Bir An mıydı, Bir Hayat mıydı

'Var olan yok olamazdı, başka bir şeye dönüşmeliydi. Var olduğu ana geri dönülmeliydi yok olması için. Oysa geçmişe doğru akmıyor zaman. ' diye yazmıştı not defterine aylar önce.
Aylar önce yeni yeni başlayan mutsuzluğunu sorgularken.

Mutlu olduğu anları anımsadı yazdığı notu okurken. Mutlu olmuştu evet, biliyordu mutluluğun ne olduğunu. Yok olmadığına göre, başka bir şeye dönüşen mutluluk, o şeyden tekrar kendi haline dönüşebilirdi. Düşüncelerin uzantıları sallanan bir beşik gibi uykuya daldırdı O' nu.

Sabah olduğunda gözlerini açtı. Yatağından kalkmadan, yarısı açık perdenin ötesinde duran dağa baktı. Çocukluğunda olsa kayaları bir şeylere benzetmeye çalışırdı, bulutları görünce yaptığı gibi. Defterine uzandı ve ;

'Dağların suskunluğunda gizli duran o şey; bir patlayış, bir çarpışma, bir ayrılma. En içten gelen. İçte kaynayan bir lav, sesinin yankısı oralara varmadan soğuyan. ' diye not aldı.

Daha önce sözlerinin içeriğine dikkat etmediği, alışılmış bir ritüel gibi ezbere öylece mırıldandığı şarkılarda bile, kendi hissettiğine eş bir his yakalıyordu. Sesi kısılıyor, söylediğini daha iyi anlamak, daha iyi duymak ister gibi şarkının melodisini yavaşlatıyordu. Çevresinde gördüğü her şey ile arasında kurduğu o his yolu da, radyoda dinlediği bir şarkı sonrası başlamıştı.

Yatağından kalktı, elini yüzünü yıkadı. Aynaya bakınca gördüğü şey, kendisinden çok geçmişiydi. Saçına ilk beyazlar düştüğü an nerede olduğu , alnının kenarında duran yara izinin hangi düşmeden sonra olduğu, bir bir o anları görüyordu aynada. O anları gördüğünden şimdiki hâline dikkat etmiyordu. Saçları dağılmış, gözaltıları şişmiş dolaşıyordu aylardır.

Yarı açık perdeyi çekip pencereyi açtığında dışarıdan gelen araba sesleri, oynayan çocukların ve konuşan kadınların sesleri, evinin bir kaç sokak ötesinde devam eden inşaatin sesleri bir anda odaya doldu. Açtığı gibi geri kapattı pencereyi. Tülü ve güneşliği de çekti. Elinde olsa o an duvar örerdi o pencereye. Geceden duman altı olan odasında bir sigara yaktı. İlk nefeste öksürse de, bir bardak su için ayakları bir daha kalkmayacak kadar ağırlamıştı. O ağırlık yavaş yavaş bacaklarına, kollarına, ellerine doğru dolaşıyordu. Yer çekiminin etkisi diye gülümsedi. Pencereyi kapatmış olsa da dışarıdan gelen sesleri duyuyordu hâlâ. O an duydukları ile aynı tonda, aynı kelimelerle. Biraz bekledi ama gitmedi sesler. Ağırlık boynuna ulaştığında yatağına geri uzandı. Daha nereye ulaşacaksın diye tekrar gülümsedi. Sonra kendi gülme taklidini yaptı. Yanak kasları hareket ettikçe ifadesizleşiyordu bakışları. Ve ağlamaya başladı. Sesler gitmiyordu, bir süre ağladıktan sonra uykuya daldı.

Dokuz gün olmuştu evinden çıkmayalı. Ekmek, yoğurt bisküviler, tükenmişti artık. Kaç saattir bir şey yemediğini bile hatırlayamıyordu.
Not defterine en son ; ' Şimdi kim hatırlar sesinin yankısını.
Ölü yaprak gibi düştüyse dalından dostların. ' diye yazdı ve kalemini duvara fırlattı.

Ertesi gün uyanıp kapalı pencereye bakmadan banyoya gitti. Aynaya baktı, gülümseme taklidini yaptı, 'Kendim nasılsın canım?' diyerek yanaklarını sevdi. Duştan çıktıktan sonra temiz kıyafetlerini giydi, evinde ne kadar pencere varsa açtı. Bakkala gidip kahvaltılık aldı.

Kahvaltıdan sonra iş yerine uğradı. Rapor gününün son gününde istifasını verdi. Not defterine şu notu düştü ; 'Düştüğüm bir yerdi.
Kuşlar havalandı kayalıklardan.
Bir toz zerresi savruldu havaya. Tozlar düştü sonra üzerime. Düşülen o yerden düşenler geldi bir bir, tozlarıyla birlikte. Bir an mıydı, bir hayat mıydı bekledik öyle. Bekledikçe biriktik, ezildik, sertleştik. Ağıtlar yakıldı üzerimize. Gözyaşlarıyla büyüdü üzerimizde yeşillik. Bir an mıydı, bir hayat mıydı, bekledik öyle. '.

28 Ağustos 2018 3-4 dakika 6 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar