Bir Kahvelik Para

Balkan Ahmet bütün gece uyuyamadı. Bir bir tarafına, bir öbür tarafına döndü durdu. Yüreğinde tarif edilmez bir eziklik vardı. Bir türlü sabah olmuyordu. Nihayet derme takma küçümencik evinin, kırıkları gazete parçalarıyle yamanmaya çalışılmış penceresine biraz sonra doğacak olan güneşin belirtileri yansıdı. Adam buna herzamankinden daha fazla sevinerek, ayağa fırladı. Yaşının oldukça ilerlemiş ve ömrünün buraya kadarki kısmının hep yoksulluk içinde geçmiş olmasına rağmen, bir atlet gibi çevikti. Hep öyle acele acele hareketler yaparak, gömleğini, çakşirini giydi. Ateşi çoktan sönmüş sobanın üzerinden ibriği alarak dışarı çıktı. Duvarın hemen köşesine eğilerek, ellerini, yüzünü yıkadı. Sonra doğrularak, dalgın dalgın bakışlarını çok uzaklara mıhladı. Derinlerden gelen bir sesle:
- Ah, bir kahve olsa da, içiversem şimdi, dedi.
Eli kendiliğinden yamalı çakşirinin cebine gitti. Oradan bir kahvelik para çıktı. Balkan'ın gözlerinde parlak bir gülümseme belirdi. Deliliği tutmuş bir insanın tavrıyla:
- Yürü be !, diye bağırdı.
Saçaklardaki halâ uyuyan kuşlar bu naradan ürkerek uçuştular. Ama asıl uykusundan uyanan şu kahve içme hevesi olmuştu. Bir kahve için ta şehre gitmek gerekiyordu. Şehir çok uzakta idi. Bu yolu haketmek her Ademoğlunun göstereceği hüner değildi. Ama o Balkan Ahmet idi. Mutlak gidecek ve kahvesini içecekti !
Hemen yola çıktı. Saatler sonra nihayet şehre vadı. Vay, burada ne kadar da çok insanlar varmış !? Sokaklar vızıl vızıl ! Bu manzaraya hayranlıkla baktı da, genizlerine bir takım kokular gelmeye başladı ki, onu en çok etkileyen bu oldu. Salyaları akmaya başladı. Bu halini etraftan geçenler görmesin diye, en yakın bir kahvehaneye daldı. Bir köşeyi seçerek, kırk yıllık ağa imiş gibi sandalyeye kuruldu. Oturur oturmaz da abasının sol yakasını kaldırarak, oraya başını soktu. Usullacık:
- Söyle bakalım, canım, ne istersin?, dedi.
Hemen ardından, oradan yanıt almışcasına:
- Kahveci, diye haykırdı, kebabın bulunur mu, canım kebap istiyor da !...
Kahveci müşterisine tuhaf tuhaf baktı, yine de nezaketle:
- Yok efendim, dedi.
Balkan Ahmet başını yine yakasının altına götürerek:
- Gördün ya, kebap yokmuş, başka ne istersin canım, dedi.
Sonra kafveciye dönerek:
- O zaman köfte ver, dedi.
Bu defa kahveci biraz kızgın:
- Kahvehanede köfte ne arar be adam, diye tersledi.
Balkan Ahmet başını abasının altına sokarak, canına köfte olmadığını da bildirdi. Böyle böyle, canı ne isterse, kahvecinin tepesi atana kadar dizdi durdu. İstedikleri de hep et türünden, tuzlu pastırmaya kadar yemekler ! Bir ara kahvecinin gerçekten sabrının taşıp, onu dışarı atacağını anladı. Acele davranarak :
- Efendim, dedi, kahven de mi yok? Bir kahve ver hiç olmazsa.
Kahveci derin bir nefes alarak:
- Kahvehanede kahve olmaz mı, geliyor kahven, dedi.
Balkan Ahmet ikram edilen kahveyi höpürtede höpürtede, büyük bir keyifle içti. Sonra oldu olacak bir kahvelik parasını bankadan milyonlar çekermiş gibi, etrafına tepeden baka baka çıkardı, göksünü kabartarak kahveciye uzattı. Ayağa kalkmazdan önce başı gene yakasının altına gitti. Oradan hafifçe söylenen şu sözler duyuldu:
- Oldu mu gönlün canım ? Bak, sen ne arzu ettinse, hepsini istedim. ama ne yapalım, ancak bir tek kahveleri varmış ! Hadi şimdi tutalım yine yaya Kulakova köyü yolunu !

08 Mayıs 2010 3-4 dakika 4 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 15 yıl önce

    Yani Balkan Ahmet canı ne isterse gönlünü yapmaya amade ama ... Güzel bir öyküydü kaleminize sağlık. Saugılarımla..