Berber Larus

'ne kadar çok ayrımındaysa insan
acının ve sevdanın
mutsuz bir yolcusudur yaşamın...'






Uyandım. Saate baktım; dokuza geliyordu. Sessizce yatağımdan çıktım. Aynı dikkatle elbise dolabını açtım. Dolap kapaklarının menteşelerini sıkça yağlamama rağmen yine de ince bir gıcırtı duyuldu. Gözümün ucuyla uyuyan karıma baktım. Neyse ki uyuyordu. Hem giyiniyor, hem de heyecanımı bastırmaya çalışıyordum. Elimdeki kemeri dalgınlıkla yere düşürmem her şeyin başlangıcı oldu. Karım, önce yattığı yerde sağa doğru döndü, sonra kâbus görmüş gibi yatağında oturdu. Fırlamış gözleriyle giyinmekte olan bana baktı, cumartesi için erken sayılabilecek bu saatte gizlice giyinen kocasının yaptıklarını anlamaya çalıştı.

Sanırım anlayamadı.

'Kâzım!' diye bağırdı. 'Ona gidiyorsun değil mi yine?'

'Şey...' dedim. 'Uykum kaçtı da... Sen uyanana kadar...'

'Sus!' dedi. 'Sus, yalan bari söyleme! Biz seninle nasıl anlaşmıştık? Hani hafta sonlarında ona gitmeyecektin? Hafta içinde gördüğünle yetinecektin? Hafta sonlarında birlikte kahvaltı yapacaktık? Hani bir daha yalan söylemeyecektin?'

'Sen uyanmadan evde olacaktım. Yani... bir iki saatçik.'

'Bıktım artık senin bu alışkanlığından! Yalanlarından, kaçamaklarından! Yahu sen ne biçim adamsın!? Elin adamları gibi içki, sigara bağımlısı olsana... Kahveye, birahaneyi, maça gitsene! Evine torbalarla bira getirip oturup futbol maçları izlesene! Televizyondaki spor yorumlarını, açık oturumları, futbol maçlarını izlemek için kumandayı benden saklasana! Cumartesi, pazar günleri gazeteni getirip kahvaltı başında bulmaca çözsene! Sigaranı çay bardağının içinde söndürüp benden orta kahve yapmamı istesene! Söyler misin sen nasıl adamsın?'

Konuşmadım. Ağzımı bile açmadım. Kaşımın altından çaktırmadan karımın yüzüne baktım. Bir kelime söylesem kavga edeceğimizi adım gibi biliyordum.

Haftanın beş günü çalışıyordum. Benim de bir cumartesi, pazarım vardı. O iki günün birini olsun kendime ayırmak istiyordum. Karımla yıllardır bunun mücadelesini verdim. Uzun yıllar hafta sonunun ikisini de kendime ayırıyor, sabahtan çıkıp ona gidiyor öğleden sonra da evime dönüyordum. Kadın milleti işte, kıskanç oluyorlar. Onu benden kıskanır oldu. Gitti geldi bu durumu tartışma konusu etti durdu. 'Karım haklı galiba.' diye düşündüm yıllar sonra. En azından haftanın bir gününü olsun evime ayırayım dedim. Demez olaydım. Elini ver kolunu kaptır hesabı; bir günü verdim, karım diğerini de istedi. Direndim, 'olmaz' dedim. O da direndi. İş mahkemelere, boşanmalara kadar gelip dayandı. Konu komşu, eş dost 'Karın haklı, hafta sonları da ona gitmeyiver. Hafta içi gördüğün yetmiyor mu? Evliliğin mi önemli, o mu?' demeye başladılar. 'Haydi sizin dediğiniz olsun.' dedim. Hafta sonları ona gitmemeye başladım. Ama gelin görün ki, yalnızca bir hafta sonu dayanabildim. Hafta sonları olsun, hafta bitsin istemiyordum. Cumartesi Pazar günleri amansız bir boşluğa sürükleniyor gibi oluyordum.

Yılların verdiği bir alışkanlık olmuştu artık bende. Gazete, dergi okumayı bırakmış, televizyon seyretmeye hiç başlamamıştım. Ellerinde öyle kitaplar, gazeteler, dergilerle saatlerce okuyan, televizyonların karşısında gece yarıları tek başlarına haber ve yorumları izleyen insanlara şaşıyor, biraz da böyle asosyal olmalarına acıyordum. Karımın dediği gibi; içkim sigaram, kahve alışkanlığım yoktu benim. Benim tek alışkanlığım buydu. Ki, evlenmeden önce de karım bunu biliyordu. Yıllar sonra böyle sorun olmasını da bir türlü anlamış değildim.

İnanmayacaksınız; benim ona olan bağımlılığım onun şahsına özel de değil. Birkaç defa onu da değiştirdim. Bazen mahalledekini bırakıp, iki mahalle ötedekine, şehrin başka bir semtindekine, hatta işim gereği il dışında olduğumda başka illerdekilere de gittim. Hepsi aynıydı. Yemin ederim. Bir sır vereyim mi? Yaşamımda bir kez yurt dışına çıktım. Yine işimle ilgili bir geziydi bu. Makedonya'ya gitmiştim. Bu, iki günlük gezide bulduğum ilk fırsatta bir de Makedonları göreyim dedim. Evet, o da aynıydı. Tek fark; ben dillerini bilmiyordum. Dilini bilmeyince zor oluyor. Ne anlattığını anlamıyorsun. Dil önemli.

Ne diyordum; baktım ki hepsi aynı, ben de mahalledekine gitmeye devam ettim. Hem böyle olunca daha iyi oluyor. O senin huyunu tüyünü biliyor, sen de onun. Hatta dostluk ilerlediği için bazen senden para da almıyor.

En çok neyi merak ettim yıllarıdır biliyor musunuz? Bunların her şeyi nasıl bildiklerini? Haber alma kaynaklarının kimler olduğunu, bu işin sırrının ne olduğunu. İnanın yanıtını bulamadım.
Dünya gündemini en iyi onlar bilir. Amerikanın ne zaman, nereye saldıracağını, Ortadoğu'daki gelişmeleri, İsrail'in değişen Filistin politikasını, petrolün varil fiyatının ne zaman arttırılacağını, Güney Amerika'da başlayan anti-amerikancı dalganın hangi ülkeleri saracağını, bunun nedenlerini, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye bakışını, bizi birliğe alıp almayacaklarını, Uzak doğu'daki gelişmeleri, Çin'in uygulamış olduğu ekonomik politikanın aslında Mao'nun bir politikası olduğunu, Hindistan Rusya arasındaki yaklaşmanın nedenlerini, yenidünya güçlerinin hangi ülkeler olacağını, güçler dengesinin nasıl değişeceğini, ABD'nin önümüzdeki süreçte nasıl bir politika izleyeceğini...

Hükümetin ekonomik politikalarını, Uluslar arası Para Fonu'na verdiği sözleri, değişen döviz kurlarını, borsanın iniş çıkışlarını, bankaların faiz oranlarını, seçimler öncesi yapılan anketlerin vatandaşı nasıl yanılttığını, hangi partinin yüzde kaç oy alacağını, kararsız seçmenin eğiliminin nasıl olacağını, mecliste görüşülen yasaların kimlerin lehine olduğunu, büyük yolsuzlukların arkasında kimler olduğunu, muhalefetin hükümete karşı tavrının nasıl olması gerektiğini, feci trafik kazalarının toplumsal nedenlerini, doğudaki gelişmeleri, hükümetin güneydoğu politikasındaki zigzaglarını...
Bunlarla bitti mi sanıyorsunuz? Hayır. Spor haberlerini... Hangi futbolcunun ne zaman iyi oynayacağını, kötü oynuyorsa bunun nedenini, futboldaki transferleri, hangi hakemin hangi takımı tuttuğunu, futbol kulüp başkanlarının mafya ile olan ilişkilerini, milli takıma hangi oyuncuların çağırılacağını, futbol federasyonunu içinde dönen dolapları...

Hava durumunu... Ülkenin hangi bölgesinin kurak geçtiğini, nereye, ne zaman, nasıl yağış düşeceğini, don olaylarını, aşırı sıcakların nedenleri, büyük şehirlerdeki su sıkıntılarını, bunların çözüm yollarını, denizlerdeki rüzgârın şiddetini, hatta kara yolları yol durumunu...

