Cümleler Arasındaki Belirsizlik Zamiri

Ruhum bedenime küskün bir bugün geçiriyordu. Bende karanlığın keskin yüzünde biriken taşlarımı alıp, birer birer ömrümü sayıyordum.

Issız olayların üzerini kuş sesleri örtüyor, boğulan martıların kanatlarında duruyordu yaşam. Ben sussam da konuşsam da aynı nefesler tadıyordu ölümü, aynı iklimler yaşıyordu güzü.

Bir koku yayılıyordu etrafa menekşe sanki. Ayağımı sekerek vuruyordum denizimin kenarındaki yosunlara teker teker. Öyle yükseliyordu ki dalgalar, içime içime serin bir sessizlik sokuyor üzerine bastıkça deniz yıldızlarının hoyrat bir nisan yağmuruyla baş başa kalmış gibi hissediyordum. Yoruluyordum oturduğum sürece, daha dinleneceğime sanki üzerimden bir asır geçmişçesine eziliyor süklüm püklüm yol veriyordum kendime. Eksilerek günden güne parçalanıyordum. Üstüm başım toz duman.

Cümleler arasında en devrik olanı seçiyordum ayak seslerime en yakın olanını. İniltilerimin ifade edebileceği yokuşları tırmandıkça yükselebileceğim bir sözcüğü arıyordum. Buldukça çoğalacak kırgın mahcup tavırlarımdan kurtulacak ve tüm maviliklerle göğe doğru yol alacaktım. İnandığım bu yöndeydi. Düşündüklerim ve düşüneceklerim hep bu yöndeydi. Ve böyle de kalacaktı.

Dağınık bir tebessüm oturdu şimdi o balığın süzgeçlerine. Günahlarımla ıslanmıştı umut denen yazdıkça çoğalan his. Parmaklarımın arasında eskimişti kışın o söylendikçe indikçe hissedilen sis.

Dört duvar arasından çıktıkça dışarıya. Önümde biriken o koca çukurları görüyordum. Deniz kenarı balıklar kuşlar fırtınalar dalgalar vardı bu yerde. Gördüklerim belki de göreceklerimin üçte biri bile değildi. Ama ben çok azına tanık oluyordum. Gittikçe işe yaramaz kara kara çığlıklar sarıyordu etrafımı. Bu toprakların bakışları altında sessizce bir köşeye siniyordum bende.

İçimde saklanan tonlarca hatıraların kahır dolu bulutlarla yağmurlarla sonsuzluğa adım attığı, defalarca kez gözden kaçmıyordu. Pervasız bir düzen silsilesinden ellerime kalan o masum gözlü çocuğun gözyaşlarıydı. Yalnızlığın solgun teninde kalmış gibi görünen hayalleri vardı. Duygularından arta kalan bir kalbi vardı. Bana bizi hatırlattı.

Bu zamanın ötelenen duraksamalarında aklıma ruhlara mahsus yürüyüşü olan sözler geldi. Hissedile hissedile körelmiş çıkmaz bir sokağın tümseğinde s/inmişti bir köşeye. Biz söylediklerimizle pişmanlık duyup keşkelere dalmıştık keşke dalmasaydık...

Özlediğim an kadar yalnızdım şimdi. Bu sıralar yokluk hissiyatı sarıyordu kuşlarımın boğazından geçen ekmek kırıntılarıyla. Bulunduğum kış mevsimi kadar soğuk, sarsıntımın duyulduğu kadar sıradanlaşıyordum. Belki de sesime dokunan türküler kadar ağıtlaşıyordum.

Kimseye belli etmeden hiçkimseyi yanıma alıp belirsizlik zamirimle birlikte sandalyemin kırık bacağına aldırmadan, soysuz masama kaderi bırakıyordum. Güneş battıkça gece yüzünü gösteriyor ay kendini salına salına göğüme konduruyordu. Ardından kağıdıma siz düşüyordunuz. Bende sizin hatırlattıklarınızı yazıp durum zarfıma koyuyordum. Zarfımın durumu iyi değildi anlıyordum. Yırtık içerisinde sesteşsiz bir ok bırakıyordu tamamlanmamış yazgısına. Ve o delifişek köprülerinden postacı yardımıyla salınıyordu sandallara. Sandallar yer yönünü belirleyerek diğer zarflarıyla yol alıyordu. Ve değişiyordu mevsimler.

Siz yazıldıkça yok oluyordunuz. Ben yazdıkça anlaşılıyordum.

Sevgi penceremden kırık notlarınız sarkıyordu yere bir bir. Ardınızda kalanlar topluyordu yokluğunuzu bir bir. Gittikçe sönüyordu mumlarınız. Gittikçe siz sönüyordunuz.





12.03.12

12 Mart 2012 3-4 dakika 17 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar