Bir Anki Dalgınlık

İlk yaz sabahı mahmur bir uyanış, miskin değilim, sinsi sinsi gülüyorum. Gün benim günüm, alıp başımı gideceğim, özgürüm diyebileceğim. Kuşlardan en çok martıyı severim. Hiç bir sebebi yok, sadece özgür oldukları için. Özgürlüğe kanat çırparken maviliklerde serenat yaparlar, çığlıkları şarkıları andırır. Özgürlüğe değer veren martıları severim. Onları izler, paylaşmanın gerçeklerini görünce duygularım dalgalanır. Özgürlüğün tanımını yapmak kolay değil. Kimileri sadece nefes alabildiği süreçte özgür olduğunu söyler, diğerleri ise özgürlüğü yaşayamadıklarını ifade eder. Ben ise yalnızlığımda, dilediğimi yapabildiğimde özgürüm.
Bugün Bursa'yı seyredeceğim. Seyir tepe, kirazlı yayla, sarı alan... Yeterse zaman, Uludağ' da gün batımı. Oysa program yapmayı hiç sevmem. Bugün yükseklerde olmalıyım, oksijeni ciğerlerime doldururken gözlerimde mavileşmeliyim. Dar yollarda yeşil le bütünleşerek gidiyorum, kulaklarımın çınlaması bile tadımı kaçıramıyor, seyir tepeye geldiğimde aşıklar yol kenarında, aileler piknik alanlarına üşüşmüş, uygun bir yere çekiyorum arabamı, elimde nevale torbası, meyve suları, iki bira...
Seviyorum bu insanları, çizgili pijamalı atletli adamları. Türk milletinin kültürü. Pikniğe giderken mutlaka çizgili pijamalarını giyerler. Küçük çocuklara kurulan salıncaklar, ip atlayan genç kızlar, top peşinde koşan delikanlılar, masalarda itina ile hazırlanmış yaprak sarmaları, mangallarını yakmak için üfürük yarışması yapan beyler, her şey yerinde her şey güzel. Ben ise hazır aldığım soğuk sandviçleri sıkıca tutuyorum elimde. Piknik alanının en ücra köşesindeki masayı kestiriyorum gözüme. Emin adımlarla, gülücüklerle gidiyorum keşfettiğim yere. Gün güzel başladı bende...
İnsanları izlemenin keyfini yaşıyorum. Birkaç sandviç ısırığı, iki yudum meyve suyu, kitabımı okumanın huzuru, mutluluk ambiyansım artıyor istemeden. Derince nefeslenirken geçiyorum kendimden. Gözüm ilişiyor az uzaklara, geniş şapkalı bir bayan, önünde sehpa, fırçasını kol boyu uzatıyor tuvaline yapıştırıyor. Belliki resim yapıyor. Hiç ressam arkadaşım olmadı. Yaşam boyu doğru dürüst resim bile yapamadım. Nedense resimden hep uzaktım. Hatta resim çektirmekten bile hoşlanmazdım. Resim yapana mı meraklandım, yoksa resme mi bilmiyorum ama bir meraklanma dürtüsü oluştu içimde. Birkaç sayfa kitabımdan okuyor, birkaç dakika kadını izliyordum. Piknik alanındaki diğer insanların neler yaptığını bile görmemezlikten geliyor, her gecen zamanda kadın ve resim meraklandırıyordu beni. Bir ara yanına gidip tanışmak istedim. Utandım, hatta korktum kendimden. Resim hakkında hiçbir bilgim yoktu. Bir kez resim sergisine bir arkadaşımın ısrarı ile gitmiş, rezil kepaze olmuştum.
Sergide bir resmin başına toplanmış o kadar çok kişi vardı ki, yanlarına sokulup resmi ve bakanları görünce, şaşkınlığımdan ''bu ne ya'' demiştim. Derin göğüs dekolteli, kalça kıvrımları ortada, yarı çıplak bir resim... Seyredenler kadının anatomik yapısını inceleyen uzmanlardan farksızdı. Onların hepsini maganda zannederek, ressamın fırça darbeleri ile yarattığı kadını gerçekmiş gibi düşünüp, taciz ediyorlar diye ileri geri konuşup, ortalığı karıştırmıştım. İşte benim resim bilgim bu kadardı...
