Delilik

Dede, dinledikleri hoşuna gittiği için artık gülümsemekte olan Işıl'a dönerek:

_ 'Yağmur dindi mi Işıl Hanım? Güneş ışıl ışıl bakıyor mu aralamaya çalıştığımız bulutların arkasından? Bir ışıltı da bize gönderebilir mi? Bir demet ışın düşebilir mi üzerimize?' diye laf attı. Bunları söylerken; gözlerine, gözlerinin içi gülerek bakıyordu. Maksadının, onu konuşturmak, onun da derdini dinlemek ve rahatlamasını sağlamak olduğunu Işıl da anlamıştı:

_ 'Üçlü konuşsak, dede?' dedi.

_ 'Neden olmasın? Başka kim gelecek?'

_ 'Semiray gelsin.'

Üçümüz biraz ilerde, sol köşedeki masaya geçtik. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, Define:

_ 'Anlat bakalım, sulu gözlü şey! O güzelim gözleri harabeden kim ya da ne?'

_ 'Bu benim ikinci okulum. Burada halamlarda kalıyorum. Ailem İzmit'te oturuyor. Anne tarafım Ankara, Kızılcahamamlı. Baba tarafım Kütahyalı. Babam Devlet Su İşlerinde çalışıyor. Annem hemşire.

Ben, liseyi bitirir bitirmez, ilk girişte Ege Tıp Fakültesi'ni kazandım ve okumaya gittim. Kız yurdunda kalıyordum. Erkek yurdu da yakındı. Arkadaşlarla pencereden el sallardık, birbirimize. O kadar yakındı.

Aradan birkaç ay geçti, sınıf arkadaşlarımdan o yurtta kalan sınıf arkadaşım Aydın'la önce samimi arkadaş, daha sonra da sevgili olduk.

Bir gün, onun yurttaki en yakın arkadaşının doğum günüydü. Bizi de davet ettiler. Yurttan iki kız arkadaşımla beraber, ?Gidelim, biraz eğlenelim!' dedik. Hepimiz aynı sınıftaydık. Epeydir arkadaşlık ediyorduk. Zaten Aydın sevgilimdi. Saffet, doğum günü olandı, diğer ikisi de aynı evi paylaşan arkadaşlarımızdı ve aylardır beraber olduğumuz için hepsine de çok güvenmenin rahatlığı içindeydim.

İkindi vakti okulun bahçesinde Aydın ve Saffet'le buluştuk. En yakın parkta biraz dolaştık. Bir yerlerden pasta, yiyecek ve içecek bir şeyler aldık. Akşama doğru, üç kız, iki erkek, kararlaştırdığımız gibi diğer iki erkek arkadaşımızın evine gittik. Akşam yemeği yiyecek, doğum günü kutlayacak, kendi aramızda eğlenecektik.

Yemek bittikten ve pasta kesildikten bir süre sonra kız arkadaşlarım, vakitlice kalktılar, yurda döndüler. Şarkılar söylüyor, espriler yapıyor, çok güzel vakit geçiriyorduk. Ben eğlenceye doyamamıştım. Aydın'dan da ayrılmak zor geliyordu, biraz daha kalmak istedim.

Yemekte, hayatımda ilk kez, oyunbozanlık yapmış olmamak, ortama uymak gayesiyle, ben de biraz alkol almıştım. Artık büyümüştüm, her şeyi deneme ve öğrenme vaktim gelmişti. Hem sonra yabancılar arasında değildim. Onlar sınıf arkadaşlarımdı. Okulda saatlerce beraberdik. Her yere birlikte gidiyor, geziyorduk. Biz artık üniversiteliydik. Aydın kişilerdik. Bu gençler de temiz kişilerdi. Kimseye istemeden bir şey yapmayacak kadar da naziktiler.

O arada orada onlar esrar kullanmaya başlamışlar. Ben o madde ile hiç tanışmamıştım. Sadece sigara içiyordum. Bana da verdiler. Sigaradan hiç farkının olmadığını ama çok iyi kafa yaptığını söylediler. Zaten duman altı olmuşum, fark etmezmiş, öyle dediler. Bu değimi ilk defa duyuyordum. Bir kez denemekte mahzur görmedim.

