Boşlukta Düşünmek

Rüzgâr, yaprakları yalıyordu sanki. Doyumsuz hafiflikte bir meltemdi bedenlere teğet geçen. Güneş günü içmiş, mavi ile yeşilin raksına doymuş ve kızıl nefeslerle denize gömüyordu kendini. Öyle güzeldi ki görünüm; ressam, büyülü fırçasıyla böyle bir tablo yaratabilir miydi acaba tuvaline?

Orta yaşlı olduğu hafif kırlaşmış saçlarından belli olan adam iyice yanaşmış, ahşap ve yer yer sıyrılmış cilasıyla antika görünümü veren masayı adeta kucaklamıştı. Gözü, kendini denize atan kızıl giysili, sarı saçlı, daha birkaç saat önce genç kız görünümündeyken şimdi yaşlanmış; ama güzelliğinden bir şey kaybetmemiş, aksine olgun bir güzelliğe erişen kadına benzettiği güneşteydi. Olgunluk ne muhteşem bir şeydi böyle.

Kısılmış gözlerle baktığı ufuk, gurup zamanında karalar bağlamaya başlamış, yavaş yavaş siyahlara bürünmekteydi. Kamerasını uzağa ayarlayarak bastı deklanşöre. Genelde her gün yaptığını bugün de tekrarlıyor; gün batımını ölümsüz kılmak için kaydediyordu. Emekliye ayrılıp da işsiz kaldığı günden bu yana yüzlerce ölümsüz gurup resimleri arşivlemişti. Gülümsedi; 'İyi ki kendimi alıştırdım bu anı izlemeye.' dedi içinden.

Bahardan güz sonuna kadar burada oturur, doyumsuz anları bizzat yaşar, fotoğraf çekimiyle ölümsüzleştirir; sonra da yanında getirdiği kitabı ya da gazeteyi eline alır, okurdu sessizlikte.

Son zamanlarda okudukları haz vermez olmuş, iyice sıkılmıştı yazılanlardan. İnsan olarak insanlığın tükenişini okuyordu insanlarca kâğıda dökülenlerden... Gazeteyi eline aldığında bunalıyordu tecavüz, katliam, gasp, terör gibi haberlerden. İnsan denen varlık, gözünü kırpmadan insanı yok ediyordu para ve üstünlük payesi alma uğruna. Yazılanlar aynı kabalıkta, söylemler aynı kötülükteydi.

Yeniden baktı ufka. Az önceki eşsiz güzellik bitmiş, güneş kendini mavi sulara gömmüş; artık deniz de gökyüzü de alacakaranlık kuşağına girmişti. Az sonra dolunayın ışıltısı ile karşı sahiden yayılan yakamozun flörtü başlayacaktı.

Keşke karşısında birileri olsaydı şu an Ertuğrul Bey'in. Sonuçları değiştiremeyecek olsa bile içini dökseydi derinlemesine birilerine. Doğru bildiklerini gün yüzüne çıkarmak için sondajlar vursaydı beyinlere. Kıyasıya dökseydi dilinden sözcükleri. Kıyasıya; ama asla hakaretle değil, kötü sözlerle hiç değil. Ama nerde? Kimse uğramazdı ki buralara. Bir başına yaşadığı tek katlı evin ıssız bahçesiydi oturduğu yer. Masası, sandalyesi, çaydanlığı, bardakları ve suyu hep masada dururdu. Bir bakıma dert ortağı, arkadaşıydı Ertuğrul Bey'in tüm doğa. Her gün bir kitabını alır bu masada okur, sayfalar dolusu öykülerini, romanlarını, şiirlerini yazar, yazdıklarını maille yollardı gerekli yerlere. Gazeteleriyle de günlük haberleri izlerdi tertemiz oksijeni soluyarak. Oysa çabuk kirlenirdi oksijen okuduklarıyla.

Masanın hemen karşısında, tıpkı kendi tipinde birini gördü aniden. Sanki aynaya bakıyor gibiydi. O da hafif kırlaşmış saçlara sahipti. Ağız, burun, gözler Ertuğrul Bey'le tıpatıp aynıydı. Sadece tek fark vardı kendisiyle karşıdaki insan arasında. Ertuğrul Bey'in gülen yüzüne karşılık bu kişi onun öfkeli ve sinirli şekliydi. Bir an delirdiğini sandı. Sordu o kişiye:

-Kimsiniz sevgili kardeşim? Nereden geldiniz? Bana bu benzerliğiniz ne? Benim bırak ikizimi, kardeşim bile yok.

