Cinayet

Sekiz yıllık evliliği olan genç kadın; iki bin on birin, nisan ayının on yedisinde, gece evinde ölü olarak bulundu. Ölüm nedeni intihar olarak raporlara geçti. Yapılan araştırmaya göre kadın, son birkaç haftadır ağır depresyon geçirmekteydi. Doktora gitmiş ve bir takım ilaçlar almıştı.

Kocası plastik fabrikasında ustabaşıydı. Patronu yıllardır onun sadıklığını tüm işçilere övünerek anlatırdı.

Tüm hayatı boyunca ekmeğini namuslu bir işçi gibi kazandı. Onun için sendikalı olmak bile fabrika sahibine ihanetti. Sürekli olarak akşam eve gittiğinde makinelerin bakım ve onarımları üzerine dergiler okurdu. Ertesi gün edinmiş olduğu bilgileri; çalışanlara kendini beğenmiş insan psikolojisiyle anlatırdı.

Bir gece mesaisinden sonra eve döndüğünde; karısının cansız bedenini oturma odasında bulmuştu.
Severek evlendiği kadının ölmüş olması, ondan derin üzüntüler yaratmıştı. Cenazesinde tüm fabrika çalışanları bulunmuştu. Bu kadar ilacı içip, ölümü seçme nedeni neydi? Polis bir süre kocasını takibe aldı. Adam birkaç günlük iznin ardından işine gidip gelmeye başlamıştı.

Adam yine bir akşam eve döndüğünde, karısına ait olan eşyalara uzun süre bakıp gözyaşı döktü. Aklına birden karısının yazmış olduğu günlük geldi. İfade vermek için karakola götürüldüğünde polislere bundan bahsetmemişti. Bir süre onu aradıktan sonra. Komidinin üst çekmecesinde günlüğü buldu. Sayfaları hızla karıştırıp, intiharından birkaç gün önce yazmış olduklarını aradı.

Beş martta ?' İNSANLAR'' adlı yazmış olduğu başlık gözüne çarptı.
Sayfayı çevirdiğinde başlığın devamı şöyleydi:



İNSANLAR

6 Mart 2011 ? Kocamla kahvaltı yaptıktan sonra dudaklarından öptüm. O sabahın ilk ışığında servis durağına giderken, ben gizlice balkondan ona el salladım! Peki, neden el sallama gereği duydum? Neden? Çok âşık olduğum için mi? Yâda acıma hissinin esiri olduğum için mi? Bilmiyorum. Benim gibi kaç kadın kocasının ardından el sallayarak gözyaşı dökmüştür? Akşam olduğunda; yorgun bedenini bir kum torbası gibi koltuğun üzerine yığdığında, kaç kadın kalp atışlarının sesini duyarak, mutfağın yolunu telaşla tutmuştur?
Sürekli bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyorum. İlgisiz bırakılmış olma duygusunu tattığım günden bu tarafa, bu eksikliği sürekli sorgulama gereği duydum. Oysa bir kadının üstlenmesi gereken tüm sorumlulukları yerine getiriyorum. Oda bir eş olarak çalışıyor ve düzenli saatlerde evinin yolunu tutuyor.
Bütün bir evliliğimiz boyunca, eksik olan bir şeyler mi var?

7 Mart 2011 ? Bugün bir tiyatro oyunu düşündüm. Ben izleyicisi miyim? Hayır! Peki, düşünmek nedir? Hayata geçirememiş olduklarımızı, küçük bir dünyada yaşaya bilme hissi mi? Akşam yorgun evine dönen kocama, her hangi bir tiyatro oyununa; beni götürmesini söylediğimde, kızacak mıdır? Hem evet dese bile, ona kıyamam ki! Makine dişlilerinin sesiyle alt üst olan beynini, böylesi bir istekle daha fazla yormuş ola bileceğimi düşünür ve bu isteğimi söylemeden unutmaya çalışırım.
Tiyatro, yaşanmış ve yaşanılacak olayların sahneye yansıması mıdır? Tek kişilik bir oyun yazıp, kocamın karşısında usta bir tiyatrocu gibi konuşmak isterdim. Mesela ona duygularımı anlatırken, mimiklerimle onu güldürmeye çalışırdım. Oyun bittiğinde; Ayağa kalkıp beni alnımdan öpüp tebrik etmesini beklerdim. Nasırlı ellerini avuçlarıma alıp okşardım. Beklide bir oyuncuya verile bilecek en güzel çiçekten, daha mükemmelini avuçlarımda tutmuş olacaktım.

8 Mart 2011- Tüm ömrümüz böyle mi geçecek? Evet, ama neden? Aksine, yaşamanın kanunu olan çalışma dışında? hayatımıza yeni bir renk katmak suç mu? Her işçinin görevidir çalışmak. Yaşamak için çalışırsın. Doymak ve doyurmak için çalışırsın. Çalışmak, bir ülkenin kalkınması için büyük bir ihtiyaçtır! Hayvanlar gece gündüz yavrularını doyurmak için, onlarca yırtıcının arasına girip, büyük bir savaş içine sürükler kendini. Varoluşun her alanında çalışmak vardır. Makineler fabrikalarda insan gücü yerine çalıştığında, onların hamallığını yapacak mutlak bir insan emeğine ihtiyaç duyulur! Çıkarmış olduğu ürünleri; büyük bir titizlikle paketleyen ve istifleyen insan gücü!

Doymuş olmamız, içimizdeki arzuların önüne geçemiyor! Eski çağlara gittiğimizde, insanlar mağaralarda yaşarken, öncelikle avlanmayı değil, sevişmeyi ve güzel olanları keşfederek işe başlamıştır. Sonra avlanma zahmetinde bulunmuştur. Karınları doyduğunda, hiçbir sistemin esiri olmadan, günlerce sevdikleriyle birlikte, ağaçların altında, nehir kıyılarında, kuşların şarkılarına eşlik ederek, sevmenin güzel yanlarını yaşamışlardır.

Kocam bu yazıyı okuduğunda bana kızabilir! Hayır. Aslında bana saygı duyacaktır! Birilerinin çelikten kasaların içinde, insan emeğini sömürerek biriktirmiş oldukları paradan daha kutsaldır yastığımızın altında, yalnızca ayda bir kez el sürdüğümüz kazancımız! Ama yinede! Yetinmemiz istenilenden daha fazlasını hak ediyor çalışanlar! Belki o zaman özgürce tiyatroya gide biliriz. Sinemada en güzel filmi izlerken, kocamın omuzlarında uyuya bilirim! Gelecek kaygısı taşıyan psikolojimiz düzelir ve bizde bir çocuk sahibi ola biliriz!


9 Mart 2011- Televizyonu açtım. Bütün bilinçsiz eylemleriyle, küçük bir salonun içine doldurulmuş insan yığınını izledim. İçlerinden bazıları : ?' Evet! Evet! Evet!'' diye tempo tutuyordu. Sonra elinde bastonuyla ihtiyar bir adam ayağa kalkıp, büyük bir zafer elde etmişçesine, yanındaki kadınla oracıktan ayrıldı. Geri döndüklerinde, kadının ev, para gibi taleplerini yerine getiremeyeceği için bu evliliğin olmayacağını, titrek sesiyle ifade eden zavallı adama, üzüldüm! Onu oraya sürükleyen tek şey yalnızca içinde taşıdığı yalnızlık korkusu! Bu korkusunu paranın çözecek olması, diğer bir üzüntülü durumdu!

10 Mart 2011- Üzüntü nedir? Her şey ama hiç bir şeydir. Yoğun duygularımızın olduğu zamanlarda, kapımızı çalan kimliksiz bir misafirdir. Yaşanmış ve yaşanılacak olayların tarihini kestirmekte güçlük çekerken bizler, o bunun zamanlamasını en iyi ayarlayan antika bir saat parçasıdır. Bu saatin şuan evimin içinde ne denli hızlı döndüğünü görüyorum!

Sokağa çıktığımda, kimin neden üzüldüğünü tahmin ede biliyorum! Bir kayığa binip, tüm kalabalıktan uzaklaşıp, yalnızca suyun üzerinde yaşam sürmeyi arzulayan onlarca insan yığını etrafında gezdim. Park köşesinde bir tek köpeğin gezdiğini gördüğümde, yalnızlığın hiçte çekilecek bir hal olmadığını anladım. Neden diğerleri bir kayığa binip gitmek istiyor? Bu sorunun cevabını aramak için penceremin kenarına geçtim. Sürekli yeni yüzler, farklı üzüntüler taşıyan insanlar gördüm. Kimisi elinde köyden yeni gelmiş sütü evine taşırken, kimisi çocuk doğurmak için son hazırlıklarını yapıyordu. Çamurlu mahallelerin sokak aralarında dolaşan zavallı yoksul çocukları görmek istedim, fakat oturduğum ev çokta yüksekte değildi. Sonra şu soru geldi aklıma, yüksek yapılarında, hizmetçisinin seslendirdiği şarkıyı nefretle azarlayan kadın, kayıkla yol almak isteyen insanların neler düşündüklerini görmüş müdür? Yâda hissede bilmiş midir? Onlar için nedir insan? Yani üreten insan? Yani onları çok katlı yapılarına taşıyan insan! Onlar için insan değil, hangi taşıyıcının daha ucuz iş gücüne sahip olduğu önemlidir.

Evet, benim kocam mükemmel bir taşıyıcıdır. Taşıyıcı mı? O benim sevdiğim adamdır. İşte sorunun temeli! Sevgi! Sevmek serbesttir, çünkü hiçbir güç seven insan yüreğine hükmedemez! Ama içimizdeki bu karşı konulmaz duygu, zamanla sıradanlaşa bilir. Bu yüzden ki akşam haberlerini izlediğimde, bir kadının kocası tarafından nasıl öldürüldüğünü göre biliyorum. Ben o kadınım! Öldürülenim! Önce zorunlu iş hayatı, ardından ekonomik sıkıntılar, kocamı delirtme noktasına getiriyor! Sonra tatmin ola bilme duygusu ile öldürülüyorum. Öldürten kim? Öldüren kim? Katil mahkûm ediliyor, cezalandırılıyor. Artık kadın öldürmek en meşru bir hak halini alıyor. Bu hakkı veren kim? Askerlerin, zorunlu savaşa gönderildiği bir ülke düşünün. Bu ülkede kan nehri kıyısında yazılan öyküleri okuyun. Burjuvaların iştahını kabartan bu öykülerde, yalnızca ölüme terk edilmiş birer askeriz bizler!


Öldürülen kadının kaderine acıya bilirim! Hayır! O kadın bende ola bilirim! Arap ülkelerinde tecrit edilen bir kadınım ben! Çölde susuzlukla cezalandırılan, yalnızca dudaklarını sevdiği erkeğe sunmuş olan, zavallı bir suçluyum ben!

Evet, tüm dünyayı gezmeye çalışsak bütün insanların nasıl sefilce öldüğünü ve öldürüldüğünü göre biliriz. Ölüm mü? Hiçte yabancı olmadığım bir kelime.



11 Mart 2011- Kocamla yatağımıza uzandık. Dakikalarca sevişeceğimizi düşünürken, yalnızca bir et yığını gibi, onun kolları arasında tutsak kaldım. Cansız soğuk bir bedenin tatmin ola bilme keyfi ile yanıma uzandığını gördüğümde, kendimi bir kadın olmaktan arındırıp, ona sunulmuş bir ziyafet olarak gördüm.



12 Mart 2011- Bütün günümü kitap okumakla geçirdim. Giyotinle öldürülen bir mahkûmun acısını okudum. Kafasının ense kökünden koparıldığını okuduğumda, bu idam şeklinin daha modern daha insancıl olduğunu ifade ediyor yazar. İnsancıl olan şey öldürmenin koşulları ve yöntemi! Öyle ki tarihlerden bu tarafa, öldüren ve öldürülen geçmişin çocuklarıyız bizler!
Hangi geçmiş? Tarlada beni dünyaya getiren annemin geçmişi mi? Kahvede bir bardak çay içmek isteyen ama meteliksiz oluşundan dolayı, bundan mahrum kalan babamın geçmişi mi?
Yâda hizmetkârlık yaptıkları ağaların geçmişi mi? Onların bağlı oldukları hükümet konağının; beyzadelerinin geçmişi mi?



13 Mart 2011- Bir makas aldım elime. Kocamın yırtık tulumunun sökük olan kısmına yama yaptım. Kocamın terinin kokusunu aldım. Evet aldım! O an dakikalarca hıçkıra hıçkıra hıçkıra ağladım. Ne güzel bir kokuydu! Tertemiz bir koku! Onu koynuma basıp, saatlerce yatağa uzandım. Sonra küçük bir kan lekesi gördüm! Tam terinin kokusu ile kendimden geçmişken yataktan sıçradım.

Sonra bir doktor gibi bu kanı inceledim. Yıkadım ve balkona götürüp astım. Neydi bu kan? Kime aitti? Gerçektende insan merak ettiği bir şey hakkında bilgi edinmek istiyor! Akşam olduğunda kocama sorduğumda, çelişkili bir cevap verdi. Çünkü akşam yemeğinden sonra bana ?' bir işçi yaralandı ve onu hastaneye götürürken bulaşmış'' olmalı dedi.

Gece uykudayken sayıklamaya başladı. Sürekli ?' Hayır! Ben yapamam! Olmaz! Ben bir ölü taşıyamam! ?' diyordu.

Oturup yatağa usulca ağladım.



14 Mart 2011- Bir şeyler yapmam lazım!



15 Mart 2011- Yaptım. Gidip fabrikaya kocam için bir süre izin isteyecektim! Çünkü kendisi o kadar sağdık ki patronuna! Hasta olsa dahi böyle bir izni kullanmak istemez! Fabrikaya gittiğimde hiç kimse yoktu! Sekretere nerede olduklarını sordum:

' Genç bir kadın işçimiz ölü olarak bulundu. Onun cenazesindeler'' dedi.

Hiç bir şey olmamış gibi eve geri döndüm. Akşam olduğunda kocam geldi. Her zaman işten geldiğinde mutlaka duş alırdı. Bende o gelmeden çamaşırlarını hazırlardım. Duşa girdi. Gülümseyerek çamaşırlarını ona uzattım. Çok yorgun olduğunu ve bir süre uyumak istediğini söyledi. Yatak odasına geçti.

Cep telefonu oturma odasındaydı. Şimdiye kadar hiç merak edip bakmamıştım. Ama içimden bir his bakmamı söyledi.
Telefonu elime aldım mesajlar kısmına baktım. PATRON adlı bir kişiden mesaj almış. Açıp okudum. Aynen şunlar yazıyordu:

1.Mesaj
Patron:
' Sana güveniyorum''


2. Mesaj
Patron:

' İyi bir işçi olduğu gibi güzelde bir kadındı. Ama öldürmem gerekiyordu!''

3. Mesaj
Patron:

' Maaşına en kısa sürede zam yaptırıyorum! Aferin sana! Sadık bir insansın!''

4. Mesaj
Patron:
' Cenaze töreninde, hiç bir şey olmamış gibi davran.''

5. Mesaj
Patron:
' Öldükten sonra ne ağır oluyor! Sen olmasan onu yazlıktan çıkartamazdım!''

6.Mesaj
Patron:
' Sana güvendiğim için yanına verdim onu. Sakın ters bir gözle bakma! O benim işçim mişçim dinlemem seni çiğ çiğ yerim''






Bir katile suç ortaklığı eden insanla aynı evde kalıyorum. Bu insan benim kocam. Sarı saçlı, mavi gözlü bir kadının, sürekli yanı başımda oturduğunu hissediyorum. Kendime uzun süre gelemedim. Ne onu yatağından kaldıracak gücüm vardı. Nede yatağına girip uyuyacak cesaretim.




16 Mart 2011- Ölmek istiyorum! Ama kocamın elleri değil! Kendi arzularım öldürmeli beni!
Kendimde değilim. Kocamı ihbar edemeyecek kadar korkağım! Beklide önüne geçemediğim duygularım buna engel! Bir şeyler yapmalıyım! ?'




Adamın, okudukları karşısında kanı dondu.



İlk iş olarak gidip polise patronunu şikâyet etmek oldu. Hayata yeniden başlaması oldukça uzun zaman aldı.

Yeniden evlendi. Başka bir fabrikada işçi olarak başladı. İlk işi sendikalı olmak oldu.
Aldığı ilk aylıkla, karısını tiyatroya götürdü. Bir kızı oldu. Ölen karısının ismini ona verdi.

Adam şimdi:
Üyesi olduğu sendikanın bölge temsilcisi.

09 Şubat 2012 12-13 dakika 26 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 12 yıl önce

    Kurgu olabileceği gibi yaşamın içinden gerçek bir öykü de olabilir yazdığınız acıklı öykü . Bir bütün olarak baktığımızda insanı düşündüren ve karşılaştırma yapmaya iten yanları var sanki .

    Daha güçlü bir anlatım olabilir miydi ? Sanırım edebiyat açısından bakıldığında bu önemli .

    Ben şiirlerinizi de düz yazılarınızı da fırsat buldukça okumaya çalışıyorum . Sosyal içerikli konularınız belki de daha çok çekiyor beni .

    Daha da akıcı arı bir dil kullanmanız sizin açınızdan daha iyi olur düşüncesindeyim .

    Sağlık , mutluluk ve de sevgiyle kalınız...🙂