Derken kendimi kötü hissetmeye başladım. Belli etmemeye çalışıyordum ama bilincim gidip geliyordu. Aşırı yorgunluk hissediyordum. Yerimden kalkacak ve yurda dönecek mecalim kalmamıştı. Bir an önce gözlerimi kapatmak ve uyumak ihtiyacı içindeydim. Başımı birazcık kıpırdatınca, korkunç bir baş dönmesiyle boğuşuyordum. Bir taraftan da midem bulanıyordu.

O can ciğer arkadaşlarım, birer canavara dönüşmüşlerdi. Önce Aydın'ı tanıyamaz oldum. Sonra da diğerleriyle birer birer mücadele etmeye çalıştım ama ben çok güçsüzdüm.

Ertesi gün sabahleyin oradan çıkıp, olanları aileme telefonla bildirdim. Derhal karakola gitmemi ve onların tarif edecekleri her şeyi sırayla yapmamı salık verdiler. Babam da yanıma gelmek için yola çıktı.

Hiç vakit kaybetmeden karakola gidip, olanı biteni anlattım. İfademi aldılar, koluma mühür vurup, Adli Tıp'a sevk ettiler. Cumhuriyet Savcılığı'na dilekçe verdim ve o dördü hakkında dava açtım.

Kimseye bir şey diyemezdim, arkadaşlarımın yüzüne bakamazdım, utancımdan okulu terk edip, babamla İzmit'e döndüm.

Mahkemeye çıkmadan önce, aralarında anlaşmışlar ve bana ilk tecavüz edeni, sevgilim bildiğimi, yani Aydın'ı kurban olarak seçmişler. Belki hapse girmemek için, belki de o anda bana acıdığından, benimle evlenmeyi kabul etti.

Yıldırım nikâhıyla evlendik. İzmit'teki evimize, ailemin yanına yerleştik. Onunla ayrı evde yaşamamın hayati tehlikesi vardı. Eşim esrar kullanmaya ve içkiye devam ediyor, olayı hazmedemiyor, beni eş olarak kabul edemiyordu. Onu bu alışkanlığından vazgeçirip, sağlıklı düşünmeye başlamasını sağlayabilirsek, her şeyin düzebileceği kanaatini taşımaktaydık.

Özellikle esrardan vazgeçirebilmek ve saldırganca davranışlarından zarar görmemek için onu küçük odaya kapattık. O odanın sadece kapısı vardı. Dışa açılan penceresi yoktu. Evde bıçak, jilet, ip, ilaç, elektrikli küçük ev aletleri falan, intihara veya cinayete sebep olabilecek ne varsa sakladık. Günde üç öğün yemek; yiyecek, içecek, her ne isterse veriyor, o kötü alışkanlığından vazgeçirmeye çalışıyorduk. Sadece doğal ihtiyaçları için dışarıya çıkmasına izin veriyor, o zamanlarda da kontrol altında tutuyorduk.

Kriz zamanlarında, deliler gibi bağırıyor, danalar gibi böğürüyordu! Altını ıslatıyor, yemek verdiğimiz tabakları, bardakları eğmeğe bükmeye çalışıyor, sağa sola fırlatıyordu. Ona verdiğimiz yiyecek ve içecekleri cam, porselen veya melâmin gibi şeylere değil, metal kaplara koyuyorduk.

Bana başkalarının da elleri değdiği için kendisine layık olmadığımı tekrarlıyor, sürekli hakaret ediyor, küfrediyor; ya beni, ya da kendisini öldüreceğini söyleyip duruyordu. Bırakın normal bir aile hayatını, yan yana bile gelemiyorduk. Beni görür görmez kuduruyordu! Gözü kararmıştı, üzerimize canice saldırıyordu!.. Ne babam, ne ağabeyim, ne de hemşire olan ve benzeri olaylarla sürekli karşılaşan annem, bir şey yapabildi.

O aralar göğüslerim, durduk yerden önce kızarmaya, sonra morarmaya başladı. Kanser olduğumu zannediyorduk. Doktora gittim. Aşırı sıkıntıdan, strestenmiş. Bir süre tedavi olduktan sonra normal rengine döndü.

Baktım ki sadece benim değil, ailemin de ruh ve beden sağlığı bozuluyor, onu salıverdik. Doğru dürüst evlenmediğim, gelin bile olmadığım halde, dul bir kadın oluvermiştim. Resmen ayrıldık.

