Bu Şiirin Öyküsü Üç Bölümdür - 1

Âlemlerin Serveri (s.a.v.)

İnce uçlu parmağın bir sabır abidesi!
Bir başına İslâm'ın özetidir, simgesi...

Doğar doğmaz, bu parmak: ''Tektir! '' demiş, ''Allah tek! .. ''
Secdeye kapanarak; ilk örneksin, ilk örnek!

Bu parmaklar okşamış süt kokan bebeleri
Bu parmaklar sulamış binlerce cengâveri!

Bu eller, eller tutmuş, söz almış Akabe'de
Bu eller kılıç tutmuş, can almış her darbede!

Bu parmaklar uzanıp ayı bölmüş ikiye!
Bu parmaklar kazanıp dağıtmış ahaliye.

Bu avuçlar açılmış, yağmur boşanmış yere!
Nice gözler açılmış, dokununca bir kere!

Kapanmış yara bere, okşayınca bu eller
Göz nakli yapmış köre, derde deva bu eller!

Nasıl bu kadar güzel olabilir, bir insan? !
Sen seçilmiş, sen özel, bedeninden nur akan...

İri kirpikli gözler; yumuşak, sevgi dolu...
Şefkatle bakan gözler, bu bakış İslam yolu!

Bir damar uzanıyor iki kaş arasından
Yavaş yavaş akıyor içinde mübarek kan...

Dudaklarında Kur'an, yakınlık, gülümseyiş...
Dudaklarından çıkan, en anlamlı özdeyiş!

Görür görmez sevdiğim, sonsuz saygı duyduğum!
Önünde eğildiğim, yoluna baş koyduğum!

Hiç kimse bana öyle sevgiyle bakmamıştı
Konuşan gözleriyle kalbimi yakmamıştı.

Milyarlar, kadın erkek; bir kez görmek isterken
Sen bana lütfederek göründün, kimim ki ben?

Ben, kendini bilmeyen, ümmetinin hakiri
Önünü göremeyen, dini bilgi fakiri...

Sen, İslam Peygamberi, İns-ü Canın Önderi
Kâinat Efendisi, Âlemlerin Serveri! ..

Ben gafil, ben uykuda; ben günahkâr, ben asi...
Bir karanlık kuyuda ışık arayan, aksi...

Sen en merhametlisin, Merhûm'dur diğer adın
Çok ağladım; acıdın, hatamı bağışladın.

Affetmesen gülmezdi herkesten güzel yüzün
Pişmanlığım bitmezdi, yerdi beni bu hüzün!

Anlamlı bir bakışla bambaşka bir tebessüm...
Sonsuz bir anlayışla bir müjde oldu düşüm!

Yirmi yıldır beynimde, gözlerimde nakışsın
İçimdesin, kalbimde sımsıcak bir bakışsın!

Beynim çekmiş resmini, ruhuma işlemişsin
Necip Fazıl'ca beni yazmışsın, fişlemişsin.

Her ne kadar ben lâyık değilsem de Resul'üm
Lütfet, görün bir anlık, bedelse gelsin ölüm!

(Özellikle hikâyesini okumalısınız.)

1. Bölüm :

İlk Rüyam

Bir şeyleri sormaya ve öğrenmeye başladığımda, beni kimin yarattığını söylemişlerdi. İdrak etmeye çalışıyordum. Herkesi O yaratmıştı. Her şeyi... Ailemde herkes O'ndan saygıyla bahsediyor, sık sık adını söylüyorlardı. Her olmuş olacak O'na bağlıydı ve düşünceler O'na varıyordu. Fakat O'nu bize tanıtandan kimse pek bahsetmiyordu. Bahsedenler de en uç noktalardan nişan alarak, can evinden vurmaya çalışıyorlardı. O nedenle Peygamber Efendimiz hakkında bilgim, yok sayılacak kadar azdı ve yaklaştırıcı değildi.

Tuhaf gelecek belki ama O'nu koyu esmer, çikolata renkli, zenciye yakın sanıyordum. Mezarının nerede olduğunu dahi bilmiyor, Mekke'de, Kâbe'nin içinde yatmakta olduğunu, hacıların da mezarı tavaf ettiklerini zannediyordum. O'ndan söz açıldığında, yakın çevremdeki bazı kişilerden, evlilikleri hakkında yalan yanlış bilgiler işitiyordum. Aklım karışıyordu.

Takvim yapraklarında, gazetelerin iç sayfalarında, sözlerine rastlıyor, okuduğumda derin anlamlı çok farklı sözler olduğu kanaatine varıyordum. O'nu, sözlerine hayran olduğum için seviyordum. Bir de... Bir de her dinlediğimde beni ağlatan Mevlit vardı.

Babam, onun şiir olduğunu söylüyordu ama içinde çok güzel bir insan, en güzel insan vardı. 'Şiir, söz büyüsüdür! ' diyen için yazılmış, sihirli bir şiirdi içime işleyen, gözlerimden dakikalarca, sebebini bilmediğim yaşlar indiren.

Bir hadisin tesiri altındaydım. 'Yetimin saçını okşayan, cennette bana, şu iki parmağım kadar yakın olacaktır! ' diyerek, iki parmağını göstermiş. O'na o kadar yakın olmak istiyor, yetimin saçını okşadığımda huzur duyduğumu hissediyordum.

O da yetimmiş. Tutunduğu her dal elinde kalan bir yetim... Allah'ın kendisine istediği, terbiyesini kimseye bırakmadığı, sadece O'na yönelmesini dilediği bir yetim... Yetimliği bilen, yetime yönelten... İletişimi, okşayışla başlatma yolunu seçen mükemmel insan...

Bir gece babam için ağladım. Ölürse, ibadet borcuyla giderse, diye... Ona namazı aksatmaması için yalvarmaya başladım:

'Ne olur namaz kıl, baba! Ya sen cehenneme gidersen? Ben ne yaparım! ..'

'Kızım, ben hastayım. Her zaman namaz kılamayabilirim ama Allah'ın adını dilimden düşürmem ve her işte rızasını ararım.'

Boynuna sarılıp onun için ne kadar endişelendiğimi uzun uzun anlattıktan sonra arzu ettiğim sonucu alamamanın burukluğu ve huzursuzluğu içinde odama çekildim.

O gece bir rüya gördüm. Odamda yatağım vardı sadece ve ben orada oturuyordum. Sol tarafımdaki kapıdan iki görevli, eski zaman somyaları gibi bir somya getirip odamın ortasına koydu. Ayağa kalkıp merakla sordum:

'O ne? '

'Peygamber Efendimizin kabri...'

'İçinde ceset yok ama değil mi? Sembolik...'

Odam türbe olacaktı, ben de türbedar...

'İçinde ceset yoksa... Tamam...'

Onlar çıkıp gitti, babam geldi. Onun arkası kapıya, yönü bana dönük. Sağ tarafındayım.

'Geç karşıma! ' diyerek, beni tam karşısına aldı:

'Ne yapacağız? '

'Okuyarak tavaf edeceğiz.'

'Avuçlarımızı açtık, başladık okumaya ve soldan sağa doğru dönmeye. Ne okuyacağım? Ne biliyorum ki ne okuyacağım? Topu topu iki sure... Üç İhlas, bir Fatiha okumak niyetindeyim. Başladım ama ikinci adımda falan ayağım bir şeye takıldı, gidemiyorum. Bir baktım ki yerde hazırlanmış, yeşil örtülü bir tabut! Aman Allah'ım! .. Ağır mı ağır! .. İçi dolu! Ölüden nefret ederim! Kim olursa olsun! O kadar yakınımda işi ne? Bıraktığım gibi o adamlara kızarak, okumadan, tavaf etmeden kapıdan çıkıp gittim! Geniş bir antremiz var. Oraya... Rüyanın tesiriyle uyandım! Uyandım ama içi dolu tabutu getirip odama koyan ve sembolik olduğunu zannettiren adamlara kızarak...

Küçüklüğümde verem salgındı. Aileler doğru dürüst beslenemiyordu. BCG aşıları yapılıyor, mikroptan çok korkuluyor, hasta ziyaretlerine ve taziyelere çocuklar götürülmüyordu. Babam öğretmen olduğu için hijyen konusundaki hassasiyetiyle bana olan düşkünlüğü birleşince aşırı korumacı olmuş, farkında olmadan bana, yıllarca üzerimden atamayacağım tiksinme duygusunu empoze etmişti.

Uyanır uyanmaz, kaçırmış olduğum fırsatın pişmanlığıyla yanmaya başladım! Bir ağlamak ki hıçkırıklarla, boğulurcasına! .. Annem babam uyanıp, ne yapacaklarını şaşırdılar! Yer yerinden oynuyor! Çıldırıyorum! ..

'Dur, sus! .. Sakin ol! Anlat! Rüya mı gördün? Hayır olsun! ..'

Neden sonra sakinleştim de anlatabildim ama yine ağlayarak ve bin pişman! .. Hem yaptığıma lanet ediyor hem 'Bir daha tiksinmeyeceğim, asla! ..' diye kendimi yiyip bitiriyor hem de babama:

'Sen tavaf ettin, ben edemedim! Sen ne yaptın da tavaf edebildin? Ben neden çıkıp gittim? ' diyip duruyordum. O ise gülümsüyor:

'Yakama yapışır mısın? Sıkboğaz eder misin? Gördün mü babanı? Anlayabildin mi? İyi bir ders olsun sana, kimsenin ibadetine karışma! ' diyordu. Annem:

'Sen çok güzel bir rüya görmüşsün. Böyle rüyalar görülünce bir boy abdesti alınır ve hiç olmazsa iki rekât namaz kılınır. Çünkü tövbe edeceksin. Namaz abdesti yetmez. Haydi, bir boy abdesti al da namaz kıl bakalım! Tövbe et! Dua et! Söz ver! 'Bir daha tiksinmeyeceğim! ' de. Olsun bitsin! Allah affeder.' dedi.

Yapacağım tövbenin ciddiyetini, abdestin en mükemmeliyle dengelerken, üzerimdeki perişan halin yok olmasını, negatif elektriğin suyla akıp gitmesini, ferahlamış olarak dönmemi istiyor, namazla iç huzuruna kavuşturmayı amaçlıyormuş ki anne sözü dinleyip hemen dediğini yapıp epey rahatlayınca anladım maksadını.

Bin pişman ve ezik bir halde kıldığım namazdan sonra nedametle tövbe ettim ve böyle bir rüyayı tekrar görebilmek için deliler gibi yalvarmaya başladım. Gizli değil, yüksek sesle...

Annemle babam, ağlama sesimle, neye uğradıklarını şaşırarak uyandıkları için uykuları kaçmış, beni teskin etmeden yatacak gibi değillerdi. Dua ederken, babamın:

'Rüyanın şiddetine bak! .. Sanki gerçek gibi... Kızı ne hale getirmiş! ' dediğini işittim. Acaba ne yapmıştı ki o ibadetini, özellikle namazını aksatmaması için yalvardığım insan orada kalıp Hac yapmıştı da ben yapamamış, hüsrana uğramıştım?

***

(Devam edecek...)

04 Şubat 2012 7-8 dakika 92 öyküsü var.
Yorumlar