Cehennem

O zamana kadar cennet ve cehennem hakkında çok şey duymuştum. Bir de ?Allah taş eder!' diye korkutuyorlardı, nimete saygısızlık, israf veya büyüklere karşı gelmek, vurmak gibi eylemler sonunda.

Sofular'daki evimizle yeni evimizin arasında Andızlık Mezarlığı var. Annemle beraber inşaata bakmaya gittiğimiz zamanlarda, çarşıdan dolaşarak yolu uzatmamak, kestirmeden çıkıvermek için mezarlığın güneybatı kapısından girip, kuzey kapısından çıkacağımız bir gün, çok ağır bir leş kokusu duyduk. Annem:

'Vah, yazık! Kokmuş, birisi!' dedi ve burnunu kapattı. İnsan ölünce leş haline geliyormuş. Bir şey kokarsa, onun için:

'Öf! Leş gibi kokuyor!' deniyor ya... Demek ki bunun için öyle deniyormuş. Leş, böyle kokarmış. Dayanılmaz bir koku!..

'Neden kokmuş?'

'İyi gömememişler herhalde. Hava çok sıcak da ondan... Belki de bir hayvan ölüsü var yakınlarda. Kim bilir?' İnsanlar ve hayvanlar ölünce leş olurlarmış.

'Ne olmuş bunlara? Nasıl leş olmuşlar? ' dedim. Annem, ölümü anlatamayacağını zannettiği için olsa gerek:

'Yaramazlık yaptıkları için taş olmuşlar. Allah taş etmiş!' dedi.

'Taş demedin, leş dedin... Nasıl leş olmuşlar?'

'Ölünce ne olur insanlar?'

'Cenaze olur. Sen cenaze demedin.'

'Hayvan ölülerine leş denir. Cenaze gömülmezse, leş gibi kokar.'

Anladım ama cenaze ile o koku, hafızamda yan yana yer aldı. İğrençti! Bir insan, şimdi anne, baba, evlat, sevgili; yeryüzünde en çok sevilen oluyor, öpülüyor, koklanıyordu da ölünce birden bire böyle kokabilen, tiksinti verici bir şeye mi dönüşüveriyordu? Hem de bir anda? Akıl alacak gibi değildi!

'Yaramazlık ettikleri için Allah onları taş etmiş ama burada küçükler de var, büyükler de... Onlar da mı yaramazlık etmiş? Nineler dedeler de mi? Yani anneannem, dedem, teyzem, dayım... Onlar da mı yaramazlık ettikleri için taş oldular? Ölüm, ceza mı?'

'...'

'Allah, insanları taş eder ha? Heykel mi yapar? Ama bunlar heykel gibi değil ki! Nasıl taş eder yani? Bak! Bir tahtaya çiçek bağlamışlar, ortasına toprak yığmışlar, etrafına bildiğimiz kırmızı topraklı delikli por taşları sıralamışlar. Bak helikler de var. Demir taş bunlar. İnsanlar nerede? İçinde değil mi?'

'Evet. Mezarların içinde...'

'Taş mı olmuşlar? Böyle mi? Bunlar insana benzemiyor ki!' diyerek yapılmış mezarları gösterdim. Beşik gibi dört köşeydiler.

'Toprak olmuşlar. Taşlar ufalanınca toprak oluyor ya... İnsanlar da öyle... Önce taş gibi oluyorlar, sonra ufalanıyor, dağılıyor, toprak oluyorlar.'

Etraftaki kabirlere daha dikkatli bakmaya başladım. dışarıdaki topraklar da insan mıydı vaktiyle? Küçük taşlardan birer parça ekmeğe benzeyenler vardı. Muhayyilemi zorlayarak kavramaya çalıştım, bu işin neden ve nasıl olduğuna bir türlü aklım yatmıyordu.

Hayalimde, Altın Kaz isimli masalda geçen, dokununca yapışma ve altın kesiliverme olayı canlandı. Hani bir de adamın birisi her şeyin altın olmasını dilemişti de her şey altın oluvermişti ya... Taşlar, topraklar, yiyecekler, içecekler, her şey... Hatta yiyecek bir şey bulamamıştı da her şeyin tekrar eski haline dönmesini istemişti ya... Öyle mi oluyordu acaba? Bazı masallarda da taş kesilme olayları vardı. Tıp oynar gibi ama onlar sonradan tekrar canlanıyorlardı. Acaba bunlar da canlanacak mıydı?

Demek ki insanlar da yaramazlık yaparlarsa taş oluyorlarmış ama bu işi hiç anlayamadığım halde, masallardaki altın ve taş oluverme olaylarını hatırlayarak, beş yaş masumiyetiyle mezarların yanı başlarındaki ekmek parçalarına benzeyen taşları göstererek sordum:

'Bunlar da ekmekleri miymiş? Onlar da mı taş kesilmiş?'

'Hayır. Onlar taş. Ölüler hiçbir şey yemiyor, içmiyorlar. Nefes de almıyorlar.'

'Heykel gibi...' dedim, konu kapandı ama şimdilik, tabi...

Babama soracaktım. O cevap vermezse, ablamı sıkıştıracaktım. Çünkü o, hiç çekinmeden, ölümü de tüm çıplaklığıyla ve acımasızca anlatıverirdi.

Ölümü; biraz daha yakından, mezarlıkta, yalan yanlış öğreniştim. Yaramazlık yaptığımda annemin neden:

'Yapma! Allah taş eder!' dediğini idrak etmeye çalışıyordum.

Bir de cehennem konusu açılmıştı. Annem güneşi cehenneme benzetiyordu, ablam da anlayamıyordu. Ben sadece dinliyordum:

'Ateşte canlı mı olur? Girer girmez yanarız. Orada hayat olur mu? Güneşin içinde yaşanır mı?'

