Çiçek

Define yaşlı... Hemen yoruluveriyor. Onu daha fazla zorlamak istemedik. Bahçeye, arkadaşların yanına döndük. Ahmet bir muhabbet kuşu almış. Beyaz tel kafesini asmış ağaca. Daha yavru, minicik... Ona bir şeyler dedirtmeye çalışıyor. Adı Çiçek. Önce adını öğretecek. Sürekli tekrarlıyor. Arada ötmeyi de öğretiyor, sanki ona nasıl öteceği öğretilmemiş gibi:

_ 'Çiçek! Cik cik! Çiçekçik! Bebek! Oğlum. Hoş geldin!'

Beş çaylarımızı içeceğiz. Duygu'nun kaşarlı, sucuklu tostlarının birbirine karışan kokusu sarmış ortalığı, iştahımızı arttırıyor. Çaydanlığın buharı, sigara dumanlarına karışıyor. Bir taraftan çayın, bir taraftan da bahçede özgürce ve keyifle boy atan çiçeklerin kokusu duyuluyor. Ahmet yerleri sulamış. Beton parlıyor, toprağın buram buram buğusu yükseliyor. Neşe'nin de bunları fark etmesini istiyorum:

_ 'Neşe bak, çay demlenmiş. Çiçekler açmış, rengârenk... Yapraklar inadına yemyeşil, gökyüzü inadına masmavi! Mis gibi tost kokuyor, tost! Kuşa bak! Kaç renk var üstünde! Allah ne kadar özenmiş, ağacına, taşına, kuşuna, böceğine bile!' diyorum ve diğerleri kıskanmasın, gücenmesin diye kulağına fısıldıyorum:

_ 'Hele seni ne güzel yaratmış! Gülünce inci dizisi gibi dişlerin... Dişçiler görmesin seni. Onların kalıbını çıkarmak isterler.'

_ 'Ne kadar inceliyorsun her şeyi! Ben hiç farkında değilim bütün bunların. Ağaç mı ağaç, taş mı taş, kuş mu kuş işte!'

_ 'Ben şair ruhluyum, güzelim. Maddenin gözünü görmeliyim, gözünden de özünü... Baksana, taş duvarda büyüyen çiçeklere! Toprak bile yok orada. Su veren de yok. Nasıl da hallerinden memnun gülümsüyorlar. Senin gibi gülümsedikçe güzelleşiyorlar.'

Turnuva, tüm hızıyla devam ediyordu. Şakalaşanlar, itiraz edenler, zar sallayanlar, pul vuranlar... Bir curcunadır gidiyor! Orçun aralarına daldı ve orada kaldı. Biz de dama oynadık, bahçenin dibinde.

Onun yenmesi için son derece dağınık oynadım. Kazanınca mutlu oluyordu ya... O nedenle... Kazanması için hiç yapılmayacak şeyleri yaptım. Yenilmek için olabilecek ne varsa... Arka arkaya kazandı. Keyfine diyecek yoktu! Durdu durdu, duramadı, aldı sandalyesini, yine gitti dedenin yanına. Orçun'la ben de arkasından...

_ 'Dedeciğim, Semiray âşık mı ne? Oyuna kendisini veremedi. Hep yenildi.'

_ 'O yaşlarda, normal... Olmasa şaşarım da kime acaba?'

_ 'Bilsem!'

_ 'Şunun sevincine bak! Nasıl da seviniyor beni devirdiğine! Onun derdi başka dede. Tavla mavla, aşk maşk değil. Maksadı, kaldığın yerden sana anılarını anlattırmak.' dedim. Orçun da üsteledi:

_ 'Dinlendiysen, devam edebilir misin, dede? Biz de merakta kaldık. Sonra ne oldu?'

_ 'Nerde kalmıştık? Unuttum ki şimdi. Hatırlat bakayım, oğlum! Ne diyordum ben?'

_ 'Hani kızın evine rahatça girip çıkmaya başlamıştın. Orada kalmıştın.'

_ 'Ha, tamam. Hatırladım. Susun da anlatayım o zaman:

Kısa sürede herkese kendimi sevdirdim. Büyük anne ve aksi dede dâhil, sadece benden nefret eden birisi hariç... O hep surat astı, ters ters baktı, ya hiç konuşmadı, bir şey sormadı, ya da azarlarcasına cevaplar verdi. Bir türlü yıldızımız barışmadı. O rüya gibi yaşadığımız iki yıl nereye gitti? Ne oldu o güzelliğe birdenbire? Düşman mı olmuştuk, biz şimdi?

Unutmuş muydu beni? Sanmam. Bu kadar çabuk... Nasıl olurdu? İki yılda giren dert, iki ayda çıkar mıydı? Ben onu unutamadan... Vefa nerdeydi? İstanbul'da tabi ama o, oralara hiç uğramamış olmalıydı. Belki de unutamadığı için nefret ediyordu benden. Kıskançlıktan kuduruyordu! Evinde hiç oturmuyordu, suyu mu çıktı, her ne hikmetse, her gün annesindeydi. Bizi hiç yalnız bırakmıyor, kaşla göz arası Nevin'e çatıyor, bana laf çarpıyor, sataşıyor, ikimize de rahat huzur vermiyordu.

