaşmak istiyordum.

---Güzel,,, Aslında ben program bitince dağılacağımızı sanıyordum, gideceğim şehir uzak. Müzik başlayınca, biraz daha kalmaya karar verdim.

---Hangi şehirden geldiniz,,, ?

---Liége’den,,, yani kısacası buraya yaklaşık yüz km uzak bir şehirden yalnız geldiğimi, böyle bir organizasyona ilk kez katıldığımı dilimin döndüğü derecede anlatmaya çalıştım.

Biraz sessizlik oldu aramızda, salondakiler müziğe odaklanmış, çevremizdeki insanların bu güzelim anı fırsat bilip dansa kalktığını görüyorum. Oldukça samimi bir şekilde yaklaşıp,,,

--- dans etmek istemez misiniz, ? dedim.

Bilinçli ve elit bir kadındı, konuşması ,hal ve hareketleri tavırları ne istediğini bilecek derecede gayet netti. Gözlerimle gözlerine odaklandım, biraz baskı kurmaktı amacım ama nafile, odaklanmaz olsaydım. Bu tarz kadınlarla göz temasında bulunduğunuz zaman zayıflar; genelde utanır veya fazla temastan kaçınır, bunda özgüven tavan yapmış adeta içimi okuyor. Rol yapmadan gayet sakin ve doğal olmaya çalıştım, fazla direnmeden beni taramasına müsaade ettim.

Bu rastladığım ilk durum değil, hatta bu konularda biraz deneyimli olduğumu söyleyebilirim. Bu tarz kültürlü kadınların kendilerine has belirgin özellikleri vardır. Aradıkları partneri bir türlü bulamadıklarından dolayı, genelde yalnızdırlar. Fazla arkadaş edinmezler, fazla güvenmezler. Samimi, seviyeli kendine özgü ilişki tarzları vardır. Çalışma hayatının içinde olsalar da olmasalar da ekonomik özgürlüklerini şu veya bu şekilde kazanmışlardır. Dolayısıyla sorunlarını çözmede kimseye ihtiyaç duymazlar. Statü ve saygınlıklarından asla ödün vermezler. Evli olmaları sizleri şaşırtmasın. Bu içerisinde bulundukları çevre, yozlaşmış insan ilişkileri ve kokuşmuş sistemde biraz olsun nefes alma gerekliliği hissettikleri içindir.

Erkeklerin büyük bir bölümü bu tarz kadınlarla iletişim kurmazlar, kurmak istemezler. Erkeklik gururları zedelenir. İstedikleri gibi at oynatamayacaklarını bilirler. Hemen her konuda ben bilirim, ben kazanır ben harcarım, eve istediğim zaman gelirim, gerekirse fiziksel şiddet uygularım höykürmeleriyle egosu tavan yapmış, klasik Türkiyeli erkek profili geldi nedense aklıma. Bu tarz erkeklere rastlamışsınızdır çevrenizde. Statüleri ne olursa olsun bu tarz kadınlarla birlikte olmaktan veya evlenmekten kaçınırlar. Olurda kazara evlenenler varsa bile, bunlarda ellerindeki kıymetli cevherin farkında bile değillerdir.

Gülümsedi ve,,,

--- Sizin gibi bir beyefendiyi nasil reddedebilirim dedi.


Elimizdeki kadehlerden birer yudum aldık, masaya bıraktık. Sonra, bir elimle yumuşak elini alıp avucumda tuttum. Salonun ortasına kadar birlikte yürüdük, diğer elimle, ince belini kavradım. Sarmaşık gibi sarıldık birbirimize, konuşmadık bir süre, müziğin ritmine bıraktık kendimizi. Sanatçı Berlin söylüyor : Take My Breath Away (“Nefesimi kes” Seni izliyorum bu sonsuz okyanusta, Aşıklar utanç nedir bilmez, bizi kader bağladı, asla tereddüt etmiyorum, Nefesimi kes”.)

Bayağı içmiştim, açıkçası biraz kendimden çekindim. İnşallah midem bulanmaz, böylesine güzel bir kadınla birlikteliğimizde pişman olacağım şeyler yaşamam diye dua ettim. Onun dışında her şey çok güzel, kafa güzel, dengemi sağlamakta biraz sorun yaşıyorum ama önemli değil, benim gibi ciddi ve asık surat bir adam gitmiş, yerine sürekli gülümseyen bir insan gelmiş. İnanın kendimi hiç bu kadar rahat ve özgüvenli hissetmedim.

Kalbi kuş gibi çarpıyordu, adını sordum, gözlerime baktı, Sofi dedi. Memnun oldum. Bende Suat, dedim.

---Sofi bir şey söylemek istiyorum, sizi görünce çok etkilendim, biliyorum belki klişe olacak ama inanın çok güzelsiniz, yüzü kızardı, biraz utandı, teşekkür etti.

---Sizde öyle, sizi çok şık buldum, dedi.

Kendisine teşekkür ederek,,,

---Sizi burada daha önce görmedim, salonda yoktunuz sanıyorum.

--- A evet, arkadaşım Anna burada, kendisi profesyonel degüstatör, ben onun daveti üzerine geldim, çok ısrar etti, dayanamadım, programın sonuna doğru, sadece eğlence bölümüne katılacağımı söyledim..

--- İşiniz nedir, yani tam olarak ne iş yapıyorsunuz. ?

---Ben gazeteciyim, İtalya’da ünlü bir gazeteye haber yazıyorum.

---Ha İtalyan’sınız yani,,

---Evet, ,,, ya siz,,,?

---Bende Türkiye’den geldim, politik sorunlar vs., boştayım. şu anda herhangi bir iş yapmıyorum, bütün gücümle Fransızca öğrenmeye çalışıyorum.

---Ne güzel bolca zamanınız var demektir.

---Ama görüyorum ki siz Fransızcayı çok daha güzel kullanıyorsunuz.

---Olabilir, ben burada doğdum, ama eğer isterseniz bu konuda size yardımcı olabilirim.

---Teşekkür ederim çok naziksiniz,,,

Müziğin sesinden zaman zaman, konuşmalarımız net olarak anlaşılmıyor, ikimiz de gülüşüyoruz. Kulaktan kulağa hafif yüksek sesle tekrarlıyoruz. Bazen de, bir kelimeyi yanlış yerde kullandığımı görüyor ve gülerek bana doğru şeklini anlatmaya çalışıyor.

Haydar amca geldi aklıma.

Oturduğumuz bölgede Haydar isminde madenlerde çalışan emekli bir amcamız vardı, Çorum’dan isçi olarak gelmiş uzun yıllar burada olmasına rağmen dil öğrenememişti. Gırgır şamata neşeli bir insandı, bizlere şöyle bir tavsiyede bulunmuştu.

“Gençler diyordu, yabancı bir ülkede dil öğrenmek bir sanattır, defterle kalemle yada bol bol not tutmakla bu iş olmuyor. Sizler henüz çok yenisiniz, çok gençsiniz, size iki ayaklı sözlük gerek, dil-dile değmedikçe, bu dili öğrenemezsiniz ”.

Bütün salon müziğin etkisinde dans ediyor. Gurup Berlin söylemeye devam ediyordu. Bizde bu büyünün etkisine kapılıp, sıkı sıkıya sarılıp, müziğin ritmine göre bir süre sallanmaya bıraktık kendimizi. Farkında değildik belki ama, müzik bizim için bir terapiydi. İçerisinde bulunduğumuz koşulların değişmesine yardımcı oldu.

---Biliyor musun Sofi, bu gece kendimi gerçekten çok şanslı hissediyorum. Eğer sen çıkıp gelmeseydin şimdi çoktan buradan ayrılmış olacaktım. Diye kulağına fısıldadım.

Çok hoşuna gitti, yüzünde samimiyet, içten bakışları, tavırları ve jestleri o kadar içten ve rahattı ki, kulağıma eğilip,

---Bende seninle tanıştığıma çok memnun oldum. dedi.

Kalbimin vuruşlarına daha fazla direnemedim. Saçlarını okşadım, burun ucuna küçücük öpücükler kondurdum, kahverengi gözlerine hayran kaldım, sonra dudaklarımız birleşti. Sanki uzun yıllar birbirimizi aramışız da, burada karşılaşmışız gibi, uzun süre öpüştük. Kalabalık bir salonun orta yerinde, yüzlerce insanın arasında, bedenlerimiz birbirine kenetlenmiş, sırılsıklam terlemişiz. Yere bastığımızı bile fark etmiyoruz, ayaklarımız boşlukta, tüy gibi hafif, kimselerin umurunda bile değiliz. Öylesine özgür öylesine rahat ve mutlu.

Müzik devam ediyor: (Kum saatinin içinde seni gördüm, Zamanla kayıp gittin, Nefesimi kes.)

Arkadaşı Anna geldi. Benimle tanıştırdı. Anna görevli degüstatör beni daha önce gördüğünü kendisine söyledi. Kendi aralarında İtalyanca konuşmalar, gülüşmeler derken,,, ---Aracın var mi, dediler.

---Aracim yok, ben trenle dönmeyi düşünüyorum,,, dedim.

---Tamam bir yere ayrılmıyor, bizimle geliyorsun,,, deyip yanımızdan ayrıldı Anna. Genç garsonlardan birini çağırıp Binanın altındaki otoparkta arabasını alıp, girişte bizi beklemesini söyledi.

Zamanın nasıl geçtiğini fark edemedik. Saatler gece yarısını çoktan geçmiş olmalı.

Tanışmalar, sarılmalar, tokuşturuyoruz kadehleri,

ben onlara içiriyorum, onlar bana. İnanır mısınız bende ne utanma duygusu nede sinirlilik hali, sürekli gülüyorum. Yanımdakilerle aramızdaki resmiyeti kaldırdık. sanki kırk yıllık dostmuşuz da uzun süredir birbirimizi görmemişiz gibi, davranıyoruz. Salonun ortası oldukça kalabalık, Sofi ve ben sarmaş dolaş, bırakmıyoruz birbirimizi. Ne kadar içtiğimi hatırlamıyorum, ancak gözlerim açık, kontrolü tam olarak sağladığım söylenemez. iki güzel kadının kolları arasında, Elizabet salonunun geniş merdivenlerinden dışarıya çıktığımızı hatırlıyorum. Açık havada derin bir nefes aldım, bizi bekleyen lüks bir arabaya bindik. Anna direksiyonda, ben kadınlar önde oturabilir düşüncesiyle arkada oturmayı tercih ettim, ama Sofi de arkaya yani yanıma oturdu. Şehir merkezinden çevre yoluna, oradan tünelleri geçerek Brüksel otobanını aldık. Benim için sıradan maceralı bir gün ama yine de bilmek istedim.

---Nereye gidiyoruz Sofi,,,

---Brüksel’e,,, yaklaşık kırk km bir yolumuz var. Seni bu şekilde bırakmayı uygun bulmadım. Akşam benden dinlenir, daha sonra seni Liége yolcu ederim.

---Umarım senin için bir sorun olmaz, değil mi ? diye sordu.

---Hayır, sorun yok. Çok teşekkür ederim, çok incesin. Sadece sizleri rahatsız etmek istemezdim.

---Bizleri rahatsız etmiyorsun, bu konuda rahat ol.

Yolda fazla konuşamadık, hepimiz yorulmuştuk. İlk kez bu derece fazla içtiğimi düşünüyorum. Daha fazla dayanamadım, başımı Sofi’nin kollarına bıraktığımı hayal meyal hatırlıyorum.

Bundan sonra gerek kendi evimde, gerek gittiğim bütün davetlerde , arkadaş ortamlarında şarap yada viski veya rakı içtiğimiz zaman, bende kendiliğinde gelişen bir alışkanlık oluştu. Daha dikkatli ve bilinçli bir içici olmaya başladım. Ürünün tarihini kontrol ederim, hangi bölgeden, hangi ülkeden geldiğini bakarım. Tadını incelerim, hissederim, bozulup bozulmadığını, hava alıp almadığını kontrol ederim. Zaten bu tarz içkiler, hayatın çemberinden geçmiş, olgunlaşmış ve oturmuş insanlarla iyi bir sohbet ortamında içildiği zaman güzeldir. Kişi kendini bilir. Abartmadan kimsenin kalbini kırmadan, dökmeden, etrafa rahatsızlık vermeden içildiğinde mükemmeldir.

Sofi’lerin evinde, sabah saat on buçuk gibi uyandım, geniş konforlu bir yatak, birlikte uyumuşuz. Uzun suredir böyle rahat bir yatakta yattığımı hatırlamıyorum. oldukça sessiz, sakin ormanlık bir alanda bahçeli bir villa. Babası ve annesi emekli olduklarından dolayı bazan burada, bazanda İtalya’da Napoli şehrinde küçük bir köyde yaşıyorlarmış. Birbirimizden çok etkilendik. uzun süren bir ilişkimiz oldu, dik başlı, sözünü esirgemez, asi bir kadındı. ben biraz deliyimdir ama o benden daha deli çıktı. İşi gereği başka bir ülkeye taşındı. Fırsatını buldukça birbirimizi aradık, hep dost kaldık.

Yaklaşık bir ay sonra Johni Walker Avrupa ekibinden görevliler ev telefonumu arayarak, benimle görüşmek istediklerini belirtiler. Olabilir dedim, merak ettiğimi fazlaca belli etmesem de, telefonda fazla bir açıklama yapmadılar. Tarih ve saat belirledik, merkezde bir otelin kafeteryasında görüşmek üzere anlaştık. Gittiğimde beni bekleyen, biri kadın diğeri erkek iki kişi, benden yasça büyükler ama ayağa kalktılar, nezaket kuralları içerisinde gayet samimi bir şekilde tokalaştık, kendilerini tanıttılar, adam Londra’dan gelmiş, İngilizce konuşuyor. İngilizce bilmediğimi söyleyerek özür diliyorum, sorun değil diyorlar, kadınla Fransızca konuşuyoruz. Geliş nedenlerini anlatıyor. Bir ay öncesinden burada yapılan degüstasyon organizasyonuna katıldığımdan dolayı teşekkür ederek başlıyor.

Deri çantasından bir dosya çıkarıyor, dosyanın içerisinde özenle saklanmış notlar, bazı bölümlerin altları kırmızı kalemle çizilmiş. Görür görmez bu notların bana ait olduğunu söylüyorum, gülüşüyoruz.

---Mesele de bu Mr Suat, diyorlar bunlar sizin “tadım” notlarınız bizim için çok önemli, onları inceledik, bazı bölümlerini tam olarak anlayamadık. Bu konuda daha detaylı görüş belirtmemi istiyorlar.

Notlarımda Türkçe olduğu gibi yazdığım “ Geven otu” yağının tadını, kırmızı kalemle yuvarlak içerisine almışlar, nasıl bir ürün, yada meyve bilemiyorlar, kekik otu’ nu da kırmızı çekmişler ama sonuçta onun bir baharat türü olduğunu anlamışlar. Geven otu hakkında bilgiye sahip değiller. Bu konuda benim kendilerine yardımcı olmamı istiyorlar.

Şaşırmadım dersem yalan olur, bu notların bu kadar ciddiye alınacağını düşünmemiştim. Yardımcı olmak istiyorum ama inanın nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Bir çeşit meyve mi !!! diyorlar, değil diyorum, baharat çeşidimi !!! diye soruyorlar, hayır diyorum. Bu aslında dikenli bir ot çeşidi, morumsu çiçekler açar, ve bu otun olgunlaşmış kökleri içerisinde kremsi bir yağ tabakası vardır. Geldiğim ülkede, özellikle Anadolu otlar ve çiçek türleri konusunda çok zengindir.

Adam hazırlıklı gelmiş, masaya büyükçe bir klasör çıkarıyor, içerisinde dünyanın bütün çiçeklerinin renkli fotoğrafları ve altlarında Latince isimleriyle bazen de bulunduğu coğrafya yer alıyor. Bu arada garsonu çağırıyoruz kahvelerimiz tazeleniyor. Bir saatten fazla bir zaman içerisinde klasördeki bütün sayfaları gözden geçirdik, birlikte inceledik ancak aradığımız Geven otu’ nu maalesef bulamadık.

---Yok diyorum sizlere yazdığım ot türünün burada resmi yok.

Bu kez onlar şaşırıyorlar. Nasıl olurda bu klasörde bulunamaz diye kendi aralarında tartışıyorlar.

---Olmazsa ben bir araştırayım, bir resmini bulduğum zaman size bildireyim, diyorum. Londra’dan gelen adam mutlaka sonuç almak istiyor.

--- Mr Suat, bizimle çalışmak ister misiniz,? sizin için müsait bir zamanda Türkiye’ye gidebilir miyiz,? bizimle gelmek ister misiniz, ? bir hafta tatil yapalım, merak etmeyin, bütün masraflarınız bize ait,,, diye ekliyorlar.

---Sizlere bu konuda yardımcı olamayacağım için üzgünüm.

Yapamadım, müsait değildim, Türkiye’ye gidemezdim. Dolayısıyla onların bu tekliflerine olumsuz cevap verdim.

Arada uzun yıllar geçti, Ne yaptılar olayı nasıl çözdüler bilemiyorum. Ancak ne zaman efkârlanıp iki yudum içki alsam aklıma bu hikaye gelir, o gün o teklife olumlu bakıp, onlarla çalışmayı kabul etmiş olsaydım, hayatımda ne tür değişiklikler olabilirdi diye merak etmiyor değilim. Hayat bazen bizlere, olumlu veya olumsuz fırsatlar sunar, yaşanılması gereken olumsuz, negatif şeyleri yaşamama seçeneğiniz yok, yaşamak zorunda kalabilirsiniz. Ama yaşanılması gereken olumlu, pozitif şeyleri yaşayıp yaşamamak birazda sizin inisiyatifinizdedir. Eğer kendinizi biraz şanslı hissediyorsanız, bazı şeyleri kaçırdığınız için üzülmeyin. Kim bilir, belkide sırada daha mükemmel yaşanılması gereken sürprizler sizleri beklemektedir.


---------------------         

27 Aralık 2022 15-16 dakika 6 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar