Bir Küp Dolusu Altın

Üniversitede okurken staj için Amerika'ya gitmiş ve bir daha geriye dönmemişti.
Amerikalı, bir kadın ile evlenmiş ve iki çocuğu olmuştu. Evliliğinden ve eşinden memnundu. Kendisi gibi çocukları da başarılı bir öğrenci olmuşlardı.
Sıla özlemi sonunda kendini vatanına ve köyüne çekmişti. Senelik iznini doğduğu, çocukluğunun geçtiği köyde geçirmeyi kafasına koymuştu. Seneler sonra, her taşı, ağacı kendisinde anısı olan topraklardaydı. Yıllardır anılarıyla yaşadığı, köyünün havasını derin derin içine çekti.
Köyün mezarlığının, alt tarafına arabasını park etti. Mezarlığa kadar, çocukluğunda olduğu gibi meşeliklerin arasındaki patika yoldan yürümeye başladı. Her adım atmasında, burada geçirdiği günler aklına geliyordu.
Çam ağaçları içindeki mezarlığa tarif edilmez duygular içine girdi. Anne ve babasının mezarları yan yanaydı. Mezarların üzerini, yabani otların kaplamış olduğunu gördü. Hemen mezarların üzerini temizlemeye başladı. Otların kökleri derine kadar inmişti. Kuvvetlice onları çekti. Otlar toprağı sıkı sıkı kavramış, kökleri toprağı bırakmamak için direnmeye başlamışlardı. Ellerinin acımasına aldırmadan, otları koparmaya başladı.. Sonunda mezarların üzerindeki otları temizlemişti. Alnında biriken terleri şöyle bir silerek, mezarın başına çöktü. Dua okumaya başladı. Mezarların başında gözlerinden yaşlar akarak, saatlerce oturdu.




Havanın kararmaya başladığını fark ederek, hüzünlü bir şekilde arabasına doğru yürüdü. Arabasını köyün hemen sonunda olan, baba ocağı evin önünde durdurdu. Bir süre arabadan harabe eve utanarak baktı. Burayı yeniden yapmalıyım diyerek arabasından indi. Bahçe kapısı kırılmış ve yana doğru devrilmişti. Kapıdan içeriye girmeden, virane eve gözleri dolarak baktı. Mezarların üzerini kaplayan otlar gibi bahçede yabani otlarla dolmuştu. Dizlerine kadar gelen otların arasından evin tahta kapısına doğru zorla yürümeye başladı. Anılar gözyaşı olmuş yanaklarına doğru süzülmeye başlamıştı. Gözyaşlarını silmeye gerek duymadan, çatlamış tahta kapının üzerindeki kapı tokmağını üç kere çaldı. Kendini kandırdığını bildiği halde, kapıyı içeriden annesinin açmasını umutla bekledi. Daha hızlı kapıyı yumruklamaya başladı. Çürük kapı darbelere dayanamayarak, gıcırtıyla açıldı. Eşikten içeriye adımını ürpererek attı. Evin içi tozdan ve örümcek ağlarından görünmüyordu. Eliyle örümcek ağlarını temizleyerek, birkaç adım attı. Üst kata çıkan merdivenlerin tahtalarının çoğunu kırılmış olduğunu, üzülerek gördü. Olduğu yerde hiç kımıldamadan, her basamağında anısı olan merdivenlere ıslak gözlerle bakmaya başladı. Yüzüne suçluluk duygusu çökmüştü. Burayı eski haline getirmek, boynumun borcu olsun, diyerek adeta isyan etti. O geceyi arabasının içinde anıları ile geçirdi.




Sabah ilk işi bir ardiyeye giderek, evi yeniden yapmak için malzeme almak oldu. Gerekli malzemeleri, otlarla kaplanmış büyük bahçenin bir köşesine istif etti. Elindeki kürekle bahçenin otlarını temizlemeye başladı. Çocukken üzerine çıkarak, kiraz topladığı kiraz ağacının kurumuş olduğunu üzülerek gördü. Akşama kadar hiç durmadan otları temizlemek için olağan üstü bir çaba sarf etti.
Otları sonunda temizlemişti. Kırık bahçe kapısını tamir etmeye koyuldu. Karnının acıktığını hissederek, arabasına bindi ve en yakın kasabaya giderek, geceyi orada geçirdi. Sabah erkenden, yine baba ocağına dönmüştü. Evi tamir etmeye başladı. Evin alt katını temizlemiş ve kırık merdiven tahtalarını değiştirmişti. Öğlen vaktine doğru, üst kata çıkmayı başardı. Evin üst katıda, perişan bir haldeydi.
Çocukken yattığı odaya hüzünle baktı. Aradan bir hafta geçmişti. Evin çatı katında eski bir sandık buldu. Sandığı merakla açtı. Sandığın içinde sadece boş bir kağıt vardı. Babasının hazine aramak için günlerce eve gelmediğini gülerek hatırladı. Bu boş kağıdı, acaba sandığın içine neden koymuş diyerek, düşünmeye başladı. Babası kendisine yoksa gizli bir mesaj mı bırakmıştı? Elindeki boş kağıdı incelemeye başladı. Kağıdın üzerinde en küçük bir leke yoktu. Babasının gizemli bir kişiliği vardı. Bu bir mesaj olmalı diye söylendi. Elindeki boş kağıtla bahçeye çıktı. Kağıdı güneşe doğru tuttu. Belli belirsiz, bazı yazılar gördü. Aklına gençken yazdıkları aşk mektupları geldi. Hemen bir mum bularak, onu yaktı. Kağıdı mum alevinde, dikkatlice ısıttı. Gözleri parıldamaya başlamıştı. Limon veya soğan suyu ile yazılmış diye neşeli bir sesle mırıldandı. Kağıdın üzerinde, oğlum kiraz ağacının altını kaz. Yazısını şaşırarak gördü. Kurumuş kiraz ağacının altını, hemen kazmaya başladı. Kazdığı yerden, bir küp çıkmıştı. Küpü heyecanla dışarıya çıkardı. Tedirgin bir vaziyette etrafına baktı. Etrafta kimse olmadığından emin olunca küpün ağız kısmındaki bezleri çıkarmaya başladı. Küpün içindeki çil çil altınları gördü. İstemeden bir sevinç çığlığı attı. Küpün içinde yine bir kağıt vardı. Kağıdı eline alarak okumaya başladı. '' Oğlum bu altınlara ihtiyacın varsa al. Eğer ihtiyacın yoksa bırak yerinde kalsın. Gün gelir, torunlarıma lazım olur. Çocuklarına burada, altın olduğunu söyle. Söyle ki bu baba ocağı hiçbir zaman unutulmasın.'! Yazıyı okuyunca bir süre düşündükten sonra, kağıda ''Baba benim, bu altınlara ihtiyacım yok. Sana teşekkür ederim'' diye yazdı. Altın dolu küpü tekrar ait olduğu yere gömmeye başladı.

21 Kasım 2013 5-6 dakika 67 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 10 yıl önce

    Ders niteliğinde bir öykü. Yaşadıklarımızı özümsediğimiz zaman hayat daha da bir anlamlı oluyor aslında. Hırslarımızı dizginlediğimiz ve paylaşma duygumuzu geliştirdiğimiz zaman olgun bir birey olma yolundayız demektir. Yoksa hesapsızca bir şeyleri istiflemek şu üç günlük dünyada bizlere hiç bir şey kazandırmaz...👍

    Güzel bir öyküydü kutlarım Cengiz bey...