Define

Bir sorunumuz olunca Necmettin Dede'ye giderdik. Güngörmüş, bilge kişilikli bir ihtiyardı. Akademinin karşısında, sokak içinde, ahşap, yıkık dökük, belki de kendisi gibi asırlık, çok geniş, iki katlı, altı odalı, iki salonlu, çift mutfak ve banyolu, arka taraftaki ortası havuzlu ağaçlarla gölgelenen, çiçeklerle gülümseyen güneşli bahçesinde; kileri, kümesi, hattâ kuyusu bile olan eski konaklardan olmasına rağmen, kullanılamayacak hale geldiğinden sudan ucuza tuttuğu bir evde otururdu.

Buraya üç ay kadar önce taşınmış; çok yaşlı ve hasta olduğu için, bakımsızlıktan harabeye dönen bu koca binanın tamamını kullanılır hale getirememişti. Küçük bir kilim, tek kişilik sünger yatak, bir sandık kitap, tahta bavul, elektrik ocağı ve üç beş parça mutfak kabından ibaret olan eşyasıyla sağ taraftaki ilk odaya yerleşmişti. Girişte, sonradan yaptığı, sağ duvara dayalı uzun bir tezgâh vardı.

Bir gün bu sokaktan geçerken tesadüfen gördüm, onu. İki kanadını da ardına kadar açtığı kocaman giriş kapısının önüne küçük bir masa ve iskemle atmış, yumuşak ağaç parçalarından heykeller, süs eşyaları ve takılar oyuyordu. O kadar güzel şeyler yapıyordu ki bakmadan geçemedim! Minik insan ve hayvan figürlerinin yanı sıra çok ilginç küçük ev eşyaları, oyuncaklar, aletler bile vardı. Hepsi de doğal rengi bozulmamış ağaçlardandı. Bazıları vernikli, bazıları mattı.

Kocaman bir ceviz içi vardı ki gerçeğinden ayırmak, sadece boyutuyla mümkündü. Aynı renk ve aynı damarlara sahip bir ağaçtan yapılmıştı. Seyretmeye doyamadım!

O gün ayaküstü, havadan sudan konuştuk, öylesine. Sonra bir kere de ziyaretine gittik. Kapının önünde çalışıyordu. Biz de içerden getirip, pencere kenarına koyduğu minderlere oturduk. Gözünü işinden ayırmadan konuşuyor, bir dakikasını boşa harcamıyordu.

Yumuşak, tatlı bir ses tonuyla konuşuyordu. Derslerimizi, başka neler yaptığımızı, okul bitince neler yapmak istediğimizi sordu. Kısa sorulara kısa cevaplar veriyorduk. Aslında biz onu tanımak istiyorduk. Bu ilk misafirliğimizdi. Hiçbir şey sormamayı yeğledik.

Hemen girişte, elektrik ocağında özenle çay demledi. Güler yüzle ikram etti. Çay değil, sıcaklık ve yakınlık içtik.

Konu konuyu açtı, sohbet derinleşti. Okuyamamıştı ama hayattan çok şey öğrenmişti.

_'Sorunlarınız var mı sizi üzen bir şeyler falan?' diye sordu bir ara.

Bize bir şekilde faydalı olmaya çalıştığını anlamıştık. O nedenle Neşe, annesiyle arasında sorun olduğunu söyledi.

-'Hangi konularda anlaşamıyorsunuz?' diye sordu. O da:

_'Sabahları erken kalkamıyorum. O da kahvaltıyı hazırlıyor, mutlaka bir şeyler yememi istediğinden beni uyandırıyor. Israr edince bağırıyorum. Sakin görünüyorum ama çok sinirliyim. Hele uykum bölününce, deliye dönüyorum!' dedi ve devam ettiler:

_'Sadece bu kadar mı? Başka sorun yok mu?'

_'Yok. Sadece sabahları tartışıyoruz. Hem de her sabah!'

_'Peki, sen ne yapıyorsun geceleri? Ders mi çalışıyorsun?'

_'Hayır; dersi, derste öğreniyorum zaten de eve dönünce şöyle bir tekrar ediyorum, yetiyor.'

_'O halde geç yatmanın, çok önemli başka bir sebebi var. Nedir o?'

_'Televizyon seyrediyorum. Kapanıncaya kadar ekrandan gözümü ayıramıyorum. Sonra da teyp veya radyo dinliyorum, oyalanıyorum. Uykum kaçıyor.'

_'Sence doğru olan hangisi? Sabahlara kadar oturmak, akşama kadar yatmak mı; yoksa biraz geç de olsa, belli bir saatte yatıp, sabahın güzelliğini doyasıya yaşayarak, aile fertleriyle birlikte kahvaltı etmek; üzmeden, üzülmeden; güne huzurlu bir şekilde başlamak mı?'

