Boynu Bükük Bir Serçe

'...
...
mimozanın dalında boynu bükük bir serçe
öter öter öter
o bile ağladığını belli etmez
üstelik yapayalnızken'




Ayaza kesmiş soluk bir kış sabahıydı . İnsanlar bir koşuşturmaca içerisinde sağa sola dağılıyordu çil yavrusu gibi . Sonbaharın sarı ve kızıl renkli giysilerini yeni soyunan kentin üzerine , gökyüzünün puslu ve donuk griliği çökmüştü .

Göçebe kuşlar çoktan terk etmişlerdi uzak ülkelere . Evlerin balkonlarını ve pencere önlerini süsleyen çiçeklerin çoğu da , soğuktan olumsuz etkilenmesin diye olsa gerek içeriye alınmıştı . Bu yüzdendir ki duvarların ve boş pencerelerin renksiz görüntüsü sarkıyordu sokaklara . Erken olduğundan perdelerin de çoğu kapalıydı daha .

Küçük bir yokuşu tırmanıp ana caddeye çıkınca sabah yoğunluğunun içinde buluvermiştik kendimizi . Sert esen yel ara sıra iri yağmur tanelerini vuruyordu yüzümüze acımasızca . Üst geçit merdivenlerinin dibini kendine kuytu edinmiş 8-9 yaşlarındaki bir çocuk , tablasındaki simitlerini satmaya uğraşırken bir yandan da ıslanmaması için çaba gösteriyordu . Ayağındaki çamurlu çizmeler yırtıktı ve içinden çorapsız ayakları görünüyordu . İkimiz de aynı anda fark etmiş ve birbirimize bakmıştık içimiz burkularak . Kahvaltımızı yapmış olmamıza karşın yine de yanaşıp iki simit aldım . Simitleri bize uzatırken diğer eliyle de karşıdan geçen birine el salladığını gördüm birden . Başımı o yöne çevirdiğimde ise , aynı yaşlardaki bir kız çocuğunun , annesinin elini tutarak hızlı hızlı yürüdüğünü gördüm . Sırtındaki süslü çantasına bakılırsa belli ki okula gidiyordu . Yeniden simitçi çocuğun gözlerine baktım ve 'Sen de gidiyorsun değil mi okula ?' diye sordum . Onaylarcasına salladı başını öne doğru ama hala kızdaydı gözleri , çünkü kızın kırmızı çizmeleri pırıl pırıl parlıyordu karşıdan .

Islak kaldırımlar adımlarımızı boğuyor , bakışlarımı gözlerine çevirdiğimde ise sıcacık gülüşü yüzüme değerken üşüyordu . Aynı elleri gibi , ıslak gözleri gibi . Simitçinin ayakları gibi ...

Saçları bir sağa bir sola savruldukça kızaran kulaklarını görüyordum , burnunun ucu ve yanakları da koyu pembe bir görünümdeydi . Kendisini yandan süzdüğümü hissettikçe dudaklarına yayılan utangaç bir gülümsemesi vardı ki , alamıyordum kendimi ona bakmaktan . Bazen yanımdan geçenleri bile fark etmiyor , arada birilerine dokunuyordum omzumla ya da kolumla . Benim tarafımdaki elinin dışarıda olduğunu bile çok geç anlayabilmiştim bu yüzden . Elinin üşümüş olduğunu düşünerek tutmak istedim . Daha elimi uzatmaya fırsat bulamadan ne yapacağımı anlamış ve cebine sokuvermişti hemen . Yol boyunca arada ben ona bakıyordum çaktırmadan , o da bana . Göz göze gelince de başka yere bakıyormuş gibi yapıyorduk ikimiz de . Bazen ben takılıyordum bozuk kaldırım taşlarına bazen de o , yavaş yürüdüğümüz için olsa gerek yere düşürmüyordu bizi bu takılmalar . Aynı soğukta üşürken aslında birbirimize düşüyorduk belki de hiç farkında olmadan .

