Benimle Evlenir misn Kız

Bu aralar, Neşe'yi neşelendirmekten başka işimiz yok. Onu, ısrarla seyretmekte olduğu karanlıktan kurtarmak, yan apartmanın simsiyah yüzünden başka bir şey görülmeyen penceresinin önünden kaldırıp, eşsiz güzellikteki manzaraları seyredilebileceği diğer pencerelerin önüne getirmeye çalışıyoruz. Değişik konular açıyoruz, farklı olayları düşündürüyoruz. Bu işi en iyi, yılların deneyimiyle Define beceriyor.

Neşe Viraneye gelince, onu tezgâhın yanına çekiyoruz, birer sandalye çekip, oturuyoruz ve dedeyi konuşturacak sorular sormaya başlıyoruz. Maksadımızı bildiği için hiç nazlanmıyor ve başlıyor anlatmaya:

'Konfeksiyonlar açılmaya başladı. Artık herkes hazır giyecek almayı yeğliyordu. Kumaşı, düğmesi, fermuarı, sofu, telası, ipliği... Bir de dikişine para vermek ve birinci prova, ikinci prova, olmadı, bir daha... Makası vurdun mu işi biter. Geri dönüşü yok. Dikkat edeceksin. Beş ölçecek, bir biçeceksin. Yani zor iş... İğneyle kuyu kazmak... Bir süre daha direndik. Baktık olmayacak, işi bıraktık.

Hiç bilmediğimiz bir işe giriştik. Trikotaj işine... Önce bir örgü makinesi aldık. Ufak tefek işler yaparken, bir tane, bir tane daha... Atölyeyi kurduk. Bana koşuşturmak düşüyordu. İplik almaya gidiyor, örnek çıkarıyor, kesiyor, dikime hazırlıyordum. Dikişini, nakşını etrafa veriyorduk. Parça başı cüzi bir paraya yapıyorlardı. Pazarlaması ayrı dertti. Elimde katalog, dolaşıyordum.

Çıkaramayacağım desen, yapamayacağım model yoktu. Müşterinin önüne atıyordum katalogu: 'Seç, beğen!' diyordum. Yüzüme bakıyorlardı. 'Arzu ettiğinizi, arzu ettiğiniz gibi yapacağım! Hiç kuşkunuz olmasın!' diyordum. İşlerim açıldı. Artık para akmaya başladı!

Kapalıçarşı esnafına mal yapıyordum. Küçük boya pazarlık yapıyordu bazısı, ?bir büyük boyunu alacağım' diye tutturuyordu. Vermesen olmaz, versen kârı az... Bazısı, sadece dümdüz örülmüş istiyordu, metre hesabıyla alacak, evde ölçüyorum, on metre, teslim ederken nasıl oluyorsa oluyor, onlar ölçünce dokuz metreye iniyor. Her şeye kafa salladım, mecburen. Bu işler böyle dönüyor. Metre oynatıyorlar, alavere dalavere... Söylesen,

_ 'Vay, sen bana ?hilebaz' mı demek istiyorsun? Üçkâğıtçı mıyım ben?' diye kalkınıveriyor; söylemesen, sinir kesiyorsun!

Gece gündüz, insanüstü bir gayretle çalışıyordum. Sevdiğim kızı alacaktım. Nesrin'i... O her şeye değerdi. Hep, beklediğimden az geldi param. Emek kutsaldı. Alın terimdi o benim. Biriktirecektim, sevdiğim kızı alacaktım. O üçkâğıtçılar var ya, onların yedikleri içtikleri haram!

Hep kıl payı kaçırdım, her fırsatı. Hep birileri benden önce davrandı. Elin oğlu kaptı kızı, arkasından bakakaldım.

Size anlatmıştım ya ilk aşkımı. Herkes Tommiks, Teksas koyar kitabın içine, ders çalışır gibi yaparak onu okur, benim kitabın içine, ne eder eder, Aliye girer. Mahallede bir kız vardı ya hani, ders çalışacağım, kitabı elime alıp her açışımda, hayali okumaya çalıştığım sayfadan gülümserdi, gözlerine dalardım, bir türlü anlayamazdım okuduğumu. Detaylar ise hiç kafama girmezdi. Hani gazoz ısmarlayamamıştım, geç kalmıştım, kaptırmıştım ya elimden, paramı denkleyene kadar, işte onun gibi kıl payı gitti, Nesrin de.

Evlenme zamanım geldi de geçiyordu bile. Akranlarım evlenmişti, çoğu çocuklanmıştı bile. Bazılarının ikinci çocukları doğmuştu. Annem, bir akraba kızını peylemiş. Bana boyuna ondan söz ediyordu. Kızı çağırıyor, bir arada kalmamız için elinden geleni yapıyordu. Kız küçük, çelimsiz, güzel de değil... Zaten çocukluğunu biliyorum. Elimizde büyüdü. Onu alacakmışım. Nuran'ı... O olursa iyi, olmazsa asla!

_ 'Kapıdan giren, düşmanımdır!..' diyor da başka bir şey demiyor.

Onu kullanacak, istediğini yaptıracak, tabi. Başkasını ısıramayacak. İşine gelir mi? Ben de istemedim, direndim. Ta ki annem iyice ümidini kesene, o kız evlenene kadar... İnatsa inat!

Çok kız arkadaşım oldu o güne kadar ama ille de Nesrin! Ne kadar nefret de etsem, geriye baktığımda o, diğerlerinin yanında ay gibi... İki yıl kadar arkadaşlık ettik, gezdik tozduk, evlenmeye karar verdik; o fabrikatörün oğlu ortaya çıktı, hem o gözü kör olası para hem de annemin yüzünden kaçırdım, ayağıma kadar gelen fırsatı.

_ 'Anne, git iste o kızı bana!' dedikçe:

_ 'Vermezler, oğlum. Zengin kızı o. Anasının babasının gözü yükseklerde. Keskin baltamızı taşa vurmayalım!' dedi.

Bu arada babam, aniden ölüverdi! Kalp krizinden. Kız o zamanlar isteniyordu. Bizimse cenazemiz vardı. Gelirimiz düzelmişti ama daha düğüne yetecek kadar para biriktirememiştim. Hâsılı, gülmedik başa gül soksan gülmez. Sevgilim, gözümün içine baka baka gitti!

Son bir kez konuşmak istedim. Adetlerine sıkı sıkıya bağlılar. Verildikten sonra, yalnız bir yere bırakmadılar. Kapı dışarıya salmadılar. Görüşemedik. Kardeşiyle haber gönderiyordum, o da ondan bana, benden ona, mektup ve haber getirip götürüyordu.

Hemen hemen her gün Nevin'le buluşuyorduk. Maksadım, onunla konuşmak değil, ablasından haber alabilmekti. Bana, evdeki gelişmeleri, günlük olayları anlatıyordu. Benim merakım; ablasının duyguları, neler yaptığı, olaylar karşısında nasıl davrandığıydı.

Bir öğleden sonraydı. Nevin'le karşılaştık. Ayaküstü biraz konuştuk. Eve dönüyordu. Ben de döndüm, yürümeye başladık. Ona o zamana kadar hiç değişik bir gözle bakmamıştım. Çelimsiz bir şeydi. Hatta gıcık bir kızdı, hiç hoşlanmazdım. Ablasından ümidi kesince olacak, o gün bir başka göründü gözüme. Caddenin ortasındayız, aniden karar verdim, ?Ne olursa olsun!' dedim, kendi kendime. Nevin'i çektim kenara:

_ 'Benimle evlenir misin kız?' dedim, ?pat' diye. Şaşırdı! Ablasını sevdiğimi gayet iyi biliyordu. Hiç beklemeden:

_ 'Olur!' dedi.