Ayrılıncaya kadar, bir süre sonra iyileşeceğine, aramızın düzeleceğine dair az da olsa umudum vardı. Her ne kadar bana karşı düşmanca davranıyor olsa dahi yakınımdaydı, varlığını hissederek, birazcık da olsa dayanak buluyordum. Temelli gidişiyle içine düştüğüm boşlukta kendimi kaybetmiştim. Dünyam kararmış, ikinci kez başıma göçmüştü! Bu defa aklımı muhafaza edemedim! Aşırı asap bozukluğu, kavgalar, bağırmalar ve sinir krizlerinden sonra kendimi Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde buldum! Yine şiddetli bir kriz anında annem ve babam getirmişler. Öyle bir yerde yatmakta olduğumun farkına vardığımda itiraz etmedim, gerçekten tedavi olmam gerektiğine inanıyordum. Güçlük çıkarmadan, kendi isteğimle kaldım.

Annem mazeret izni almıştı, hemşireliğimi kimseye bırakmadı. Gece gündüz başımda bekledi. Bu ilk yatışımdı. Bir hafta sonra doktorum beni aldı, annemle beraber, bana göre ?zırdeli'lerin koğuşuna götürdü. Bir süre davranışlarını uzaktan seyrettirdi ve sakin bir ses tonuyla onları birer birer tanıttı. Rahatsızlık nedenleri konusunda bilgi verdi ve en sonunda bana dedi ki:

_ 'İyileşmen için bize yardım etmelisin! Bunu önce sen, mutlaka ve çok istemelisin! Kendini sıkar, ruhunu harap edersen, seni kurtaramayız! Bunlar gibi olmak ister misin? Eğer maddesel olayları abartırsan, ruh sağlığın elden gider, işte ilerde böyle olursun. Biz, senin ruhunu ameliyat edemeyiz, ruh da nakledemeyiz. Sadece, nasıl iyileşebileceğin konusunda yol göstereceğiz, sakinleştirici ilaçlar vereceğiz, o kadar... Olaylara bakış açını sen değiştirmeye çalışacak ve ruhunu kendin düzelteceksin.' dedi.

O anda ne dediğini duyuyor, aklımda yoğuruyor ama ne demek istediğini bir türlü anlayamıyordum. Annemin getirdiği kitaplardan en az yazılı olan bir şiir kitabını elime aldım; iki dizelik bir sözü defalarca okumama rağmen, ne anlama geldiğini çözemedim.

Hafızamda kayıtlı ne kadar şiir varsa hepsi silinmişti. O hiç unutamam dediğim, ta çocukluğumda öğrendiğim ve o zamana kadar yüzlerce defa tekrarladığım, beynimin en saf, temiz zamanında en kolay yere büyük harflerle ilk kaydolan masal şiir, hatta daha önceki tekerlemeler, ninniler bile... Bütün telefon numaraları silinmişti, ev adresime kadar her şey...

Adımı sorduklarında söylüyordum ama o sanki bana ait değildi. Yabancı geliyordu. Tekrarlayıp durdukça sadece harflere dönüşüyor, anlamı kalmıyor, saçma sapan oluveriyordu. Adıma bile yabancılaşmıştım.

Ziyaretime gelenleri; İzmir'den mi, İzmit'ten mi, Ankara'dan mı, Kütahya'dan mı tanıdığımı hatırlayamıyor, ilgisiz kişileri birbirleriyle karıştırıyordum. Onlar bana kendilerini hatırlattıkça, yerin dibine batıyordum!

Bilmem kaçıncı yatışımdı. Düzeleceğimden ümidimi kestiğim anda; lisedeyken, yıllarca platonik bir aşka sevdiğim kişiye ait, sır gibi sakladığım ve unutmamak için defalarca tekrarlayarak beynime iyice kazıdığım telefon numarasını araştırdım, hafızamın arşivinde. Saatlerce onu ve anılarımızı anımsamaya çalıştıktan sonra bir ara ?pat' diye bir objeyle bütünleşerek hatırıma geldi, o telefon numarası. Sonra da çorap söküğü gibi tüm ezberlediklerim... İlkokuldan itibaren öğrenci numaralarım, en yakın akrabalarımızın ve arkadaşlarımın telefon numaralarından oluşan uzun bir fihrist, kullanımıma açıldı.

Geçici bir hafıza kaybı yaşamıştım. Allah'ıma Hamd Olsun, iyileştim! Yalnız tamamen iyi değilim. Zaman zaman eskiye gidiyor ve yaşadıklarımı abarttıkça abartıyorum. Sonra kendime acıyor, ağlıyorum. 'Ben sadece sevmiştim. Karşılığı bu mu olacaktı?' İşte beni mahveden bu tek cümledir, binlerce kez tekrarladığım.

Hastanede resim yaptırıyorlar ama ben yazmaktan daha çok hoşlanıyorum. Şiirler yazıyorum. Bir süre sonra okuduğumda aynı duyguları bir kez daha hissediyorum. Şiirlerim özümün içi, içinde mutlu olduğum. Onları sadece kendim için yazıyorum. Yazarken, sanat falan yapmaya çalışmıyorum. Sanatın, toplum için olduğunu, bana gelinceye kadar, bunu yapmış ve yapacak çok kişinin olduğunu düşünüyorum. Kendimi, kendime anlatabilmek için yazıyorum. Ayrıca, birileriyle paylaşmaktan da büyük bir zevk alıyorum.

Şiir yazmışım, herkesten gizlemişim, neye yarar? Sevgisini yüreğinde saklayan, asla söylemeyen, hatta belli bile etmeyen, hapishane duvarı suratlı biri gibi mi olayım? Sevgi varsa, ait olduğu kişiye mutlaka söylenmeli. Aksi halde ne yararı olur o sevginin? Şiir de paylaşılmalı. Kime, ne faydası olur, yazıldıktan sonra bir sandıkta, egoistçe yıllar yılı saklanan, yıpranmış sarı defter yapraklarında solmuş, okunmaz olmuş şiirlerin?'

_ 'Zararın neresinden dönülse, kârdır. Olan olmuş, zamanla yara kapanmıştır, ya da kapanmalıdır. Geride kalan ömrümüzü, bize tecrübe kazandıran o olayları tekrarlamamaya dikkat ederek sürdüreceğiz ve asla arkamıza bakmayacağız, asla!.. Elimizde olanlara bakacağız! Allah'a şükür ki halen yaşamaktayız. Sağlıklıyız. ?Düşünebiliyoruz, o halde varız.' Kim demişti bunu?

_ 'Descartes, patates... Dekart. De, kart! 'Düşünüyorum, o halde varım.'

_ 'Hah, işte o. Kaç dekarsa... Bu arada teşekkürler... Bir iltifat değdi geçti! Işıl, canım... Ölüm olmasın. Her şey insan için... Namus o bahsedilen değil ve burada bir namussuzluk varsa, o da senin değil. Hata o gençlerde de değil. Bu cinnet çağında, o akıl gideren maddeleri, sırf ceplerini doldurmak için üreten, yayan, satan, bunlara göz yuman herkeste...

Her şeyin azı karar, çoğu zarar; böyle şeylerin azı da zarar, çoğu da zarar.

Ortada bir suç varsa; o sarhoş eden maddelerin neden haram olduğu konusunda cemaati ikna edemeyen din adamlarının, bireye ve topluma olan zararlarını, herkesin anlayabileceği şekilde, dramatize ederek anlatarak, kitleleri aydınlatamayan aydınların; evlatlarını o zamana kadar eğitememiş, ne yaptıklarından habersiz, zevk-ü sefa içinde hayatlarını yaşayıp, günlerini gün eden, sadece para göndererek çocuk okuttuklarını sanan, onları başıboş bırakan ana babaların, yani kısaca hepimizin...

Her zaman dediğim gibi; dün, yaşandı ve bitti. Yarın, söz vermedi, gelmeyebilir. Gün, sadece bugün, an da bu andır. Bu günün şu ânı elimizdedir. Yaşadığımız an bize aittir. Öncesinin varlığının faydası yoktur. Üzüntü veren kötü olayların, maziye dönülerek, hatırlanması, anlatılması, o olayları tekrar yaşamak demektir. Bir kere yaşanmış, vurup geçip gitmiştir. Geri getirip, tekrar yaşamanın anlamı nedir? Hafızada tekrarlanması da üzüntü ve sıkıntıdan başka bir işe yaramaz. Geçmişi karıştırıp durmak, cadı kazanı kaynatmaktır. Kalan hayatımızı mutlu yaşamamızı engeller. İçinde bulunduğumuz ânın sonrası ise tamamıyla meçhuldür. O halde, geçmişte bizi üzen ne varsa, kesip atacağız ve onların sıkıntısından kurtulacağız. Ânı yaşayacağız, arkadaşlığımızın, birlik ve beraberliğimizin tadını çıkaracağız.'

***
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 28

04 Haziran 2010 12-13 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar