Ben Geldim Aşk (Bölüm 3)

Ayak seslerini duydum. Kalbimle aynı ritimdeydi o sesler ya da ben kalbimin sesini ayak sesleriyle karıştırıyordum. Kapının kolu hareket etmeye başladı, kalbimde yerinden fırlayacaktı sanki. Sonunda kapı açıldı...

"Buyurun kimi ara.."
"Beni tanıdın mı? Gülüm... İyi bak tanıdın mı?"

Anlık duraksamasının ardından bir çığlık patladı, şaşkınlık doluydu.

"Seen!"
"..."

Gözleri ne kadar da güzeldi, yıldızlar imrenmeliydiler ona, kıskanmalıydılar. Bir süre öylece kaldık ne kadar sürdü bilmiyorum. belki bir kaç saat, belki bir kaç saniye. Zaman kavramımı kaybetmiştim ve açıkçası bulmaya da niyetli değildim.

"İçeri gel!"
"..."
"Geleceğini bilmiyordum"
"Haklısın... Sana eğer bir gün gelir karşına çıkarsam, kapını çalarsam ne olur demiştim de sen bilmiyorum o zamana, o ana bağlı olur demiştin ve hatta bir keresinde bırakmazdım sanırım demiştin... Geldim işte, bak, o andayız..."
"..."

Suskundu. Yavaşça bana döndü. Ellerini uzattı yavaşça yanaklarıma ve o dokunur dokunmaz bütün bedenim titremeye, o ana kadar yağmamaya yeminli yaşlarım akmaya başladı. Ürperdim. Tatlı bir ürpertiydi bu ve bu yaşlar en güzeliydi bu güne kadar yanaklarımdan süzülenlerin içinde. Çünkü yine onun için ama bu defa mutluluktan akıyorlardı.

"Seen... Canım..." dedi. Bir sarılış , sımsıkı, ve sonra bir buse kondu omuzlarıma, sonra saçlarıma, gözlerime, ellerime.. Ve yine sarıldı, bırakmamacasına...
Onunlaydım sonunda, onunlaydım. İşte burada, yanındaydım. Koca İstanbul'un bir köşesinde bulmuştum onu ve şimdi beni gerçekten sarıyordu kolları. Dahası bu kez bir masal değildi... Belki bir saat sürdü bu sarılma ve sonra yavaşça çekildi... Usulca konuşmaları başladı, her zaman ki gibi fısıltıyla,yine yüreğimi yakarak...

"Gel... Sen nasıl geldin buraya? Çok şaşkınım soracak öyle çok şey var ki... Çook... Nasıl geldin? Kim getirdi seni buraya? Ya ailen onlar, onlar biliyor mu gelişini? Burada bir okul mu kazandın yoksa? Çok şey var daha, çok şey var Yağmur'um soracak, çok şey var bir tanem konuşacak."
"Şişşt, sus artık, sus!"
"Melekler gibisin"
"Senin meleğin, senin bebeğin, sana ait yüreğim."
"Tıpkı bir gelin gibisin beyazların içinde"
"Kimsenin değil senin gelinin olmayı isterim ben."
"Canıım!"
"..."

Tekrar sarıldı. Sonra kanepeye gittik, oturduk. Nedense üşüyordum, kucağına kıvrıldım. Saçlarımda elleri dolaşmaya başladı, küçük yavrusunu sever gibi... Sonra yine sardı, sıkıca. Biliyordu ki ben ne zaman bütün gücümü kaybettiysem, o zaman, ancak onun kollarında can bulurdu ruhum ve bu kez hayalden de öteydi. Gerçekten kollarındaydım, ben çok yorgundum. Onsuz geçen her saniye bir şeyler götürmüştü benden. Ve her zaman ki gibi, hayal ettiğim(iz) gibi sarılmıştı bana, saatlerce, sessizce...
Ayağa kalktı yavaşça, tuttuğu ellerimi bırakmadan. Bende onunla ayaktaydım. Küçük adımlarla gölge misali geçiverdik salondan yatak odasına. Evet gölge misali ama siyah değildi bu kez gölgenin rengi, birazı pembe birazı mavi. Bu, aşkın gölgesiydi...

*
*
*
Not: Bu hikaye, kasım-aralık 2005 tarihleri arasında kaleme alınmış olup toplam dört bölümdür.

03 Ocak 2009 2-3 dakika 4 öyküsü var.
Yorumlar