Buraya Kadar

Babasız büyümüştüm. O yüzden boynum büküktü hep. Dul kadın çocuğuydu adım. Ne demekse... "Okuldan çıkınca bir yere takılma" derdi annem. "Kızlarla parklarda bahçelerde gezme. Yolda yürürken sağa sola bakmaz kızlar, kendi ayak uçlarına bakarlar..."Ayaklarımın ucunda ne vardı sanki?.Gülsem mi, ağlasam mı?... Öğütler ekleniyordu peş peşe: "Gece sinemaya gitmek yok! O ne öyle? O ne kısa etek! Doğru dürüst giyin, bana laf getirtme!" Offf... O yasak, bu yasak. Ne çok bunalmıştım...




Beş yıl İngiliz filolojisi okumuştum. Görkemli bir kep giyme töreninin sonunda diplomaları aldık nihayet. İşin en zor yanı asıl bundan sonraymış meğer, bilemedim. İş başvurularımı yaptım birkaç yere. Epey uzun sürdü sıkıntılı bekleyiş. Belki de bana öyle geldi. Nihayet yabancı dille eğitim veren bir özel kolejden görüşme teklifi aldım. Gözlükleri burnuna düşmüş bir yönetici, beni gözlüklerin üstünden süzerek inceledi yukarıdan aşağıya. Foto model alacak sanki... Yüzü ifadesizdi. Olumlu bir mimik algılayamadım. Huzursuz oldum. Koşullar hep işverenden yanaydı. Ne yapabilirdim. Onlar için: Amasya 'nın bardağı, biri olmazsa bir daha... Görüşme salonu sıra bekleyenlerle dolu nasılsa. Gece, yatılı kız öğrencilere okulda nöbetçi kalmayı bile kabul ettim çaresiz. Anacığıma daha fazla yük olmak istemiyordum. Size üç güne kadar sonucu bildiririz dediler. O üç gün bana üç hafta, üç ay gibi değil, üç yıl gibi uzun geldi. Ne derler? ' Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır...' Gerçekten... tadını tarif edemem... Kabul edildiğimi öğrenince ayaklarım yerden kesildi, mutluluktan ağladım...





Eğitim yılının başlamasıyla şehir yaz uykusundan uyanmıştı sanki. Çarşıda-pazarda bir kalabalık. Velilerde, öğrencilerde bir telaş. Ben de bu akıntıya kapıldım. Öğretmen olacaktım ya, üzerime birkaç ciddi kıyafet almalıydım her halde. Arkadaşım Çiğdem' le çıktım alışverişe. Annem arkamızdan sesleniyordu hala: "Akıllı uslu şeyler seçin ha... Öyle deli zıpır olmasın aldıklarınız..."




Onunla ilk defa o çarşı alışverişinde karşılaştık. Tıpkı filmlerdeki gibi... Eve geç kalmanın telaşıyla mağazanın kapısından çıkarken çarpıştık. Sanırım o da girmeye çalışıyordu. Elimdeki paketler yerlere saçıldı. Acele toplamaya çalışırken göz göze geldik... Bir anda taa derinlerime inen iri yeşil gözler. Sanki içinde sayısız minik yıldızlar var... Paketleri toparlayıp özür dileyerek bana uzattı. Ne cevap verdiğimi anımsamıyorum. Sanırım, 'suçun birazı da benimdi, önüme bakmalıydım' gibi bir şeyler geveledim. 'Size kendimi af ettirmeliyim, yarın saat 14.00 de, burada buluşalım mı' dedi aniden. Şaşırıp kalmıştım. ' Kırmayın beni lütfen' diye ısrar etti. Kulaklarıma kadar kızardığımı hissettim. Öyle tatlı bakışı vardı ki, ' hayır' diyemedim.




Bu tatlı tesadüfün bizi evliliğin eşiğine taşıyacağını düşünemezdim. Her buluşma bir adım daha yaklaştırıyordu beni ona. İyi bir kariyeri vardı. Yakışıklı, kültürlüydü. Anneme karşı saygısı sonsuzdu. Fakat annemin çekinceleri son bulmuyordu bir türlü. Hep: ' Kızım, evlilik evcilik oyunu değildir. Tek kelime ile 'Ben' den çıkıp, 'Biz' i yaşamanın adıdır. Bazı erkekler kadını elinin kiri sanır. 'Olmazsa yıkarım gider' diye düşünür... ' Anne... O nasıl söz? Fikret için nasıl öyle düşünürsün' dedim alınarak. Annem derin bir iç çekti, sonra: ' Senin üzüldüğünü görmektense ölmeyi yeğlerim ' dedi. ' Asıl bu evliliği onaylamazsan üzülürüm anneciğim' deyince çaresiz kabul etti. İşte böyle başladı bizim hikayemiz. Neden bütün aşklar tatlı başlar da sonra değişir birden? Neden bir ömür sürüp gitmez ki?




Hikayemin gerisini şiirim anlatsın:




Parçalayıp en zayıf yerimden
Savurup atana kadar seller denize
Bir ince dal köprüydüm deli çayın üstünde
Akıp giden ömrümmüş meğer deli çay...
Öğrendim, vakti gelince
Can, camdan daha kırılgandır
Bir kez yaralandı mı yürek
Döner bombalanmış kentlere


En çok baba demeye özendim ömrümce;
Bir çocuk görsem eli babasının elinde
Hala kara trenler geçer içimden
Acı bir düdük sesiyle...


Karşı çıktı annem evliliğimize
Acele etme dedi,
Biraz daha iyi tanı bence...
Ne bilirdi ki sevmeyi annem?
Görücü usulü evlendik dememiş miydi?
Üstelik çok kısa sürmüştü evliliği
Ayrılınca bir daha hiç evlenmemişti
Analarına mı benzerdi kızlarının kaderi? ...

Vazgeçilmezimdin su gibi, hava gibi
Kutsal sanmıştım sevmeyi
Ekmek gibi, kitap gibi
Tek sözün yetti bitirmeye bendeki seni
"Hamileyim!" Dediğim gün sevinçle
Şaşırıp ve demiştin ki sessizce;
"Hazır değilim babalığa, bak başının çaresine"
Hazır değildin öyle mi?
Başımın çaresine bakayım değil mi?
Sen bilirsin, peki...
Hadi kutla özgürlüğünü şimdi
Çalsın davullar, zurnalar
Bu yolculuk buraya kadar, atla hadiii! ...
Mahşerde bile görmek istemem seni...

Suçluyum biliyorum
Affet bebeğim beni
İnan senden ayrılmak hiç kolay değildi
Gel- git ler yüreğimi parça parça etti
Ama içimdeki çocuk
Hala baba özlemi çekerken
Söyle: bir ömür
Nasıl babasızlığa mahkum ederdim seni? ...
Pişman olsam da artık çok geç
Buz gibi bir ameliyathane masasında
Annesiz, babasız öylece bıraktım seni
Canımdan can, kanımdan kan bebeğim
Orada kalan bir sen, bir de yaralı yüreğimdi
Ama yemin sana;
Yaptıklarım, sadece iyiliğin içindi...


* "Buz Tutan Ateş" adlı öykü kitabımdan. ( Tilki Kitap )

06 Kasım 2016 5-6 dakika 17 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 7 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarızud83eudd20

  • 7 yıl önce

    Şiirimi "Günün şiiri" ödülüyle taçlandıran değerli Şiirkolik aileme, yorumlarıyla ve sevdim diyerek desteğini esirgemeyip kalemime, yüreğime güç olan değerli şiir dostlarıma şükranlarımı sunarım. Sevgim, saygımla...