Şehirde olan olayları... Valinin kime kafayı taktığını, belediye başkanıyla partisi arasındaki kavgaları, şehrin imar durumunda olacak değişiklikleri, şehrin sosyetesinin ne zaman nerelere gittiğini, tedaşın ne zaman nerede bakım onarım yapacağını, şehre hangi konserin ne zaman geleceğini...
Mahallede neler olup bittiğini... Müteahhit Ruşen'le karısının son durumunu, Ruşen'in sevgilisini hangi evinde barındırdığını, Doktor Cafer'in sekreteriyle olan ilişkisini, mahalleye yeni taşınan Sait'in kan davasından buraya geldiğini, Bakkal Hüsnü'nün pirince ne kadar taş karıştırdığını, Münevver Abla'nın arsayı niçin acilen sattığını, Mahmut'un kızının nişanlısından niye ayrıldığını, Turgay Bey'in tarikata girince mal varlığının nasıl değiştiğini...

Daha aklınıza gelmeyecek pek çok şeyi fırsat buldukça gidip ondan öğreniyorum.
Karım yatağından çıktı. Telaşla bir sigara yakıp ağzına koydu. Elektrik süpürgesini çalıştırıp evi baştan aşağı gürültüyle süpürmeye başladı. Ne zaman tartışsak hep böyle yapardı.
'Başımda ne dikiliyorsun!? Gitsene!' dedi.

Evden çıktım. Köşe başındaki simitçiden iki tane simit sardırıp Hasan'ın kahvesine uğradım.
'Berber Hakkı'ya iki büyük çay!' deyip yan taraftaki ?Şen Berber' yazan dükkana girdim. Hakkı, önünde oturan adamın sakal tıraşını yapıyordu. Benim geldiğimi aynadan gördü. Gülümseyerek başını salladı. Bir konu hakkında müşterisiyle konuşuyordu. Konuşmasını bölmemek için ben de dinledim.

'Dediğim gibi ağabey' dedi. 'Bunlar ne yaptığını bilmiyorlar. Aslında biliyorlar da, bilmezden geliyorlar. Senin ülken akarsular ülkesi, rüzgarlar ülkesi. Tutturmuşlar bir nükleer santral da nükleer santral. Hem bakın, nereye kuruyorlar; turizmin en yoğun olduğu ilçelere. Nükleer santral hidroelektrik santrallerinden, rüzgar santrallerinden daha mı ucuz? Hayır efendim. Ben araştırdım. Bunlar var ya bunlar: Kendilerine yakın olan bir iki şirkete para kazandırmak derdindeler. Ülkenin çıkarı bunların umurunda değil. Çok akıllı adam bunlar, kendi alacakları paylardan başka düşünceleri yok. Bu olayın başka bir yorumu olabilir mi Allah aşkına?'

'Haklısın.' dedi adam. 'Olamaz.'

Konu hakkındaki konuşması bitince bana dönerek:

'Hoş geldin Ercan Ağabey.' dedi.

'Merhaba.' dedim. Kafam hâlâ karımın çıkışmalarındaydı. Hakkı başka bir konuya geçti.

'Belediye başkanımız milletvekili adayıymış. Hem de başka bir partiden. Ben biliyordum bu işin böyle olacağını. Hatırlarsanız iki ay önce bir konuşmamda söylemiştim. Değil mi Ercan Ağabey?' dedi. Onaylamamı istercesine bakışlarını bana çevirdi.

'Tabi tabi.' diyerek başımı salladım. Gerçekten de hatırlıyordum. Böyle bir konu geçmişti ve Berber Hakkı başkan için 'O pek yakında partisinden ayrılacak.' demişti.

'Ne zamandır il başkanıyla kavgalıydı zaten. Ee, akıllı adam, kendi partisinin barajı geçemeyeceğini çok iyi biliyor. Vekil olmak da istiyor. Çözüm diğer partide tabi. Vallahi bu koltukta ne var bilmiyorum. Bir oturan daha büyüğüne göz dikiyor.' dedi.

Müşterisinin yüzünü yıkadıktan sonra tıraş losyonu ile ovaladı.

'Sıhhatler olsun.' dedi.

Müşteri gittiğinde dükkânda ikimiz kaldık.

'Çaylar nerede kaldı?' diye söze girdim.

'Birazdan gelir.' dedi. 'Sen Hasan'ın başına gelenleri duymadın galiba.'

'Ne olmuş ki?' dedim.

'Ne olacak! Sen elin adamına bankadan kredi çekerken kefil ol. Adam da batsın, bütün borç bizim Hasan'a kalsın.'

'Kime kefil olmuş ki?'

'Hani iki sokak altta bir beyaz eşya dükkânı vardı ya. İşte ona.'

'Hasan, o adamı nereden tanıyormuş?'

'Nereden tanıyacak Ercan Ağabey, bizimkisi geçen yıl kahveye bir buzdolabı almıştı. İşte muhabbeti oradan başlamış. Adamda karı kız ayakları vardı zaten.'


Başımı salladım. Adamı da tanımıyordum, karı kız ayaklarını da...

'Rusya'dan gelen çıtırların birine takılmış. Kız da Rus mafyasındanmış. Elinde ne var ne yok çarpmışlar. Kredilerini de ödeyemeyince borçları bizim Hasan'a kalmış.'

'Vah vah!' dedim. Hasan'ı çok zamandır tanırdım. İyi çocuktu.

Tam da o sırada Hasan çaylarla içeriye girdi.

'Geçmiş olsun.' dedim.

Hasan, şaşkın bir şekilde bir bana, bir de Berber Hakkı'ya baktı. Çayları bırakıp konuşmadan gitti.
'Gel,' dedim Hakkı'ya. 'Çaylarımız soğumadan simitlerimizi yiyelim.'

Hakkı, büyük aynanın bulunduğu dolabı açtı. Dolapta, kapalı bir kap içinde bulunan dilimlenmiş peynirleri getirdi. Simitlerin başına oturduk. Çayımı karıştırırken dalıp gittiğimi ayrımsamamıştım. Hakkı'nın sözleriyle irkildim.

'Ağabey boşver, takma kafana!' dedi.

'Neyi?' diye sordum.

'Kadınların hepsi aynıdır. Akşama tavrı değişir.'

'Yok öyle bir şey Hakkı.' dedim. 'Nereden çıkarıyorsun?'

'Tamam Ağabey. Sen ?yok' diyorsan... Yalnız, yenge de haksız sayılmaz hani.'

Sustum. Söylenecek bir şey yoktu. Bizim Hakkı'dan habersiz kuş uçmuyordu dünyada. Dediğim gibi; bütün berberler aynıydı. Hepsi birer ansiklopedi, birer bilgi kaynağıydı. Bu yüzden ben onları çok seviyordum.



Alaz Edebiyat-Yaz, 2008 (Sayı-6)

27 Mart 2010 11-12 dakika 6 öyküsü var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (3)
  • 14 yıl önce

    çok hoş oldu sabah sabah ...yoksa her sabaha sizin yazdıgınız bir yazıyı okuyarak mı başlasak ne ...elinize saglık

  • 14 yıl önce

    Düşündürücü gülmece öyküsünün başlığı (adı), gelişmede ve sonuçta, beklenenin berber olduğunu en azından sezdirmiştir. Eşler arasındaki konuşmalarla ikinci eşe/metrese/dosta gidilme havası verilmesi kısmen merak ettirici ve sürükleyici nitelik kazandırılmışsa da başlıktaki gerçek, olasılıklar arasındaki önceliğini korumuştur.

    Berberlerin adeta canlı ansiklopedi olduklarına ilişkin kanı yaygındır. Nedeni de açıkça bellidir. Ancak, bu birikimleri, sevilmelerinden çok, onlarla ilişkilerde daha dikkatli davranmayı gerektirir.

    Madem ki "karamizah", o halde olur mu, olur. Keyfini çıkarmalı.

    Kutluyorum.

  • 14 yıl önce

    Çok hoş bir yazı ve farklı bir bakış..Her satır bir diğerini çekiyor ve merak uyandırıyor... Anasayfaya taşınmasaydı belkide hiç göremeyecektim bu yazınızı. Güne KARADAĞ mührünü düşüren yönetime(çok mu ukalayım efettttt:)) teşekkürler.Soyadaşıma kaleminiz çağlasın hep dileklerim ve saygımla...