Dolmuş Tam Dolmuştu

Bir sonbahar akşamı yine yorgun, argın işten çıkmıştım.
Bütün gün, siyah bulutlarla kaplı gökyüzü, benim fabrikanın kapısından,
dışarı adım atmamı hınzırca beklemişti.
Bulutlar birden, yoğunluğunu üzerime kurşun gibi boşaltmaya başladı.
Ceketime sıkı sıkı sarılarak, dolmuş durağına doğru, koşmaya başladım.
Ara sıra çakan şimşekler yüzünden, karanlık caddelere parlak bir ışık demeti düşüyordu.
İçimden dolmuşun erken gelmesi için dua ediyordum..
Gözlerimi yağmurdan açabildiğim kadarı ile uzaktan gelen arabaların farlarına bakmaya başladım ve sonunda renkli ışıklarından hatırladığım, her gün bindiğim dolmuşu uzaktan da olsa tanımıştım.
Neredeyse yolun tam ortasına doğru çıkarak,
araca doğru elimi ısrarlı ısrarlı kaldırdım.
Sonunda yağmurdan kurtulmuştum ama uzun bir yolculuk beni bekliyordu.
Dolmuş tam dolmuştu, dolmayı bırak, sanki insanlar birbirinin üzerinden taşmıştı.
Zorunlu yol arkadaşlarıma şöyle bir göz gezdirdim, herkesin yüzünde günün yorgunluğu ve evine ulaşmanın telaşı vardı.
Dolmuşun içinde arabesk bir müzik yankılanıyordu,
müzik sesi bazen cızırtılı, bazen de gayet net duyuluyordu.
Belki de şoförden başka müziği dinleyen yoktu.
Dolmuş ara sıra yolcu indirmek ve bindirmek için duruyordu
ama kim inmiş, kim binmiş kimsenin umurunda değildi.
Birden! dolmuşa yeni binen adam, kaptan teybini kapatır mısın dedi.
Şoför duymazdan geldi ve yeni binenler parasını vermeyenler, bir zahmet bozuklukları yollasınlar, diye davudi bir sesle adeta mikrofonik bir anons yaptı.
Bozukluklar metal sesi çıkararak elden ele uzatıldı..
Şoför motora ara gazı vererek, pratik bir şekilde el alışkınlığı ile vitesleri değiştirdi.
Aracın içine garip bir sessizlik çökmüştü.
Kimi zaman teypten yükselen arabesk müzik, kimi zaman dolmuşun eksozundan çıkan ses, ara sıra da öksürük sesleri duyuluyordu.

Dolmuş maceralarım ve tecrübelerim, beni yanıltmıyorsa, bu sessizlik fırtınadan önce ki sessizlikti ve şoförün sesi duyuldu.
*Usta benim gözümden kaçmaz, sen paranı yollamadın, şu pamuk ellerini bi zahmet cebine atıver.
*Evet! Parayı bilerek vermedim, o dikiz aynandan, beni pamuk tüccarı gibi mi görüyorsun?
Adamın elinde değil, sanki dilinde el bombası vardı ve o el bombasının pimini çekip, ayaklarımızın altına atmıştı.
Balık istifi dizilmiş yolcuların, balıkgözlerine korku düşmüştü.
Kim bu oltaya takılan sazan dercesine, adama doğru bakmaya başladılar..
Parayı vermeyen adam, dolmuşa ilk bindiğinde kaptana teybi kapatır mısın diyen kişiydi.
Adamı şöyle bir süzdüm, altmış yaş civarında, uzun beyaz saçlarını arkadan bağlamış ve kulağında küpesi olan şu entel tiplerdendi.
*Demek parayı bilerek vermedin öyle mi?
*Evet! bilerek vermedim.
*Alo! şu kara gözlerime bi zahmet baksana!
Sen beni keriz mi sandın?
Bu alemde başka haracını yiyecek adam bulamadın da, bula bula, beni mi buldun.
Adamı hasta etme!
Ücretini efendice yolla!
*Sen benden haraç istiyorsun, bende o haracı sana vermiyorum.
*Senin kafan mı iyi?
Biz burada kamu hizmeti yapıyoruz, tabii ki bu hizmet karşılığı ücretli.
Hadi! bırak lügat parçalamayı yolla paranı..
Ortalık iyice gerilmişti ama bana göre her akşam veya sabah
dolmuşlarda yaşanan rutin olaylardı.

*Senin aslında, bana para vermen lazım.
Şoför sinirlendiğini önündeki viraja gayet sert girerek mesaj olarak verdi.
Bazı yolcular, bu sert virajı, avantaja çevirmişlerdi.
Yalandan da olsa, usta hop ne oluyor diyerek..
Erkeklerin sırtından kurtulmuş, dişilerin hassas bölgelerini işgal etmişlerdi.
Şoför birden ani bir fren yaparak yolun sağında dörtlüleri yakarak durdu ve otomatik kapıyı açtı. *Artist in lan aşağı, benim kafamı bozma!
*Teybi kapatırsan paranı veririm, bana o müziği dinleterek işkence yapıyorsun, şimdi anladın mı, neden paranı vermediği mi?
Şoför dolmuşun tekerleklerini cıyak cıyak öttürerek, haşin bir kalkış yaptı.
Hassas bölge işgalcileri bu fırsatı yine iyi değerlendirip, ikizlerin ve girinti çıkıntıların resmen komutanı oldular.
Dolmuş müdavimleri, bu tipleri gayet iyi bilirlerdi ve argoda bunlara fortcu denirdi.
Şoför öyle olmaz, böyle olur, dercesine teybin sesini sonuna kadar açtı.
Resmen bindik, bir alamete, bangır bangır gidiyoruz, kıyamete pozisyonundaydık.
Uzun saçlı adam önce kulaklarını söylenerek kapattı ve bir süre bu şekilde gittikten sonra
*Tamam tamam!
Paranı vereceğim, lütfen bana işkence yapmayı bırak ve ne olursun, şu çağ dışı sesi sustur.
Kaptan zafer kazanmış komutan edasıyla önce paranı yolla bozuk olsun dedi.
Adam parasını uzattı ama şoför bu kümesin horozu benim,
havasıyla sadece teybin sesini kısmakla yetindi.
Entel tipli fazla duramadı ve sonunda dudaklarında ki fermuarı açtı.
*Kardeşim millet zaten dertli, birde bu acılı akordu bozuk notaları millete zorla dinletiyorsunuz.
*Hop!
Kendine gel!
Ben Orhan ağabeyime laf söyletmem!
*Şoför arkadaşım bak!
Ben Konservatuarda müzik hocasıyım ve cebimde bir cd var.
Teybine onu koy, müzik neymiş bütün millet anlasın.
Şoför arkaya doğru elini uzattı, adam sarı renkli ceketinin iç cebinden,
itina ile çıkardığı cd önündeki şâhısa verdi.
Cd elden ele geçti ve teypten hepimize yabancı sözsüz bir müzik yükseldi.
Pür dikkat yolcular müziğe bir süre kulak kabartı ve bu nasıl bir müzik dercesine
adama bakmaya başladılar.
Entel onların bakışlarındaki ifadeyi anlamış olacak ki...
Arkadaşlar bakın!
Şurayı iyi dileyin.
Mozart bu bestesini Osmanlı Viyana'yı kuşattığı dönemden esinlenerek yapmış ve adını Türk marşı koymuş.
Dikkat ederseniz, bizim mehter marşının coşkulu vurgusunu, ustaca notalarına taşımış.
Şimdi çalanda yine Mozart'ın ünlü operası: saraydan kız kaçırma.
Bu da İspanyol bir soylunun, Selim paşanın sarayında esir olan, sevgilisi Konstanze'yi kaçırmak için verdiği mücadeleyi anlatır.
Lüfen! hepinizden istirham ediyorum, işte burayı iyi dinleyin!
Deniz Gezmiş asılmadan önce son arzusunda Rodrigonun gitar konçertosunu dinlemek istediğini söylemiş, bu müzik, işte o.
Rodrigo geçirdiği ateşli bir hastalık yüzünden üç yaşında kör kalmış ama sizinde dinlediğiniz gibi gözleri görmeyen, bir dehanın mükemmel müziği.
Bakın!
Şimdi de Beethoven 9. senfonisini dinliyorsunuz, bu en çok bilinen ve bugün Avrupa Birliği marşı da olan en çarpıcı senfonisidir.
İşte müzik diye ben buna derim, Beethoven bu bestesini yaparken sağırdı.
Evet evet!
Yanlış duymadınız kulakları hiç duymuyordu.
Bir süre hepimize yabancı olan bu isimler ve müzik eşliğinde yolculuğumuz devam etti.
Müzik hocası ineceğini söyledi ve yine cd elden ele kendisine kadar ulaştı.
Adam hepimize teşekkür ederek indi.

Dolmuşun içinde ki sessizliği hızla yağan yağmuru, ön camdan temizlemeye çalışan, sileceklerin sesi bozuyordu.
İşgal komutanlarından birisi pişmiş kelle gibi ikizlerin arasından kafasını uzatıp, sarımsak kokan nefesiyle.
*Kaptan bırak şu entel dantel takımını şöyle damardan bir parça koyda kafamızı bulalım.
Yok! körmüş..
Yok sağırmış..
Bize ne yaa!
Körler sağırlar birbirini ağırlar, adam resmen bize kapı gıcırtısı dinletti.
Ben bu hıyarı tanırım da bozmak istemedim.
Bu müzik hocası falan değil, benim takıldığım pavyonda darbukacı, ara sıra kafayı bozar, Bakır köyde tamir ettirir gelir.
Dolmuş yine eski havasını bulmuştu, bazen net bir ses, bazen cızırtılı bir müzik sesi, Batsın bu dünyayı çalıyordu.

09 Ekim 2011 6-7 dakika 67 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar