Cin

Bir gün akşam dersinden sonra eve döndüğümde; bizde, karşı apartmanın alt katında oturan komşumuz Zerrin Hanım'ın olduğunu gördüm. Babam diğer odadaydı. Gazete okuyordu. O da annemle sohbet etmekteydi. Her zamanki gibi canımı içeri aceleyle attım. Yorgundum; bir an önce üstümü değiştirmek ve dinlenmeye geçmek istiyordum.

Ben gelince kesilen sohbete kaldıkları yerden devam etmeye başladılar. Sesleri geliyordu. Ne konuştukları anlaşılmıyordu. Rahat bir şeyler giydim; elimi yüzümü yıkayıp, saçlarımı topladım; yanlarına geldim. Komşu hanım, gözlerini kocaman kocaman açmış, hararetle anlatıyordu. Annem de arada lafa giriyordu. Bir süre dinlemede kaldım. Önceki konuyu kaçırmıştım ama yine de zamanında yetişmiştim. Oldukça ilginç şeyler duydum. Tam da ilgi alanıma giriyordu. Olay duru görü ile ilgiliydi. Oldum olası olağanüstü olayları okumaya, dinlemeye bayılırım!

'Bu gün hava oldukça soğuktu. Akşama kadar kapı dışarı çıkmadım. Çok önemli birkaç işimin dışında hiçbir şeye elimi sürmedim. Sıkıca giyindikten sonra, televizyonun karşısındaki sedirde örgümü örüp, ara sıra sıcak bir şeyler içtim.

Ayaklarım yorganın altındaydı; üstünde de uzun tüylü, kahverengili sarılı, leopar desenli bir battaniye vardı. Arkamdaki pencerenin perdesi sonuna kadar açıktı. İçeriye bol güneş ışığı giriyor, odamı sera gibi ısıtıyordu. Akşamüstü güneş kuvvetini yitirmeye başladı. Dizlerime kadar, yorgan ısıtıyordu. Fakat güneş çekilmeye başladığında sırtıma yağan ayaz her an biraz daha artıyordu.

Artık sobayı yakmalıydım. Bir kendim için akşama kadar soba yakmamak, yakıttan tasarruf etmek için saatlerce burada bu şekilde oturmayı tercih etmiştim. Zaten yarım saat sonra çocuklarım ve eşim dışarıda epey üşümüş, elleri, yüzleri soğuktan kızarmış bir vaziyette okuldan gelecekler, ellerindekileri bir yere atar atmaz, ısınmak için koşacaklar, sobanın başında toplanacaklardı.

Kovayı alarak hemen dışarıya çıkmalı, bahçeden çalı çırpı, odun parçaları toplamalı, üzerine atacağım odunların kolayca yanmasını sağlamalıydım. Sonra da yemekleri sobanın üstüne dizmeli, sofrayı hazırlamaya başlamalıydım.

Akşama kadar ritmik hareketlerle örgü örerken, içimden saatlerce zikrettiğimden, adeta transa geçmiş bir halde, alışık olduğum şekilde otomatikleşmiş hareketleri, istem dışıymış gibi yaparak yerimden kalktım, sobanın kapağını açıp, içinden kovayı çıkardım, bahçeye çıktım. Arka tarafa dolandım. Orada, budanan dut ağacının tahrayla kestiğim kurumuş dalları, odun yongaları, duvarın dibinde de yaşken nacakla kolayca kestiğim, kurumaya bıraktığım kalın dut dallarından oluşan odunlar vardı.

İncelerini ve yongaları hızla toparlayarak alıp, kovaya doldurmaya başladım. Bunlar da ritmik, aynen örgüdeki gibi düşünmeyi gerektirmeyen, otomatikleşmiş hareketlerdi. Bu tür işleri yaparken, elimizdeki işten başka şeyler düşünürüz.

Sobanın kovası ağzına kadar dolunca, ayağımla basarak, içindekilerin biraz sıkışmasını sağladıktan sonra, üstüne üç tane de kuvvetli odun yerleştirdim. Ayağa kalktım, kovanın sapını tuttum, arkama döndüm, başımı kaldırıp, dalgın gözlerle bahçe kapısına doğru baktım ki bir de ne göreyim!?..

Üç metreye yakın boylu, esmer, siyah saçlı, koyu kurşuni kaşe karyağdılı takım elbise, beyaz gömlek giymiş genç bir adam kocaman adımlarla, üzerine sarmaşık gibi ağan hanımelleriyle kaplı duvardan geçerek eve doğru gelmiyor mu!?.. 'Korkmadım' desem, yalan olur! Dalgındım, neler neler düşünüyordum...

Acelem vardı. Soba yakacaktım, yemekleri ısıtacak, sofra kuracaktım. En çok bahçede yakalanmaktan korkuyordum. Eşim beni bahçede gördüğü zamanlar:

_'Bu kadın hiç dışardan içeriye girmiyor!' diye söylenmeye başlıyor:

_'Akşama kadar bahçede ne yapıyorsun? Etrafta birisi mi var? Ne işin var bu saatlere kadar dışarıda?' diye bağırıyor, bir türlü bitirmiyordu! Komşulardan utanıyordum.

Yine bu çirkin ve zan dolu sözleri işitmemek için alelacele eve girmeliydim. O, aslında evden dışarıya çıkmadığımı gayet iyi biliyor, kıskandığını öne sürerek, dışarıdaki stresini bana aktarmak amacıyla hır çıkarmak istiyor, eve gelir gelmez içindeki huzursuzluğu fışkırtıyordu.

İrkildim! Bir anda geri çekilmek, kaçmak istedim! Aklıma, elimdekini bırakmak bile gelmedi. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı!.. O kadar ki adeta ağzımın içinde atıyordu!.. Öylece kalakaldım!

Elimde kova, nereye gidebilirdim? Onunkilerin yanında küçücük kalan adımlarımla ne kadar uzaklaşabilirdim? Yanıma gelmesini, ne yapacaksa yapmasını beklemekten başka çarem yoktu. Kaçacak gücüm de kalmamıştı. Apışıp kalmıştım!.. Büyük adımlarla üstüme doğru geliyordu ama fluydu. Madde bedeni yoktu. Duman gibiydi; sis gibi... Silik bir resim gibi... Sadece hatları belirliydi.

Dört bir taraf duvarla çevriliydi, demir bahçe kapısı da kapalıydı. Benim hemen arkamda duvar vardı. O, kapıdan değil, sokak kapısının yanındaki duvardan girmişti, her şekilde bana ulaşabilirdi. Duvardan süzülüp geçebildiğine göre, ya cin, ya da dalgın gözle gördüğüm bir vizyon olabilirdi. Daha önce de benzer görüntüler görmüştüm. Bunlar, mesaj niteliğindeki görüntülerdi.

Birkaç saniyede, akşamın alaca karanlığında, yüz hatlarını tam anlamıyla seçemediğim bu siluet kime aitti? Gözlerimi kocaman kocaman açıp, tüm dikkatimi toplayarak baktım; yok oldu! 'Hayal gördüm galiba!' dedim, kendi kendime ama yüreğim pır pır!..

Boşalan dizlerime can gelmesini beklemeden, elimden gelebildiği kadar hızla, mecburen onun göründüğü yere doğru yürüyerek, kaybolduğu noktadaki merdivenlerden çıkıp, aralık kapıyı iterek eve girer girmez, ayağımla kapatıp, anlamsız olduğunu bile bile sürgüledim. Duvardan geçen, eve giremez miydi?

Görüntü kime aitti? İyi insanlara göründüğü söylenen, halk arasında 'dede' olarak anılan, erenlerden miydi, birisinin ruhu mu, cin mi? Dede olsaydı, konuşurdu. Herkes öyle demiyor muydu? Fakat benim gördüğüm, bembeyaz sakallı olmadığı için, verilen tarife uymuyordu.

Cinin benimle işi neydi? Aptesinde namazında, sürekli okuyan, zikreden biriydim. Ruh da olamazdı. O gelemezdi ki! Berzah âlemindeydiler onlar. Duyduğuma göre; ruh çağrılsa dahi cin gelir, bir sürü zırva sözler eder, giderdi. Belki de musallat olur, ne yaparsan yap, gitmezdi. Ya öldürür, ya da delirtinceye kadar bırakmazdı. Öyle bir musallat olurdu ki cinci hocalar bile karşılarında aciz kaldıklarını söylerlerdi.

Neyse... İçeri girer girmez elimdekini sobaya yerleştirdim; yakarken, olayın etkisinin biraz geçtiğini hissettim. Çünkü artık düşünebiliyordum ve anlamıştım ki o bir vizyondu. Sadece görüntüydü. Belki de ben öyle olduğuna inanmak istiyordum.

Acaba ne demek istiyordu? Her görüntünün arkasında, onunla ilgili, bizi hayretler içinde bırakan bir olay olduğunu biliyordum. Daha önce hep öyle olmuştu. Rüya çıkar gibi aynısı çıkmıştı. Bir taraftan da:

_'Dalmışım. Hayal gördüm. Ne kadar da canlı gibiydi! Masallardaki devler gibi... Sürekli önüme baktım, örgü ördüm ya, onun için gözlerim yorulmuş da ondan... Belki de beynimde canlandı, oradaymış gibi gördüm. Beynimin bir oyunundan başka bir şey değil! Dikkatli bakınca nasıl da kayboldu! Var olsaydı, yok olmazdı. Hayal ya da rüya... Uyanıkken görülen rüya...' diyordum kendi kendime. Birisi beni duysaydı, deli zannedecekti. Acaba gerçekten akli dengem bozulmak üzere miydi? Akıl hastaları vizyon görmeye başlarlarmış ya... Halüsinasyonlar mı görmekteydim?

_'Durduk yerden bu kadar hakarete maruz kalan, bu kadar çoluk çocukla, üstelik yoklukla, delirmesin de ne yapsın?' dedim.

Sobayı yaktım. Sana telefon açtım. ?Böyle böyle...' diye ama sadece gördüğümü tarif edebildim. O da yarım yamalak... Çünkü çok sıkışık bir vakitti. 'Gideyim de etraflıca anlatayım, bari. Merakta kaldı.' dedim. Onun için geldim.

Yemek ısıttım, sofra kurdum. Bizimkiler geldiler. Oturduk, yemek yedik. Sofrayı kaldırdım; bulaşık yıkamaya başladım, yağmur da indi! O yağmurda 'Tak! Tak! Tak!...' kapı!.. Zile de basmıyor. Unuttum bile olayı. İşe daldım ya... Doğru kapıya koştum:

_'Acaba bu yağmurda kim ki?' diye.

Bir de kapıyı açtım ki orada bayılacaktım, çocuğu tanımasam!.. Görümcemin oğlu! İzmit'ten gelmiş, el öpmeye. Askere gidiyor ya, Metin! 'Allahaısmarladık!' demeye... Esmer, uzun boylu, siyah saçlı, karakaşlı, kara gözlü... Üstünde koyu kurşuni kaşe karyağdılı takım elbise, beyaz gömlek...'

Annem sözünü kesti:

_'Gördüm. 'Telefonda tarif ettiği geldi!' dedim içimden. Pencereden yağmuru seyrediyordum. Daha önce birkaç defa gelmişti ya oradan tanıdım. Gerçekten ayakta rüya mı görmüşsün ne? Ya da sen erdin de bizim haberimiz yok!' diye hem hayretler içinde hem de espri yapıp, gülmekte...

Ben de dalıp gitmişim. Sadece gözlerimi kadına ağzına diktiğimi, put gibi hareketsiz durmakta olduğumu fark ettim. Sonra birkaç tahmin yürütmeye çalıştık ama işin içinden bir türlü çıkamadık.

_'Belki sanrı, belki de duru görü... Olayın izdüşümünü görmüş olabilirsin.' dedim. 'O İzmit'ten çıkarken, görüntüsü buraya düşmüş. Dağın arkasındaki uçağın; görünmesinden önce gölgesinin yere düşüşü gibi...' diye devam ettim.

Zerrin Hanım sözünü tamamladı:

_'Ne bileyim? Anlamam ki öyle şeylerden. Erzincan'a gidecekmiş. Çok sever dayısını da beni de. Ya gelinir ya gelinmez diye vedalaşmaya, helalleşmeye gelmiş.'

12 Mayıs 2010 8-9 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 14 yıl önce

    benim de aklım karıştı,ne yalan söyleyeyim,sevgili Bilge:)))zira ne ine inanırım,ne de cine...tavsiyem odur ki,lütfen sen de inanma!:))

    en gerçek hayal insandır...aha geldik,aha gidiyoruz;düşler gibi!..

    ya döneriz,ya da dönmeyiz buraya bir daha...

    rüyasında görenler sevinsin gayri:))))))deyyip, kutluyorum saygı ve sevgiyle...

    not:bu tür öyküler,okurlara ne düşündürür bilemem ama,bana kalırsa iyiye alamet değildir üstadım!..sanırım,ne demek istediğimi anladınız siz:)))))))

    tekrar sevgiyle.....

  • 14 yıl önce

    Bırrrr iyi ki gece okumadım,

    Ara sırada olsa duydum üç harfliler öykülerini..

    Ve ben çok korkak olmama rağmen bu konularda ruh çağırma seansında katıldım,berbat kötü hissettiğim zor aylar geçirdim..

    Cinlerin olduğunu biliyoruz,görünen nedir kimdir bilemem ama anlatana inanmak gerekiyor çünkü ben o seansta hayatımda yaşamadığım korkuyu yaşadım ve gerçekti yaşadığım

    Geçti çok şükür..

    Nerden tıkladım🙂 Korkularım yeniden gelmez inşallah..