Gülümsedi karşıdaki kişi.

-Sen hem iyi bir okur, hem de mükemmel bir yazarsın. Sözcükleri seçerek yazar, dikkat edersin nezakete. Ben de senin gibi yazarım. Sen kadar da iyi bir kaleme sahibim. Tip olarak benzerliğimiz tesadüf olsa bile tarzlarımız çok değişik. Ben günü yazarım, sen ise olması gerekeni.

-Nasıl yani?

-Sen insanların kötü yanlarını tatlı kelimelerle sergilersin. Onları güzel kelimelerle döversin. Ne gerek var o kadar detaya? Kısa ve net yoldan yazmak gerekir. Mesela bir şerefsize ben direk 'Şerefsiz, haysiyetsiz' derim; sen ise direk o sözcüğü kullanmadan kişinin kötü özelliklerini sergiler, okura bırakırsın ona vereceği unvanı.

-Daha iyi değil mi okura bırakmak?

-Okura fikri, beynini matkapla açıp zerk etmek gerekir. Böyle yapmazsam nasıl kabul ettireceğim o kişinin şerefsizliğini?

-İyi de, az önce sen söyledin. Ben de onun kötü yanlarını yazıyorum; ama hakaret etmiyor, yanlışlarını yazıp okura bırakıyorum.

-Kardeşim bizler olabildiğince argo yazmazsak, o kişiye hakaret etmezsek, okuru fuzuli düşünmeye yönlendiririz. Zaman kaybı değil mi bu durum? İşte sen, tam da o zaman kaybını yaşıyorsun; ama farkında değilsin.

Düşündü Ertuğrul Bey. Doğru olabilir miydi? Derin derin iç geçirdi. Hayır, olamazdı böyle. Bir şeyleri anlatmak için kişilere hakarete gerek yoktu; hele ki argo sözlere hiç gerek yoktu. Yeniden sözü aldı karşısındaki benzeri...

-Artık insanlar bizden gerçekleri tüm çıplaklığı ile istiyor kardeşim. Argo sözler mademki insanımızın günlük hayattaki konuşma tarzı; o halde ben neden yazmayayım argo sözcüklere? Neden insanımızdan ayrı düşeyim?

-Nasıl böyle konuşabiliyorsun? İnsanların günlük konuşma dili vardır ki; içinde en ağır küfürleri, en ağır hakaretleri, ağza alınmayacak sözcükleri konuşurlar birbirleriyle. Yani şimdi o küfürleri, o argo sözleri, hakaretleri aynen mi yazalım? Nerde kaldı biz yazarların insanlara en güzel yolları gösterme görevimiz? Öyle olsaydı okullarda da argo, hakaret içeren tüm sözcükler ders kitaplarına konmaz mıydı?

-Biz ders kitapları yazmıyoruz ki...

-Ama duygusal bir ilişkiyi bile yazılarda akıl almaz kelimelerle yazabiliyor, yataktaki ilişkiyi bile en argo sözcüklerle anlatıyorsunuz. Bu anlatım şekli günlük konuşma şeklimizi daha da argo dile götürmüyor mu?

-Hayır! Herkes daha kestirmeden anlıyor. Ben sağ elimle sağ kulağımı tutuyorum; sen ise sol elinle sağ kulağını tutuyorsun.

-Şöyle bir düşün. Öyle bir zamandayız ki birbirine öfkelenen her insan bir diğerine 'Şerefsiz' demeye başladı. Herkesin birbirine 'Şerefsiz' dediği bir ortamda artık şereften söz edilir mi? Bunu neden düşünmüyorsun?

-Senin düşünemediğin tek şey, yaşadığımız gerçekler Ertuğrul Bey kardeşim. Ben hayal âleminde değilim.

Birden kıyıya yakın geçen bir geminin korna sesiyle irkildi Ertuğrul Bey. Baktı karşısına; yoktu karşısındaki benzeri.

Düşündü elini çenesine koyarak. Kendisi mi haklıydı, az önce karşısında duran mı?

Öylesi karmaşıktı ki... En iyisi bu konuyu yakında yazmak ve kararı yine okura bırakmaktı.

04 Şubat 2016 6-7 dakika 27 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 8 yıl önce

    Kendine bir iç dökme ve kendi ile yazınsal konular üzerine inceden düşünüp tartışma, hesaplaşma ki aslında çoğu zaman yapmak lazım bunu, herkes de yapmıyor, yapamıyor. Güzel bir öyküydü okuduğum gönülden tebrikler Turgay beye...👍