_'Tabi ki doğrusu, ikinci şık da... Alışmışım bir kere, işte!'

_'Eskiden kızlar on bir on iki yaşlarına geldiğinde, sabahları erkenden kalkmaya, kahvaltı hazırlamaya alıştırılırlardı, 'Yarın bir gün el ocağı yakacak, şimdiden alışsın da kocasını işe, çocuklarını okula aç göndermesin!' diye. Şimdiki anneler kızlarına kıyamıyor, kendileri hazırlıyorlar. Hanım kızlarımız da kalkıp yemeye üşeniyor. Ne zaman yardımcı olacaksın, annene? Gelin olup, gittikten sonra mı?'

_'O zaman, kendi işlerime yetişemeyeceğim!'

_'Tabi ki öyle olacak. Erkenden kalkacaksın, hem kendi ihtiyaçlarını gidereceksin, hem de bakmakla yükümlü olduğun kişilerin ihtiyaçlarını... Bebeğini bile annene getirip, bırakacaksın daireye giderken; değil mi? En güvenilir kişi; gözün arkada kalmaz. O halde o sana daha çok lazım. Şimdi birazcık fedakârlık etsen; onu da kendini de üzmesen olmaz mı? Şimdi bana söz ver bakalım, her gün yarım saat önce yatmaya başlayacak mısın?'

_'Deneyeceğim.'

_'Birden bire: 'Şu saatte yat, uyu!' demedim sana. Yavaş yavaş uyku düzenini annenin isteğine göre ayarlaya çalışmanı tavsiye ettim. Sonra da televizyon kapanınca hemen ışığı kapatıp, yatmalısın; uyuyamasan da dinlenirsin. Her sabah tartışmak, güne yorgun, asabi ve bedbin başlamak demektir. Bu seni yıpratır.'

_'Ah! Bir yapabilsem!'

_'Önce istemelisin. Yani belleğindeki minicik saati kurmalısın. Her şey beyinde başlar, beyinde biter. Siz aydın kişilersiniz. O işi gayet güzel yapabilirsiniz. Yeter ki isteyin.'

_'Annem, her gün dakikası dakikasına sabah namazına kalkıyor. Hiçbir gün saat kurmuş değildir.'

_'İşte gördün mü? O, bu işi öğrenmiş. Hem sen ne kadar şanslısın! Baksana, benim ne kahvaltı hazırlayanım, ne de hazırlayacağım kişiler var! Senin gibi bir kızım olsaydı, benden önce mutfağa girseydi, kızarmış ekmek ve çay kokularıyla uyansaydım! Senin yetişkin bir kızın olsaydı, böyle bir olayı haftada bir kez olsun yaşamak istemez miydin? Haydi, ayda bir olsun!'

_'Kim istemez?'

_'Sen istemiyorsun işte! O hazırlıyor, belki de yalvarıyor, kalkmıyorsun.'

_'Tamam, tamam. İkiniz de haklısınız. Benim erken yatıp, uykumu almam lazım. Bir gün de ondan önce ben hazırlayayım, bakalım ne yapacak!'

_'Ben çok seviyorum gençleri. Ne kadar olgunlar! Sağlıklı düşünüp, güzel kararlar alıyorlar. İş, uygulamaya kaldı. Bundan sonrası, sana ait. Konuştuklarımız boşa gitmesin. Bir işe yarasın.'

_'Seninle konuştuktan sonra hatanın bende olduğunu anladım. Bana bunu ne kadar güzel, ne tatlı bir dille anlattın!'

Bu olaydan sonra sık sık uğramaya başladık. En basitinden, bizim için en büyük olay olan aşka kadar, anlatılabilecek her derdimizi onunla paylaşmaya alıştık.

O gün, orada bir saat kadar kaldıktan sonra istemeye istemeye kalktık. Öğleden sonraki ilk derse yetişecektik. Biraz uzaklaşınca; Neşe'ye, ilk babamdan duyduğum ve yeri geldikçe evde kullanıldığı için aklımda kalan; Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin ölümsüz dizelerini okudum; ezberlemesi için de sınıfa girinceye kadar tekrarladım:

"Harabat ehlini hor görme zâkir / Defineye malik viraneler var.'

14 Mayıs 2010 6-7 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    "Harabat ehlini hor görme zâkir / Defineye malik viraneler var.' Öykünüze uymuş yaşlı adam ve eski konak ev için. İnsan kendi kendini yönetmeyi bilmeli ki başka sorumlulukları başarabilsin. Başkası tarafından ikazlarla, ısrarlarla hayatını tanzim eden insanlar o alışkanlıklarının zararlarını ilerde mutlaka görür. Güzel bir anlatım,tatlı bir konu. Tebrikler efendim. Sevgi ve Saygılarımla..