Yalnız bir kibir vardı bunlarda! Öf! Sanki küçük dağları onlar yaratmış! Nevin'dekiyse, had safhadaydı! Aşağılık duygusunun etkisiyle olmalıydı. Vaktiyle beğenilmemenin acısını çıkarır gibiydi, oda benden. Hiç hazmedemiyordu, o zamanlar ablasına olan ilgimi. Ablası da mutluluğumuzu hiç istemedi. Karıştırdı durdu, ortalığı!

Onun kocası, ilerde fabrikanın başına geçecekti. Villalar yaptıracaklar, döşeyeceklerdi. Gelecekleri parlaktı. Nevin ona imreniyor, ne alırsa almak, ne yaparsa yapmak istiyordu. Tatile çıkmak, gezmek tozmak... Onların arabaları vardı, benim bisikletim bile yoktu. Sürekli onlarla bizi mukayese ediyor ve karamsarlığa sürükleniyordu.

Benim düğün borcuma; eşimin, ablasıyla aşık atarken yaptırdığı borçlar da eklenmişti. Buna rağmen ona, her şeyin en iyisini, en pahalısını almaktan çekinmedim. Başta ablasının olmak üzere bütün ailenin hayretten ağızları bir karış açık kaldı ama gel de bir de bana sor, o borcun altında nasıl ezildiğimi! Bir türlü belimi doğrultamadım.

Denize nazır bir ev kiraladık, şöyle saray yavrusu... Salonda oturdun mu deniz karşında, seyrine doyamazsın! Ben, nereye bastığımı biliyor muyum? Ne yapacağım, nasıl yapacağım, kime satacağım, kimden alıp, kime olan borcumu kapatacağım, bunları düşünüyorum.

Orada bir ev varmış, leb-i deryaymış, kocaman bir salon, muhteşem döşenmiş... Bir baştan bir başa pencere... Otur işte, seyret manzarayı! Çalışıp gelmişsin, dinlen şimdi!

Ne manzarası? Denizi menizi görecek gözüm mü var? Ne dinlenmesi? Nerde olduğumun, nereye oturduğumun farkında değilim! Koltuk mu, kanepe mi, iğneli beşik mi, çivili tahta mı? Yorgunluk iliğime işlemiş! Oturduğum yerde uyuyorum. Bu kadar borca nasıl battım, hiç bilmiyorum! Ah, akılsız kafam! Sen kiminle aşık attığına bir baksana!

Taksitti, kiraydı, vergiydi, işçilerin parası, evin nafakası... Akşam birkaç lokma yer yemez, koltukta uyuklamaya başlıyorum, kanepede kalıveriyorum.

Eşimde surat bir karış! O gezmek ister, akşama kadar yolumu gözlemiş, temizlik yapmış, sofra hazırlamış, beni beklemiş. Canı sıkılıyor, biraz dolaşmak istiyor. Bende kıpırdayacak mecal yok. Dizlerim titriyor, yorgunluktan. Merdivenleri zor çıkıyorum. O da haklı, anlamaz.

Ablası tavşan almış. O da kürk ister:

'Benimkisi tilki olacak!' der.

İşte tüyleri şöyleymiş, rengi böyleymiş, deseni, kalitesi, ıvırı zıvırı... Öyle mi, öyle!

_ 'Seninki leopar olsun! Ablan hırsından çıldırsın! Damat bey de çatlasın! Cimri, pinti, varyemez...'

Çalış babam çalış! İşçilerle uğraş, esnafla uğraş, eve gel, bir de ananla, karınla uğraş. Hanım nanemolla. İkide bir hastalanır. Migreni var, sinirlenmeye, üzülmeye gelemez.

Akşam yorgun argın eve dönüyorum ama sevinçle! Evimiz geniş, ferah, konforlu... Eşim silmiş süpürmüş, benim rahatım için temizlik yapmış, yemek hazırlamış, sofra kurmuş; güle oynaya yemek yiyeceğiz, karnım açlıktan zil çalıyor; kapıyı çalar çalmaz, annem karşılar, karımdan önce, mutfağa çeker, ayaküstü başlar... Fiskos, dedikodu... 'Vıdı vıdı...' Hanım yatak odasına çeker, iki gözü iki çeşme:

_ 'Annen şunu yaptı, bunu yaptı, bunu bunu dedi...'

Her Allah'ın günü böyle! Perişan zavallı. Migreni tutar. En az iki gün başı çatlar ağrıdan! Tadımız tuzumuz kalmaz. Baktım olmayacak:

_ 'Haydi, evine!..' dedim, anneme.

