Bir Sabah Erken

Aman hava ne güzel dedim ve fırladım evden. Aralık ayına ihanet eden bir güneş karşıladı beni ve nefes nefese indim sahile. İndim ve deniz kenarında yaşamanın ne güzel olduğunu bir kez daha anladım.

Bu sahile bayılıyorum. Sanki o karmakarışık şehrin bir parçası değil de, tüm çirkinliklerden, pisliklerden uzak kendi içinde yaşayıp giden bir balıkçı köyü. O canım balıkçı tekneleri dizim dizim. Ve balıkçılar. Kimi ağ çözüyor, kimisi balık ayıklıyor kıyıda. Bazılarının tepesinde üç beş meraklı seyreden ya da üç beş alıcı, pazarlığa başlayan. Kıyıdan biraz uzaktaki lokantalarda henüz bir hareket yok. Bir iki saate kalmaz ızgara kokuları karışır deniz kokusuna. İşte arkada haşmetle yükselen kilisenin çanları da çalmaya başladı. Burada herşey geçmişin bir parçası sanki, o benim özlediğim, tanımasam da, yaşamadıysam da özlediğim yılların bir parçası.

Havayı yudum yudum içmeye çalışarak kenardaki bankın üstüne iliştim ve etrafıma bakınmaya başladım. Yaşlı, genç, çoluk çocuk. Hepsinin yüzünde o aynı huzurlu hava. Sanki hepimiz bir başka gezegene aitiz. Unutulmuş mutluluklar var burada.

- Teyze, iki dakika şu kutuyu yanına bırakabilir miyim?
Tatlı sarhoşluğumdan sıyrılıp başımı çeviriyorum. Bir çift kapkara göz, kapkara saçlar. Şirin mi şirin, dokuz on yaşlarında bir erkek çocuğu. Bu çocuklar ne zamandır bana teyze diye seslenmeye başladılar? Neyse şirinliği kızgınlığımı unutturuyor.
- Koy bakalım, ama ne zaman döneceksin?
- Hemen şurada babamın sandalının içinde olacağım. Ağları çözmesine yardım ediyorum.
Ve cevabımı beklemeden koşa koşa ilerideki mavi sandalın yanına gitti.
Ancak o zaman kutuya bakmak aklıma geldi ve başımı çevirirken hayretle kutunun içindeki bir adet sapsarı civcivle baş başa olduğumu gördüm Bir an ya bunu kaçırırsam diye panikledim. Ama bu henüz gözlerini bile açamayan civciv öylece hareketsiz duruyordu zaten. Yeniden sandala doğru baktım. İki tane aynı renk kafa sandalın içine eğilmiş, kıpırdanıp duruyorlar. Ama ben de oraya gitmek istiyorum. Peki civciv ne olacak? Onu da sandala koyamaz mıyız? Ben böyle kah civcivle uğraşır, kah etrafıma bakınırken kimbilir ne kadar zaman geçti ve kara saçlı çocuk yanımda bitiverdi.
- Bitti mi işin bakalım?
- Bitti sayılır abla (nihayet düştüğü gafletten sıyrıldı). Babam devam eder.
- Peki ama civcivi neden yanına almadın?
Kara gözlerini utangaç utangaç kırpıştırarak gülümsedi.
- Şey, denizden korkar belki diye düşündüm, hani uçuverir filan..


Kutuya sinmiş olan o minik şeyle uçmak eyleminin ilgisizliğini düşününce bir kahkaha attım.
- Bu minicik bir civciv, yürüyeceğine bile inanamam.
- Senin hiç civcivin var mı abla?
- Hayır.
- Kedin..Köpeğin?
- Hayır.
Eyvah! Bana değişik gözlerle bakmaya başladı ve yavaş yavaş kenarına iliştiği banktan uzaklaşıyor. Bu, hayatında hiçbir hayvanı olmamış yaratıkla konuşmamalıyım diye mi düşünüyor acaba?
- Evet canım, benim hiç böyle hayvanlarım olmadı. Çünkü kocaman bahçeli bir evim de olmadı hiç. Ben de bu hayvancıkların bahçenin dışında yaşamalarına razı olamıyorum.
Bir an sanki konuşan ben değilim de annem gibi geldi. Gülümseyerek dalıp gittim gözümün önüne gelen o hatıraya.
- Anne ne olur bu kedi bizde kalsın, ne olur.
- Sana onu derhal aldığın yere bırak dedim
- Anne ne olur.
- Kızım bu hayvanlar burada yaşayamaz, bahçeli evimiz olunca alırız.
Annemin ısrarlarım karşısında yavaş yavaş rengi değişiyor, bense tipik istediğini elde edememiş çocuk inatçılığıyla ısrara devam ediyordum. Altı ayda bir yinelenen bu sahnelerde kaybeden tabii ki hep ben oldum.
- Ama benimkiler anneannemin bahçesinde. Bu civciv de oradaki kümese yerleşecek.
Uzaklara daldığımı hissetmişcesine ve beni o uzaklardan çekip çıkarmak için bağıra bağıra konuşuyordu.
- Bak istersen civcivi de al, babanın yanına gidelim. Balıkçılar ağları çözerken hep seyretmek istemişimdir. Yosun, balık ve iyot kokusunu iyice solumak istiyorum.
Ne dediğimi pek anlayamadan ama yine de hoşlanarak gülümsedi. Kutuyu da kaptığımız gibi birlikte mavi sandala doğru yürümeye başladık.
Ve Yakup'la o sabah başlayan arkadaşlık o günle birlikte sona ermedi, yıllarca hemen her Pazar sabahı küçük, kısa görüşmelerle sürdü, sürüyor..
Geçen Pazar elinde bir kutuyla yaklaştı yanıma. Biraz muzip biraz da mahzun bakıyordu sanki.
- Abla şu kutuya iki dakika göz kulak ol. Şuradan bir sigara alıp geleyim.
Şu sigara içmesine de ne kadar sinirleniyorum.
Ve hemen arkasını dönüp uzaklaşıverdi. O da ne, kutu kıpırdadı.


Allahım! Bir civcivle başbaşayım yine. Ne deli çocuk bu!
Ve elinde sigarasıyla geri döndü.
- Abla, bu sana emanet. Sana zahmet anneannemin bahçesine bırakır mısın onu?
Hayretle tam ağzımı açmış söylenmeye başlayacakken parmağı ile dudaklarımı kapattı.
- Ben yarın askere gidiyorum abla. Seneye bir Pazar sabahı yine gel, e mi?

18 Mart 2013 4-5 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar