Bir Yalnız Adam

Yıl 1991 veya 1992. Yer Doğu Anadolu'da küçük bir şehir. Ben dört, beş yıllık bir memurum o zamanlar. Bir gün dairedeki odama Şube Müdürüm ile tanımadığım bir adam girdi. Şube Müdürü, arkadaşı tanıttı. Adı Hayati Bahar'dı. Kuzeydeki illerimizden birinden tayinle gelmişti. Daha doğru ifadeyle 'sürgün' gelmişti bu küçük, gelişmemiş şehre.
Kırk bir, kırk iki yaşlarında, uzun boylu, iri yapılı, saçlarının şakakları beyazlanmış bir adamdı. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. Şube Müdürü, Hayati Bey'e masamın karşısında bulunan boş masayı göstererek '-Artık burada çalışacaksın' diyerek odayı terk etti.
Hiç konuşmuyordu. Elinde büyük, koyu renkli bir valiz vardı. Valizi usulca aldı, masanın üzerine koydu ve kapağını açtı. İçinden bir gazete, bir sözlük ve küçük bir el radyosu çıkardı ve valizin kapağını tekrar kapattı.
Gazete Türkiye'de basılan İngilizce bir gazeteydi. Bir yandan kulaklı radyosundan müzik dinliyor bir yandan da gazete okuyordu. Gazetedeki anlamını bilmediği kelimelerin altını kurşun kalemle çiziyor sonra da sözlükten Türkçe karşılığını buluyordu.
Mesai saatinin bitimine doğru bana:'-Burada kalabileceğim temiz bir otel var mı?'diye sordu.
Mesainin bitiminde Hayati Bey'i şehrin en tanınan oteline götürdüm ve (zaten toplam üç otel vardı şehirde o zamanlar) müstakil bir odaya yerleştirdim.
Bir iki gün sonra dairedeki odamızdaki sessizlikten sıkılmış olacak ki birkaç kelimeyle kendisini bana açmaya karar verdi. Orta Anadolu Bölgesi'ndeki bir şehrin köyünde doğduğundan, hiç evlenmediğinden, Ankara Üniversitesi'nden mezun olduğundan , buraya gelmeden önce Karadeniz'de deniz kenarında bir şehirde çalıştığından, daha sonra da çalıştığı dairedeki müdürü tarafından buraya sürüldüğünden falan bahsetti.
Önceki daire müdüründen nefretle bahsediyordu. '-Aydın Mazı pez...gi (Müdürün ismi) ...nın emriyle beni buraya sürdürdü. İkisini de affetmeyeceğim, cezalarını vereceğim!' diyor, elini kuvvetlice masasına vuruyordu.
... ismini duyduğumda çok şaşırmıştım. ...ın, ...eşinin bir devlet memuruyla ne işi olabilirdi ? Merak ettiğim soruları kendisine soramıyordum. Karşımdaki insanın dengesiz, ruhsal yapısının bozuk bir insan olduğunu anlamıştım. Onu sinirlendirmek istemiyordum. Zira beni de rencide edecek sözler sarfedebilirdi.
Hayati Bey'in dikkat çekici davranışları vardı. Dairede çay servisi yapan arkadaştan çay almıyor, çay ocağına bizzat giderek çayını kendi dolduruyordu. Bunun sebebini sorduğum da:
'- Erhan, burasıı ...ın adamlarıyla dolu. Çayıma, yemeğime şap kattırıyor. Benim erkekliğimi düşürmek istiyor. Çayı kendim alıyorum ki içine şap atmasınlar.
Hayati Bey'in hastalığının tam olarak ne olduğunu bilmiyordum ama hasta, rahatsız olduğu kesindi. ...fobisi kafasına yerleşmişti. Kendisi nereye giderse gitsin ...'ın adamlarının (ajanlarının) onu gözetlediğine, ona zarar vermeye çalıştığına inanıyordu. Psikolojik yardıma (terapiye) ihtiyacı vardı ama hasta olduğunu kesinlikle kabul etmiyordu. Problemli biri olduğu için idare tarafından kendisine herhangi bir iş de verilmiyordu.
Hayati Bey kışın soğuk havalarda bile gömlek ve üzerine deri montla daireye geliyordu. Üşümüyor musun diye sorulduğunda, bal, yağ yiyip, süt içerek soğuğa karşı korunduğunu söylüyordu.
Hayati Bey'in işe başlamasından yaklaşık bir ay sonra dairenin odacısı bir ara koridorda yanıma gelip konuşmak istediğini söyledi.
'-Hayrola bir şey mi oldu?' dediğimde;
'- Erhan Bey, bu sabah sobalara odun almak için kömürlüğe gittiğimde, kömürlüğün arka tarafında Hayati Bey'in bavulunu ve bir çift battaniye gördüm. Geçen gün de dairedeki arkadaşlardan biri sabahleyin O'nu kömürlük kapısı önünde görmüşler. Geceleri kömürlükte kalıyor galiba'.
Odacının sözleri beni bayağı şaşırtmıştı. Otelden neden ayrılmıştı bu adam? Mesai bitiminde Hayati Bey'in kaldığı otele gidip gerçeği öğrenmek istedim. Otelin resepsiyon görevlisine Hayati Bey'in otelden ayrılıp ayrılmadığını sordum.
Görevli:'- Erhan Bey, bu adam sabahın altısında kalkıyor, otel koridorlarında bir köşeden öbür köşeye koşuyor. Müşterilerin hepsi rahatsız. Kaç kere ikaz ettim, lütfen gürültü yapmayın Hayati Bey, diye. Bana ,burada paramla kalıyorum istediğimi yaparım diyince sabrım taştı, topla tasını, tarağını senden para da istemiyorum dedim.Bir hafta oldu otelden ayrılalı.Aklını yitirmiş bu adam' dedi, elleriyle kafasını işaret ederek.
Hayati Bey'in bu durumu beni üzmüştü. Şube Müdürü'ne olanları anlattım. Şube Müdürüm Onunla ilgileneceği, hafta sonu komşu ile gezmeye götüreceğini söyledi.
O haftanın son günü (Cuma günü)Şube Müdürü'yle Hayati Bey, komşu ile gezmeye gittiler. Pazartesi günü Hayati Bey'e gününü nasıl geçtiğini, kendini nasıl hissettiğini sordum.
Hayati Bey:'-Ya.Erhan, bu adam manyağın teki. Cumartesi günü gel seni birisiyle tanıştıracağım dedi, aldı beni şehrin eski evlerinin bulunduğu bir semte. İçeri girdik, ayakkabılarımızı çıkardık. Bizi bir odaya davet ettiler. Odada dört,beş tane adam yan yana oturuyorlar. Beş dakka kadar bekledik . Daha sonra kapı açıldı, içeriye sarıklı, cübbeli, uzun siyah sakallı, tespihli bir adam girmesin mi? Herkes adamın başına üşüştü, el etek öpmeye koyuldu. Ben vaziyeti anladım tabii. Senin müdürün meğer beni bu adama okutmaya getirmiş buraya. Beni buraya niye getirttin be adam? Ben deli miyim? Okutacaksan sen kendini okut, üflet dedim ve kapıyı vurup evden çıktım.'
Hayati Bey sinirli ,yüksek perdeden konuşmasına devam etti:'- Erhan, (Şube müdürünü kastederek) .ötü yere yakın adamdan korkacaksın daima. Bunun da kesin ... .ıllığıyla bir daleveresi vardır.Yüzüne bile bakmam artık bunun.'
Hayati Bey'in evhamları, paranoyaları iyice artmıştı. Bir gün elindeki gazetenin arka sayfasını bana gösterdi.
' Erhan, baksana buraya. Kırmızı giyinmiş manken. ... .osması kırmızı rengi sevdiğimi biliyor. Göre moralim düzelsin diye gazeteye bu resmi koydurtmuş'.
Bir gün de itfaiye tozu önlemek için yolları suluyordu. Hayati Bey buna da bir kulp bulmuştu.'- ... .aspası yolları sulatıyor ki, pantolonum toz olmasın.Anlamadım mı sanki. Ne yapsan yap seninle yatmayacağım be kadın.'
Bir gün elinde kurşun kalemle bir kağıda bir şeyler yazarken gördüm. '-Hayrola Hayati bey, ne yazıyorsun?' diyince, hiddetli bir şekilde yumruğunu masasına vurdu.
'- ...ya mektup yazıyorum. Ona değer vermediğini göstermek için saman kağıdına, kurşun kalemle yazıyorum. Düş artık peşimden diye yazdım. Seninle yatmam. Yemeklerime şap kattırsan da erkekliğim bitmedi, bunu bil. Şimdi postaneye gidip postaya vereceğim bu mektubu' dedi ve odadan çıktı.