Gitmek istemedi. Yalnız kalmak zor tabi... Kıyameti kopardı! Ağzına ne gelirse söyledi:

_ 'Karını tercih ediyorsun, beni kovuyorsun! Hayırsız evlat! Sana hakkım haram olsun!' Daha ne laflar, hakaretler!..

_ 'Evin var. Git!.. Benim evimde işin ne? Yuvamı bozacaksın! Rahat huzur kalmadı! Karımı mı kovacağım? Sen gideceksin! Zaten yıllarca dediydin. Kapıdan giren, düşmanın olacaktı. Bu olmasaydı, başka kim olursa olsun, düşmanın olacaktı. Şartlanmıştın bir kere. Haydi, evine!..' dedim, topladım eşyasını, tuttum bir araba, gönderdim.

O gidince tatsızlık bitecek sandım. Acaba düzelir mi? Dırdır biter mi? Nerde? Sonra hırgür de başladı. Zaten zorlamayla bir şeyler olmuştu, güç bela ayakta duruyordu, yuva; iyice sallanmaya başladı.

İlk çocuğumuza hamile olduğunu öğrenir öğrenmez onu hediyelere boğdum! Benim sadece bir analığım var, o da dargın, gelmez. Onun bütün ailesini davet ettik. Saymadım ama gelenler yirmi kişi kadar vardı. Muazzam bir şölen verdik. Komşulardan masalar getirdik. Birleştirdik, zorla sığdık. Yiyecekler, içecekler, ne ararsan var. Her şeyin her çeşidi... Evi çiçeklerle donattım. Onların yanında çıkarıp, serpme bir pırlanta kolye taktım boynuna. Ablası bayıldı bayılacak... Fenalıklar geçirdi asap bozukluğundan. Hiçbir şey yiyemedi sofrada. Suratı mosmordu, hasedinden. Benimse mutluluğum tavan yapmıştı. Amacım, eşimi şımartmak değil, ötekinin burnunu kırmaktı.

Aradan çok geçmedi, iki ay sonra falan, doğum günü geldi. Yine bizdeler, tam kadro halinde. Anası babası, dedesi, ninesi, ablası, eniştesi, onun ailesi, tanıdığım, bildiğim, bilmediğim, konu komşu... Geldiler mi, ordu gibi gelirlerdi, yedi sülalesi birden. Fabrikatör damat da gelecekti ya, öyle bir çiçek yaptırdım ki görünce hepsinin hayretten gözleri fal taşı gibi açıldı, kalakaldılar öylece! Hayatlarında görmemişler o kadar güzelini! Muhteşem bir şeydi! Eniştesi bile alamazdı öyle bir çiçeği karısına! Paraya kıyamazdı! Çok pahalıydı. Sırf ablasını kıskandırmak için aldım. En son kayınvalidem girdi içeriye. Hemen gözüne çarptı, kocaman çiçek, masanın üstünde:

_ 'Aman, ne kadar güzel bir çiçek böyle! Kim aldı? Bizim büyük damat mı?' diye sordu, içeriye girer girmez. Nevin:

_ 'Necmettin almış, anne.' der demez, bütün gözler bana çevrildi.

Ablası kıskançlık krizlerine girerken, damat bey, baş ağrısı tutmuş olacak ki o anda, başını ellerinin arasında sıkarken, anası kurum kurum kurulurken başköşeye, ben gururla kabarırken ve herkes suspusken, bizimkisi patlamaz mı, o kadar kişinin içinde, annesine dönüp:

_ 'Kim bilir ne kadar para verdi! Yenmez içilmez. Bunu alacağına beş kilo et alsaydı da bir ay yeseydik bari!' demez mi?

Başımdan aşağıya kaynar sular indi! Sanki eve et girmiyormuş gibi... Etin her türlüsü, peynirin beş altı çeşidi, zeytinin en lezzetlileri, reçeller, ballar, özel yapım sadeyağlar... Evde bir şeyin eksik olduğunu fark ettiğimde, daha o söylemeden alırdım. Ta Gemlik'ten getirtirdim sızma zeytinyağını. Sofrada hiçbir şey tek çeşit olmazdı, evde tek eksiğimiz yoktu. Para ondaydı zaten ve istediğini alırdı. Asla ne yaptığını, nerelere sarf ettiğini bile sormazdım.

Kıpkırmızı oldum, kan ter içinde kaldım, durduğum yerde!.. Rezil etti beni!.. İnsan içine çıkacak yüzüm kalmadı!.. Keşke o sözleri duyacağıma, yer yarılsaydı da içine girseydim!.. Ablası kıs kıs gülmeye başladı. Damat bey havalara girdi. Benim yüzüm yerlerde... O gece bitti bitmesine de ben de bittim!

Sen misin bana bunu diyen! O zamandan sonra ona asla bir daha çiçek getirmedim.'

***

BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 23

30 Mayıs 2010 10-11 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    👍 çok güzeldi okurken olaylar gözümde canlandı dizi misali.. final faciaydı ama olsun tebrik ederim ..