Hemen elinden tuttum, doğru ev eşyaları satılan yerlere... Bir vitrinin önünde durduk, baktık, bir yemek odası takımı...

_ 'Bu nasıl? Beğendin mi bunu?' dedim:

_ 'Güzel.' der demez, içeriye girdim. Hepsi tanıdık...

_ 'Bu takımı eve bırakın!' dedim. O kadar... Ne senet, ne sepet... O zamanlar öyleydi. Herkes birbirini bilirdi. İtibarımız vardı. İstanbul, böyle değildi.

Yine vitrinlere baka baka dolaştık. Başka bir yerde bir koltuk takımı gördük. Baktım ki hoşuna gitti; değil pazarlık etmek, fiyatını bile sormadan, adresi verdim:

_ 'Bu adrese bırakın, teslim alınca ödeme yapacağım.' dedim.

O gün, bir ev için epey bir eşya aldım. Tanıdık yerlere borçlandım tabi. Onlar para falan sormazlar, 'Ne zaman ödeyeceksin?' falan da demezler. Öde de, ne zaman ödersen öde... Ben de dert etmiyordum onlara olan borcumu. İşlerim iyiydi. Yeter ki koşuşturayım. Ne kadar çok koşarsam, o kadar kazanıyordum.

Daha kızı istememişim, vermemişler, vermeyebilirler de... Ne bu acele? Bilmem. Aklıma eseni, estiği zaman, hemen yaparım ben. Gecikirse, hiç olmasın, daha iyi!

Kızcağız da şaşırdı ama havam yerinde! O anda zengin bir iş adamı gibi hissediyorum kendimi. Görsünler bakalım, ben neymişim, kimmişim! Bana kız verilir miymiş, verilmez miymiş? Annemi dinleyen kim? Dünya karşıma dikilse, gözüm karardı, bir kere, bu iş olacak! Öyle ya da böyle!

Hava karardıktan sonra ancak bitti işimiz. Kızı evine bıraktım, eve geldim ki ne göreyim? Benden önce gelmiş, eşyaların çoğu... Annem şaşkın şaşkın dolanıyor. Babam da öldü ya, evin erkeği benim. Hele bir şey desin! Desin de görsün, nasıl koparmış, kıyamet! Yüzüne bile bakmadım ama her şeyi anladığının farkındayım. Yalnız kimi alacağımı bilmiyor.

Eşyaları bir odaya yığdık. Yemeğe oturduk. O, sormaya cesaret edemiyordu. Tersleyeceğimden emindi. Sadece evlilik konusunda ona ters davranıyor, çirkin çıkışlar yapıyordum. ?Ben söyleyeyim de o da rahatlasın, ben de' dedim:

_ 'Nevin'i istemeye gideceksin! Lâmı cimi yok! Ne dersem o! En kısa zamanda!'

_ 'Ya vermezlerse?'

_ 'Vermezlerse kaçıracağım! Kız razı. Yarın git, iste!'

_ 'Ben gitmem!' dedi de başka bir şey demedi.

_ 'Gitmezsin, öyle mi? Kendi gömleğimi kendim keserim ben de!'

Hiçbir şey diyemedi. Yaş yirmi dokuz... Ne diyecek? Daha mı bekâr gezeceğim? Gitmeye de yanaşmadı. İş bana düştü, anlaşıldı. Kendi işimi, kendim halledecektim. Yabancı değillerdi zaten, komşuyduk.

Nevin'e dedim ki:

_ 'Söyle anana babana, müsaade ederlerse, seni istemeye geleceğim.'

_ 'Hık mık' diyecek oldu.

_ 'Annemi yoktan say. Babam da öldü. Ben isteyeceğim seni. Ha anam istemiş, ha ben...' diye kestirip attım!

Evdekilere söylemiş. 'Gelsin!' demişler. İzin çıkar çıkmaz, hemen o akşam onlara gittim ama nasıl? Tahmin edemezsiniz. Kız evine ne gider, ilk gün? Kız istemeye, bir kutu çikolata, bir buket çiçek falan, değil mi? Ben ne götürdüm? Bilin bakalım!'