Konuşmadan yürüyorduk ki , parkın yanından geçerken birden durdum ve elimdeki simitleri parçalayıp küçük bir duvarın üstüne bıraktım . Mimozanın üstündeki serçe oradaydı yine , bir gün önce de aynı yerden yalnız başıma yürümüş ve o serçenin ötüşünü dinlemiştim bir süre . Şimdi ise ikimize bakarak çıkarıyordu aynı sesleri . Bu kez azıcık daha hüzünlü müydü , bana mı öyle geliyordu anlayamadım . Serçeyi dinlemek için mi duraklamıştım yoksa az sonra ondan ayrılacağım için mi onu da bilemiyordum . ' Geç kalıyoruz ... ' dercesine baktı yüzüme ve eliyle de ' Haydi ! ' diyerek çağırdı beni iki adım öteden . Eliyle yaptığı işaret o denli ağırdı ki , onun da benden ayrılmayı istemediğini sezmem güç olmamıştı . Ben onun gözlerini okumaya çalışırken o da benim dilimin ucunda kıvranan sözcükleri , yani bir türlü becerip söyleyemediklerimi anlamaya çalışıyordu . Konuşmak istiyor ama nedense konuşamıyorduk sanki . Harfler üşüyordu dilimizde belki de . Bu denli yakınken bile birbirimize , aramızdaki minik duvarları yıkamıyorduk . Dilsiz iki insan gibiydik . Onlar bile işaretlerle birbirleriyle anlaşırken biz nedense içimizden konuşuyor ve öylece anlamaya çalışıyorduk birbirimizi , konuşmamamız için konulan engeller vardı aramızda ... Bir başlasak hiç sonu gelmeyecekti belki , öyle çok şey vardı ki birbirimize anlatamadığımız ...

Aşk , düğümlenip kalmıştı ikimizin arasında , çok iyi hissediyorduk bunu . Oysa , yol boyu çarpışan bakışlarımız yerini hüzünlü bir ayrılığa bırakacaktı az sonra . Saçlarımız epeyce ıslanmıştı ama yüzümüze vuran soğuk içimizdeki sıcaklığı azaltamamıştı . O ara bize doğru bakarak geçenler ilişti gözüme , birbirimizi çok sevdiğimizi ama neredeyse hiç konuşmadığımızı bilseler ne düşünürlerdi acaba ? Daha doğrusu konuşamadığımızı...Üstelik hem onun ve hem de benim...Onca yolu konuşamadan birlikte yürümek...Sanırım yine de , yürüdüğümüz yolun daha uzun olmasını ikimiz de çok isterdik o an . Aynı havayı soluyorduk , bu bile yetmez miydi ?

Böyle bir fırsatı yakalama şansımız olur muydu bir daha ? Orası hiç belli değildi işte...

Zaman öyle hızlıydı ki...Durdur durdurabilirsen...

Otobüsün kalkmasına sayılı dakikalar kalmıştı . Azıcık ısınabilmek ve de daha önemlisi bir kaç dakikayı daha birlikte paylaşmak için salona girmiştik . Sessizliği o bozdu sonunda :

- Varınca hemen ara olur mu ?

Nasıl bir yanıt verdiğimi anımsamıyorum . Gözlerine takılıp kalmıştım yine , dudaklarına yayılan o sıcacık gülümseme değişik bir tona bürünmüştü şimdi . Sesindeki titreme ve hüzün bir anda benim tüm hücrelerimi sarmış , içimde kocaman bir boşluk oluşturuvermişti . Tutmasam kendimi , o derinliğe yuvarlanıp gidecektim ... Boynundaki saçların bir kısmı yağmurdan olsa gerek karışmıştı , banyodan yeni çıkmış ve saçlarını tam olarak kurulayamamış izlenimi uyandırıyordu . Hemen anlamış olacak ki eliyle düzeltip başını hafifçe salladı . İçimden geçenleri çok çabuk anlaması şaşırtıcıydı , anında nasıl da tepki veriyordu . Son çağrıyı duyduğumuzda birlikte dışarı çıktık yeniden . Elimi uzatıp veda ederken içimin titrediğini hissediyordum . Birden onun da aynı durumda olduğunu fark ettim , üşümüş elini dudaklarıma götürüp doyasıya öpüp kokladım . O soğuk havada bir şeyler alev alev yanıyordu aramızda , yürek atışlarımız sanki ortalığı rahatsız edici boyutlardaydı , öyle hissediyordum . Nerdeyse çevremizdekilere zarar verdiğimizi düşünerek özür dileyecektim orada bulunan insanlardan . Aynı anda iki davul çalıyor gibiydi oracıkta , aynı hızlı tempoyla . Ben onunkileri duymuştum sanki , o da benimkilerini .

Dudaklarımdaki ateş içimin derinliklerinde bir yerlerde güçlü bir kıvılcıma dönüşmüştü . Nasıl için için yanıyordum ve de nasıl dayanabiliyordum ?

Bu nasıl bir duyguydu , üşürken bile yandığını hissetmek...

Ellerimizin nasıl ayrıldığını ve otobüse binişimi hiç anımsamıyorum .

Kendimi ona bırakıyordum oracıkta ve onu alıyordum giderken yanıma . Ben kalıyordum orada , o benimle geliyordu .

İçim ateşe tutsak yanarken ayrılığa dayanamayan ellerim üşüyordu şimdi . Saçlarının omzundan yanlara doğru savruluşunu izlerken bir yandan da el sallıyordum ona içeriden . Otobüsün ani dönüşüyle gözden kaybolmuştu , yerime bir külçe gibi yığılıp kalmıştım . Birlikte yürüdüğümüz yol boyu düşmemiştim belki ama işte şimdi düşüyordum ona doğru , bir daha hiç kalkmamacasına ...

Yağmur gittikçe daha da artırmıştı hızını . Ağlamamak için kendimi sıkıyordum alabildiğine , utanmasam eğer çocuklar gibi bırakacaktım kendimi .

İçimdekileri söyleyememiştim belki ama her şeyi anlattığımdan da emindim aslında ... İkimiz de birbirimizi çok iyi anlamıştık ...

Bazı duyguların uzun uzun anlatılmasına gerek yoktu ki hiç...

Otobüs kentin içinden çıkmış ve otobana girmişti artık . Camdan göründüğü biçimiyle dalgalı ve çamurlu bir görüntüsü vardı denizin , o da benim gibi dağılmıştı sanki . Gökyüzü boşalırcasına yağıyordu yağmur , silgeçler bile yetişemiyordu camı temizlemeye . Islak gözlerimi kapatıp başımı koltuğa yasladım , avuçlarımda elinin kokusu taptaze duruyordu . Sanki yolda yürümeyi sürdürüyor gibiydik . Öylece , hiç konuşmadan . Yalnızca birbirimize gizli gizli bakarak...

Aklım , geçit merdivenlerinin dibindeki çizmeleri yırtık o simitçi çocukta ; yüreğim ise tümüyle onda kalıyordu...

Kulaklarımda ise mimozanın dalında öten boynu bükük minik serçenin sesi çınlıyordu . Bize doğru bakarken çıkardığı o sesler açlıktan mıydı yoksa yalnızlıktan mı ? Ya da üşüdüğünden mi ağlıyordu orada ?

Belki de bizim için oldukça hüzünlü bir ayrılık bestesi yapıyordu ...

Kim bilir ?

12 / 2010 SIĞACIK

11 Aralık 2010 8-9 dakika 5 öyküsü var.
Beğenenler (8)
Yorumlar (5)
  • 13 yıl önce

    Bu beste dinlenir.

    Duygusal, sıcak bir anlatım.

    Serçe, simitçi, yağmur, rüzgar, otobüs yolculuğu...vb betimlemeleri çok yönlü zenginleştirmiş.

    Ancak, öykünün baş kahramanlarının, yolculuğa çıkmadan önceki konumlarını ve bağlantı derecelerini anlamak güç.

    Kaldı ki otobüse binerken de üşümüş elleri öpüp koklamak yetersiz görülebilir. Sımsıkı sarılıp, uzun uzun öpüşme beklenebilirdi.

    Kutluyorum.

  • 13 yıl önce

    Bu öykü okunur🙂

    Başlangıç melodi gibi,

    Şimitçinin duygusal anlatımı ve sevgiliyle veda sürprizi..

    Nerden çıktı bu ayrılık derken vedalaşmanın derin hüznü ve dokunaklı ayrılış,dilerim kavuşma vardır daha sonra🙂

    Akıl ve yürek gidilen yerde bırakılırken kulaklarda takılı kalan serçenin refakatı çok güzeldi..

    öykü okuyanda buruk tat bırakacaktır eminim..

    Çok güzeldi Ayhan Bey..

    Hep öykü yazın👍

    Tebriklerim çok😙

  • 13 yıl önce

    soğuk bir hüzün çöktü içime oldukça etkileyici duydusal bir öykü olmuş ayhan

    tebrikler başarılı çalışmalarının devamını dilerim

    sevgiler

  • 13 yıl önce

    çok duygusal bir yazıydı Ayhan Bey ; bu soğuk kış gününde içimizi ısıttı 😙

    bazen gittiğimizi sandığımız yerlerde kalır yüreğimiz ...

  • 13 yıl önce

    Müthiş👑

    Başından sonuna soluksuz okudum. Harika bir öykü ve harika bir anlatım. Öykü tadında cümle kurulumları...

    Serçe, mimoza, simitçi çocuk ve ille de aşk😊

    Sevmek ağır bir iş sevgilim demişti Üstad😡

    Ne çok haklıymış meğer😙

    Sevgili Ayhan, Türk edebiyatı iyi bir öykü yazarı kazandı.

    O benim arkadaşım olduğu için mutluyum...