Çığ Düşüyor

Poyraz'ın bölüğü, gelen ani bir emirle dağların zirvesine doğru karlara bata çıka yürüyordu. Askerlerin üzerinde kışlık kamuflaj kıyafetler vardı. Pusuya düşmemek için aralarına mesafe bırakmışlardı. Öncüler adımlarını daha dikkatli atıyordu. Gece olmasına rağmen araziye karanlık hâkim olamamıştı; her taraf bembeyazdı. Askerlerin ağzından çıkan, sıcak hava buharı göze çarpıyordu. Sırtlarındaki ağır teçhizata aldırmadan, tam bir sessizlik içinde yürüyorlardı; sadece postalların karla buluşmasından çıkan ses duyuluyordu. Zirveye doğru çıktıkça tipi şiddetlenmişti. Soğuk âdeta ciğerlerine giren bir kasatura gibi acı veriyordu. Görüş mesafesi, tipi yüzünden metrelere düşmüştü. Öncüler bunu fark etmiş olacaklar ki güvenli bir yer bularak mola vermişlerdi. Bölük, kısa süre sonra mola yerine ulaşmıştı. Hemen sırt çantaları çıkarıldı. Dinlenen askerleri korumak için, keskin nişancılar etraflarında mevzilenmişlerdi. Bölük komutanı öncü kuvvete, ‘‘Yukarıyı emniyete alın, sizden gelecek haber doğrultusunda hareket edeceğiz'' dedi.
Öncü kuvvetlerin komutanı emredersiniz diyerek ayağa kalktı ve yanındaki askerlerle birlikte zirveyi tutmak için harekete geçti. Askerlerden çıt çıkmıyordu, komutanın ise kulağı telsizdeydi. Sonunda beklenen işaret gelmiş, öncü birliğin telsizi üç kere açılıp kapanmıştı. Komutan, ‘‘Yukarıyı tutmuşlar, hadi aslanlarım sıra bizde'' diyerek adımını yukarıya doğru attı. Zirveye yerleşmişlerdi. ‘‘Bu gece, bu geçitten topraklarımıza kuş bile geçmeyecek, gerekirse hepimiz burada şehit düşeceğiz ama vatan toprağına bu vatan düşmanlarının hiçbiri adım atamayacak. Hepiniz Allah'a emanet olun şimdi görev yerlerinize'' dedi.
Bölük komutanı, ‘‘Poyraz sen merkezde kal'' dedi.
Poyraz, komutanın ne düşündüğünü anlamıştı. ‘‘Komutanım, terhisim yaklaştığı için beni merkezde tutmaya çalışıyorsunuz, bunun farkındayım ama siz vatan söz konusuysa gerisi teferruattır derdiniz. Annem, beni bugünler için doğurdu. Kahpenin kurşunu bizi öldürmez, o kurşun bizi arşa yükseltir, Kaderimde şehit olmak varsa ölüme gülerek giderim. Sizden ricam, her zamanki görev yerimde olmak istiyorum'' diye karşılık verdi.
Bu sözler üzerine komutan ellerini gözüne götürdü; parmakları gözkapaklarıyla buluştu. Titreyen bir sesle ‘‘Oğlum Allah sizleri korusun'' dedi. Poyraz koşarak, her zaman beraber nöbet tuttuğu Ankaralı arkadaşı Cemal'in yanına gitti. Zirvenin hemen altında yerlerini almışlardı. Tipi döne döne yağıyordu, iki arkadaş karların içine üç metre aralıkla mevzilenmişler ve gözlerini geçittin en dar yerine dikmişlerdi. Soğuk kendini sinsice göstermişti. İki arkadaş uyumamak için, ara sıra birbirlerine bakıyorlardı. Eldivenin işaret parmağı kesilmişti ve o parmak devamlı silahının tetiği üzerindeydi. Parmağını hissetmeyince ağzına sokup ısıtıyordu. Soğuktan vücutlarını hissetmez olmuşlardı. Saniyeler içinde uyuyor, saniyeler içinde uyanıyorlardı. Rüzgâr kayalara çarptıkça değişik sesler çıkarıyordu. Herkesin kulağı ilk silah sesindeydi. İki arkadaşın üzerine sanki beyaz bir yorgan örtülmüş ve sadece kafaları görünmeye başlamıştı. Saatler geçmiş, sinirler iyice gerilmişti. Gök gürültüsüne benzer bir ses duyuldu ve ses vadide yankılandı. İki arkadaş ne oluyor diye birbirlerine baktılar. Ses daha kuvvetlenmişti, tam o sırada ‘‘Çığ düşüyor, herkes önlemini alsın!'' diye bağırmalar duyuldu.