_ 'Nereden bilelim? Başka seçenek yok ki?' dedim. Neşe:

_ 'Şeker falan mı aldın? Sakın lokum mu? Eskiden kolonya falan da gidermiş.' dedi. Orçun:

_ 'Ben anlamam o işlerden. Daha başıma gelmedi. Sayende öğreneceğim.' dedi.

_ 'Kimsenin aklına gelmez! Üç tane kocaman palamut... Herbiri nah, bu kadar! Elimde iple bağlı, sallayarak geldim, kapıya. Bir baktılar, hayretler içinde kaldılar! İçeriye de girmedim, doğru mutfağa...

_ 'Bir dakika... Önce şunları bir halledeyim.' dedim.

Temizledim, kestim, pişirdim, ondan sonra girdim, salona. Maksadım, ne kadar marifetli olduğumu göstermek.

Herkes kurulmuş koltuklara, beni beklemekte... Tanıyorlar zaten de yine bir şeyler sordular, usulen tekrar anlattım durumumu. Oradan buradan konuştuk. Öylesine mükellef bir sofra donattılar ki ağzım bir karış açık kaldı. Urfalı ya bunlar, aman Ya Rabbi! Bu kadar mı olur! Hayatımda tatmadığım lezzette yemekler! İçli köftesi, analıkızlısı, mantısı, dolması, yuvalaması, künefesi... Hepsi birden mi pişer bunların? Üç tepsi de balık geldi, benim yaptığım. Ben de nasıl yemek yaptığımı gösterecektim onlara.

Ne yediğimi bilmiyorum. Onlar saymışlar. On üç tane içli köfte yemişim, sadece. Başka ne kadar ne yedim, bilmiyorum. Şimdi düşünüyorum da, utanıyorum kendimden. 'Kıtlıktan mı çıktın, mübarek!' Nasıl yaptım, neden yaptım o açgözlülüğü, bilmiyorum! Belki gerçekten lezzetine kaptırdım kendimi, belki de ne yaptığımın farkında değildim, heyecandan.

Evlendikten sonra Nevin:

_ 'Herkes iki, üç, bilemedin beş tane yesin; sen o akşam, tam on üç tane içliköfte yedin, biliyor musun? Annemle beraber saydık.' dedi.

Ne kadar utandım, anlatamam! Çok güzel yemek yapardı. O konuda üstüne kimse yoktu! Heykeli dikilirdi! O kadar sene onun için çektim ya kahrını.

Hele bir keresinde dışardan lahmacun aldım; o zamanlar her yerde satılmıyor, bu kadar yaygın değil; koşa koşa getirdim eve, ?soğumadan beraber yiyelim' diye. Elimden aldı, paketi açtı, daha görür görmez, tekrar kapatıp, çöpe attı:

_ 'Yenmez bu! Öf! Çok kötü görünüyor!' diye. Hemen girdi mutfağa, bir lahmacun yaptı, parmaklarımı yedim!

_ 'İşte lahmacun böyle olur!' dedi.

O zamanlar yeni evliydik. Ben nerden bileyim lahmacun nasıl olur? Evde bile yemekleri ben yapardım. Bizim yemeklerimiz bellidir. Çok çeşit bilmezdi annem. Bilse de vakti yoktu oyalanacak. Karalâhana, mısır, balık... Doğma büyüme İstanbullu sayılırım ama serde Karadenizlilik var.

Aile akıllı. Kızı verdikten sonra, beni içlerine aldılar. Evlatlarını emanet edecekleri kişiyi tanımak için. O günden sonra evlerine rahatça girip çıkmaya başladım.

Ne bakıyorsunuz? Bu günlük de bu kadar. Arkası yarın... Hadi bakalım. Biraz da tavla oynayın!'

***

BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ

29 Mayıs 2010 10-11 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (5)
Yorumlar