'Yaşanır. Cehennem melekleri, Malik, ateşte yaşamaya uygun yaratılmıştır ve hiç etkilenmez o sıcaklıktan. Cehennem, onun için gül bahçesi gibidir fakat bize uygun değildir. Bizim yaratılışımıza, yaşarken yeryüzü, ahirette de cennet uygundur. Balık için su, cinler için ateş, ocaklık, küllük güllük gülistanlıktır. Ana karnındaki cenin de suyun içinde, hayatından memnundur. Her yaratılanın, yaratılışına uygun bir hayat ortamı vardır. Köstebek, solucan, yılan gibi varlıklar, toprağın içinde rahat ederler. Cenaze de öyle... Mutlaka gömülür. Topraktan gelmiştir, toprağa verilir. Her şey aslına rücu eder.'

Bu son cümle evimizde çok tekrarlanan cümlelerden olduğu için aynen ezberimde kalmış. Ablam hâlâ itiraz etmekteydi. Dava temyize gidecekti, mutlaka. İkna olamamıştı. Soru üstüne soru yumurtluyordu:

'Şeytanı da yakacak. Günahkâr ve isyankâr cinleri de... Onlar ateşten yaratılmış. Onlara hiç tesir etmez.'

'Cennet sekiz kat. Cehennem yedi kat. Orada da ateş, tabaka tabaka... Hamamın külhanı başka, içi başka, soğukluğu başka... Onlar da zemheri bölümünde yanacaklar. Yani yaratılışlarının tam tersi bölümde yaşatılarak cezalandırılacaklar ve her halükârda azap içinde olacaklar. Buzdolabının buzluğuna elin yapışmıyor mu? Orada ne kadar tutabilirsin? Yanmaya benzer bir azap olmaz mı senin için? İçinde ne kadar yatabilirsin? Ateşinin yükselip, sıtmalanışının sebebi nedir? Ağustos sıcağında dokuz yorgan altında titrersin. O zaman seni buzluğa koysalar, ne olursun?'

Annem, sorulara sorularla cevap vermeye başlamıştı. Sonunda yoruldu ve:

'Bak! Orada Türkçe Kuran var. Aç, meal oku! Bana sorma! Doğurdum, büyüttüm, okuttum; aklın benden çok eriyor, her şeye! Bana sorma! Oku, düşün, anlamaya çalış!'

'Okuyorum ama anlayamıyorum. Bakara Suresi'ni bitiriyorum, sorularımın cevaplarını bulamayınca, sıkılıyorum, bırakıveriyorum.'

'Bırakma! Devam et! Her ayeti okurken, anlamaya çalış! Anlamadıysan baştan oku! Anlayıncaya kadar tekrar tekrar oku!'

'Anlayamazsam ne olacak?'

'Anlarsın! İlk okuduğunda, ondan sonraki okumalarında tam anlayamazsan bile, sonunda o, sana kendisini anlatır! Farkında olmadan her okuyuşunda anlamını biraz biraz emer beynin. Okudukça, öyle bir zaman gelir ki açık ayetleri kolayca anladığın gibi, kapalı ayetleri de anlayabilir duruma gelirsin.'

'Baştaki sureler çok uzun...'

'Sondan başla! Baştan okuyacaksın diye ayet yok ya! Kısa sureleri idrak etmeye çalış! Oralarda cennet ve cehennem tasvirleri var. Sorularının cevabını onlarda bulabilirsin. Yasin Suresi de Kuran'ın özeti gibidir. Her surede konu, şöyle bir özetlenivermiştir. Hangi sureyi okusan, anlasan, yolunu bulabilirsin. Meal okumak da ibadettir. Buna ilim tahsil etmek denir. Mademki merak ediyorsun, kaynağından öğrenirsin. Her Müslüman gibi Kuran talebesi olmalısın!'

'Tamam. Anlasam da anlamasam da baştan sona kadar okuyacağım ama aklıma takılan yerleri bir deftere yazacağım. Onlara cevap vereceksin. Anlaştık mı?'

'Anlaştık. Ben cevap veremezsem, babana sorarsın. O da yetersiz kalırsa, müftülüğe telefon açar, sorarız. Yalnız, sadece okumak yetmez. Orada senden istenenleri uygulamalısın!'

'Hangilerini?'

'Anaya babaya nasıl davranılması gerektiğinden, komşuluk ilişkilerinden tut da harama, helale, hukuka, ibadete kadar, iyi bir kul olabilmemiz için yaşarken neleri öğrenmemiz ve uygulamamız gerekiyorsa, eksiksiz olarak hepsi var, orada. Yeryüzünde canlı cansız ne varsa, o iki kapak arasındadır.'

'Bak, işte ona söz veremem. O, o kadar kolay değil! Kolay olsaydı, herkes yapar, herkes cennetlik olur, cehennem boş kalırdı. Oysa cennet de cehennem de dolacak.'

'Evet. Tabi ki ikisi de dolacak. Allah-ü Teala, bir ayetinde şöyle buyuruyor: 'And olsun ki insanlarla ve cinlerle cenneti de cehennemi de ağzına kadar dolduracağım!' Korkunç bir olay bu!.. Hangi ana, yavrusunun cehenneme atıldığını görmek ister? Allah'ım beni Cennet-i Âla'ya koysa bile, yavrum cehennemde ateşler içindeyse, orası benim için cehennemden farksız olur! Allah muhafaza eylesin! Seni de beni de, herkesi... Cümlemizi cennetine lâyık kullarından eylesin!'

***

BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ

05 Şubat 2011 7-8 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (1)