Yanına gidip bir bahane uydurup tanışacaktım. Renk uyumundan, iz düşümünden bahsedebilir, kombinasyon hakkında fikir yürütebilirdim. Kültür ve sanat birikimim bu kadarla sınırlı olsa da kovulana kadar konuşabilirdim. Neden yanına bu denli gitmek istediğimi anlamış değildim. İlgimi geniş şapkası çekmişti sanırım. Yüzünü dahi göremediğim bu kadına duyduğum belirsiz ilgi, beni yanına doğru yönlendirdi. Dersine iyi çalışmış, yaramaz bir çocuk edasında;
-Kolay gelsin. Resim mi yapıyorsun?
Paletindeki boyaları yüzüme yapıştıracak gibi baktı.
-Hayır badana yapıyorum, az sonra da parkeleri cilalayacağım.
Akordu bozuk keman gibi ses çıkarmamak için sustum. Yüzümün kızarıklığı çimenin yeşiline yansıyordu. Ya muzip bir hatundu, ya da nakavt etmek için son yumruğunu vurma hazırlığındaki acımasız bir boksör. Mengeneye sıkışmış, iki büklüm olmuş demirden farkım yoktu. Birden arkamı dönüp koşarak uzaklaşmak istedim. ''Özür dilerim, rahatsız ettim'' cümlesini nasıl söylediğimi hatırlamıyorum. Uzun adımlarla masama geldim, üst üste iki sigara içtim. Edepsizliğimin sınırlarını zorlamanın bedelini ciğerlerimden çıkarıyordum. Onun bulunduğu yöne hiç bakmadan, piknik alanını terk edip, ayıbımı saklamak istedim ama beceremedim. Üzerime pişmanlığım abanmıştı. Güne ve yeşile lanet okuyacak kadar bitkindim. Boş bakışlarımda kalabalığı ve mangaldaki et kokularını dahi hissedemiyordum. Bir sesle irkildim.
-Affedersiniz ateşiniz var mı?
Geniş şapkalı kadın tepeme dikilmişti. Arsız gülüşlerinde sanki intikam vardı. Elim titreyerek sigarasını yaktım. Davetsiz misafir gibi karşıma geçip oturdu.
İkram beklemeden meyve suyunu koydu, yarım sandviçi ısırdı. Ben hala şaşkınlığımla bocalarken;
-Kusura bakmayın sizi incittim herhalde.
İlk kez evet, hayır sözcüklerinden hangisini kullanacağımı bilemedim.
-Su içen birine, ''su mu içiyorsunuz'' diye sorulmaz. Siz resim yaparken ''resim mi yapıyorsunuz'' diye sormam benim cehaletimdir. Tekrar özür dilerim.
Güldü ve;
-Önemli değil, doğanın bu erişilmez güzellikteki manzarasının tadını çıkarın.
-Bu manzarayı sadece seyredebiliyorum, sizin gibi resmedemiyorum.
-O zaman sizde yazın.
Yutkundum, çaylak bir yazar olduğumu söyleyemedim, siyaset, ekonomi ve spordan konuştuk, tanıdığımız sandığımız bizi anlattık, bir ara sustuk gözlerimiz konuştu, büyüleyici bir ses tonu vardı, etkilenmiştim. Zaman nasıl geçti anlamadım, hava kararıyor gitmeliyim dedi, yüzüm düştü, gitme diyemedim. Kalkarken masanın üzerinde duran kitabıma cep telefonunu yazdı, sevincimi belli etmek istemesem de gözlerimin mavisi yeşillenmişti. Eşyalarını topladık, arabaya kadar birlikte gittik, vedalaştık ayrıldık, geriye dönüp eşyalarımı alıp ayrılacaktım, piknik masasının üzerinde hiçbir şey kalmamıştı, saatlerce piknik alanındaki çöp kovalarını karıştırdım, soluksuzca kitabımı aradım, bir anlık unutkanlık onu, beni, bizi kaybetmeme sebep oldu.
O günden sonra her gün resim sergilerine gittim, Leyla imzalı resimleri aradım, her sergide karşıma çıkar umudu ile nefes aldım, heyecanlandım. Natürmont'un , empresyonizm'in ne olduğunu öğrendim. Şimdi elimde fırçam tuvalimde onun resmi, onun resimlerini yapıyor resimlerine bakıp gelmesini umut ediyorum.

Hiç gitmedim
Gidemedim senden
Hala piknik yerindeyim
Ceketim omuzlarımda
Düğmeleri açık gömleğim
Yarım kalmış çay bardağım
Islak dudaklarımda dudak izin
Suskunum yine
Gözlerim mavileşmiş
Bu kaçıncı sigaram
Kaç zaman sensiz
Ben yine bekleyeceğim
Gelecek misin

19 Mayıs 2010 6-7 dakika 14 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarini kutlarim. Selamlarimla👑