Hayati Beyin durumu gittikçe bozuluyordu. Daireye gelen vatandaşlar bir şey sorduğunda cevap vermiyor, tokalaşmak için ellerini uzattıklarında ellerini sıkmıyordu. Masasının gözünden üçer beşer fındık, ceviz, incir gibi kuru yemiş çıkarıyor, ağır ağır yiyordu. En kötüsü artık kendi kendine konuşmaya başlamıştı. Konuşmasını gizlemek için de bir eliyle de dudaklarını örtüyordu.
Daire Müdürü Hayati Bey'i göz önünden uzaklaştırmak, bir bakıma ondan kurtulmak için tayinini Ankara' ya (Bölge Müdürlüğü'ne) çıkardı. Vedalaşırken hüzünlüydü. Dairedeki personel gittiğine pek üzülmemişti. Kimseyle samimi bir arkadaşlık kuramamıştı çünkü. Sadece ben üzgündüm. Ruh durumu bozuktu, uyumsuzdu ama zararını hep kendisi çekiyordu.
Dört beş ay sonra görev icabı Ankara'ya gittim. Bölge Müdürlüğü'nde işlerimi gördükten sonra akşam Bölge'nin bitişiğindeki misafirhaneye vardım. İki veya üç gün misafirhanede kalacaktım. Görevliden kalacağım odanın anahtarını alıp, odama çıktım. Daha sonra banyo yapıp misafirhanenin Tv salonuna geçtim. Ön tarafta Tv'ye yakın bir koltuğa oturup Tv izlemeye başladım. Bir ara arkamda bir ses duydum. Kendi kendine konuşan bu ses hiç de yabancı değildi. Dönüp arkama baktım. Yanılmamıştım. Hayati Beydi sesin sahibi. Birbirimizin hatırını sorduk. On, on beş dakika sonra kalktı odasına çekildi.
Ertesi gün Bölge Müdürlüğü'ndeki bir arkadaşıma Hayati Bey'i sordum. Hiç bir iş yapmadığını, bütün gününü elleri arkasında Bölge kampüsünde yürüyüş yaptığını söyledi. Hatta bir gün yürüyüş sırasında Bölge Müdürü'yle karşılaştığını, Müdür'le yüksek sesle tartışmaya girdiğini anlattı arkadaşım.
Ankara'da işlerimi bitirip tekrar çalıştığım yere döndüm. Birkaç ay sonra Bölge Müdürlüğü'ndeki arkadaşımdan bir telefon aldım. Birbirimizin hal ve hatırını sorduktan sonra söz bir ara Hayati Bey'den açıldı. Hayati Bey'in doğduğu şehre tayininin çıkarıldığını söyledi arkadaşım. Kimse uzun süre bu adamla çalışmak istemiyor, tayinini çıkararak başlarından uzaklaştırma yoluna gidiyorlardı.
Tayin tabii ki çözüm değildi. Bu adam rahatsızdı ve tedaviye ihtiyacı vardı. Kendisi hastalığını kabul etmiyordu. Onunla ilgilenecek bir yakını da yoktu. Bütün bu faktörler Hayati Bey'in daha da kötüleşmesine, daha da içe kapanmasına, dünyaya yabancılaşmasına yol açıyordu.
Yaklaşık bir sene sonra Ankara'daki arkadaşımdan bir telefon daha aldım. Hayati Bey bıçaklanmıştı.Bir gece caddede yürürken karşısına bir sarhoş rastlamış ve Hayati Beye omuzu değmiş. Hayati Bey de adama :
' ? Niye bana omuz vurdun, seni kesin ... gönderdi de mi ? ' diye bağırmış. Sonra karşılıklı kavgaya girişmişler. Bir ara adam cebinden sustalı bıçağını çıkarmış ve Hayati Bey'i göbeğinden bıçaklamış.
Hayati Bey günlerce hastanede kalmış. Hastaneden çıktıktan sonra da izini kaybettirmiş. Kimse O'nu bir daha görmemiş.
Hayati Bey hayatımda unutamadığım insanlardan biri oldu. Ona çok acımıştım, hala da acıyorum. Bir gün İstanbul'a gitmek , .. ...'la konuşmak isterdim. O'na :'-Hayati Bahar ismi size bir şey ifade ediyor mu, O'nunla tanışıyor musunuz? O sizi çok yakından tanıdığını söyledi bana' diye. Ben de mi deliriyorum acaba?

29 Haziran 2011 9-10 dakika 4 öyküsü var.
Yorumlar