Poyraz yattığı yerden başını zirveye doğru kaldırdı. ‘‘Aman tanrım! Cemal çığ tam tepemizde, çabuk mevziiyi terk et. Canımızı kurtaralım'' diye feryat etti.
İki arkadaş daha yattıkları yerden kalkamadan, tam karşılarında yarı çıplak bir yaratık gördüler, yaratık fırtına hızında üzerlerine geldi. Korku içinde düşen çığa ve üzerlerine yıldırım gibi gelen yaratığa bakıyorlardı. Yaratık saniyeler içinde ikisini birden yattıkları yerden çekip aldı ve onları aşağıya doğru attı. İki arkadaş düştükleri kayalıkların dibine doğru can telaşıyla koşmaya başladılar. Kayalığın dibinde mağaraya benzer bir yer görmüşlerdi. Önlerinde on adımlık bir ölüm kalım mesafesi vardı. Çığ, büyük bir gürültüyle uçuruma doğru akmaya başlamıştı. Cemal, ‘‘Poyraz iyi misin?'' diye bağırıyordu.
Poyraz onun sesini duymasına rağmen cevap veremedi. Aynı ses duvarlarda defalarca yankılandı. Sonunda ağzından ‘‘iyiyim'' lafı çıktı. Mağaranın ağzını tonlarca kar doldurmuştu. İki arkadaş şaşkınlıkları geçince kasaturaları ile dışarı çıkmak için karların içinden çıkış yolu açmaya koyuldular. Saatler geçmek bilmiyordu, terden sırılsıklam olmuşlardı. Kasları iflas etmiş olsa da panikle dışarı çıkmak için zamanla yarışıyorlardı. Tam o sırada bir silah sesi duydular. Kazmayı bırakıp, birbirlerine bakmaya başladılar. İkisinin de kafasındaki soru işareti ‘‘ya bizimkiler değilse'' idi. İkinci silah sesini daha net duydular. Poyraz, ‘‘Bunlar bizimkiler'' dedi ve parmağı tetiğe gitti. Silah sesini, silah sesi takip etti.
‘‘Bizi buldular!'' diye bir sevinç çığlığı atan Cemal de silahını ateşledi.
‘‘Komutanım silah sesi buradan geliyor, çığ önlerini kapatmış.''
Komutan, belinden kasaturasını çıkarıp karlara daldırdı. Bütün bölük aynı şeyi yapmaya başlamıştı. Açılan delikten dışarıya bir el çıktı. Bu eli sevinç çığlıkları takip etti. Komutan o eli tutup kendine doğru çekti ve gururla çıkan askerlerini kucakladı. Bölük arkadaşları, onlara tek tek sarıldı. Duygulu anlar bitince birliğe dönüyoruz emri duyuldu.
Cemal, ‘‘Bizi aşağıya atan yaratığı gördün mü?'' diye sordu.
Poyraz, ‘‘Nasıl görmem!'' dedi. ‘‘Yıldırım gibi üzerimize geldi ve hayatımızı kurtardı. Soğuk havaya rağmen anadan üryan ve çok zayıf bir adamdı. Ben önce hayvan zannettim, ama elini bana doğru uzatınca yüzünü saniyeler içinde görme fırsatım oldu. Evet, o bir insandı veya Hızır aleyhisselam'dı.
‘‘Doğru söylüyorsun, hayatımızı o gizemli kişiye borçluyuz.''
Cengiz Damar.

18 Temmuz 2017 5-6 dakika 67 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 6 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarızud83eudd20