Dünyanın En Güzel Kızı

Başını ellerinin arasına almış, rüzgârın denizden taşıdığı serinlikle kalbini saran ateşi söndürmeye çalışıyordu. Rüzgârın dalgalardan kopardığı damlacıklar şefkatle yanaklarını okşasa da aynı zamanda sahillerde saklı anıları da getiriyordu hayaline.
İşte o vakit anılar ateşi körüklüyor, ateş alevleniyor ve meşum âşık yaş bir söğüt dalının alevler arasında ağlaması gibi göz pınarlarından sevdasını akıtıyordu.
Yanına yaklaştım fakat seslenip seslenmemekte tereddüt ettim. Benim kendisine yaklaştığımı fark ediyordu ama ne halinden utandı ne de istifini bozdu. Tıraşlı beyaz tenindeki gözyaşı izleri dikkatli bakmadan da görülebiliyordu.
Yanındaki kaya parçasına oturup, tıpkı onun yaptığı gibi başımı ellerimin arasına aldım ve körfezde demir atmış gemileri seyretmeye başladım. Ben dalgaları, gemileri, hatta balık yakalamak için suya dalıp çıkan ördeği görebiliyordum ama o tek şey görebiliyordu; belliydi. Dalgada tek şey, gemide tek şey... Gözün hudutlarında beliren tek madde, tek cisim 'o' idi.
Daha fazla dayanamadım kendisiyle konuşmak için teşebbüste bulundum.
? Deniz bugün dalgalı, lodos var galiba, dedim.
Başını yarım daire çevirip baktı ve cevap vermeden önceki istikametine döndü. Dudakları gerildikçe gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Bazen kısık öksürüğe benzer ses çıkarıyordu gırtlağından.
? Neden gitti? Diye sordum.
Daha önce yaptığı gibi başını yeniden bana çevirdi, bu kez uzunca baktı gözlerime. Sanki içimden geçenleri okuyordu. Bir an bütün sırlarımı bilen bir adam duruyormuş gibi geldi karşımda. ' Sana ne?' diye tepki göstereceğinden korktum. Korkum kısa sürdü.
? Gitmesi gerekiyordu, dedi. Bir süre yere baktı. Başını tekrar bana çevirip bu kez daha samimi bir ses tonuyla:
? Belki de kalmalıydı, diyerek iç çekti.
? Hayat dalgalı denizde ilerleyen bir gemi gibi... Bazen dalgalar vurdukça sallanır durur bazen de rotadan çıkar, dedim.
Dudakları yeniden gerildi ve gözlerinden birkaç damla yaş daha süzüldü. Yeniden kendi âlemine dalmıştı. Dalgalar gittikçe büyüyordu. Dalgalar büyüdükçe yüzümüze çarpan damlacıklar da büyüdü.
Sahilde gezen âşıkları, ördeğin denizde balığın su yüzeyine çıkmasını bekler gibi bekleyen çingene, elinde bir demet gül ile sarmaş dolaş ilerleyen çiftin peşine takılmıştı. Yanımızdan hızla geçti. Çingeneyi gören bu adamın gırtlağından boğuk hıçkırıklar yükselmeye başladı. Çingene ile ilgili bir anısı aklına gelmiş olmalıydı. Ben haddim olmayarak anının ne olabileceği yönündeki merakıma cevaplar aramaya çalıştım. O benim çok fazla düşünmeme fırsat vermedi.
? Bu çingene neden beni görmedi? Diye sordu.
? Bilmem, diye cevap verdim.
? Çünkü o yok, dedi. Ben ancak onunla fark edilebiliyordum. Gölgeyim şimdi gölge... Elime neden kırmızı bir gül uzatılmıyor. Pişmanın çok pişman...
? Neden?
? Bütün kırmızı gülleri almadığım için.
O uzaktaydı şimdi. Dalgalara karışan gözyaşları ona ulaşamıyordu belki. Fark etmiyordu rüzgârının geride dalgalarla baş başa bıraktığı denizde fırtınalar koptuğunu. Merak ettim, tekrar sordum:
? Neden gitti?
? Gitmeliymiş, dedi bu kez.
Onun bu kadar dünyadan soyutlanması ve yalnızca kaybettiği için düşünür olması aklıma yatmıyordu. Ondaki bu hali kafamda anlamlandırmaya çalışsam da mutlaka eksik bir tarafı vardı muhakememin.
Öncelikle insanı bu kadar yıkan, mecnunvari bir hale sokan sebebin müsebbibi utanmadan akan gözyaşlarına değer olmalıydı. Bunu düşünüyordum. Düşündükçe merak ediyordum. Kimdi onu bu kadar derbeder eden? O yüzden dalgalarla konuşan adamdan aldığım ipuçlarıyla muhayyilemde bir maşuk inşa etmeye çalıştım.
? Mücadele etmeyi denedin mi? Diye sordum.
? Ağzı süt kokan sevdam güneşten çiçek koparmaya çalıştı. Güneşten çiçek koparılmaz ki, dedi.
Ulaşılmazlık ne olabilirdi ki? Belli ki gideni güneşin parçası gibi görüyordu. Güneşe yaklaştıkça yanmıştı. Yandıkça biçare yüreğini anıların girdabına bırakmıştı. Güneş kadar uzak olan, güneş kadar yakan kimdi?
? Çok mu güzeldi? Diye sordum.
? Güzellik onda basit bir hasletti sadece. O periydi, teşbihe sığmazdı onun güzelliği. Saçları sam yeliydi. Bakışları düşlerden çalınmıştı. Elleri ince fırçalarla çizilmiş sanattı. Endamı bir volkandan fışkıran lavlar gibi göreni eritirdi. Yüreği ummandı. Besini merhamet, konağı sadakatti. İyilik onda mana bulurdu. Teşbihe sığmazdı o... Teşbihe sığmazdı...
? Öyleyse neden sana bu kadar acı verdi?
? Acı mı? O benim en büyük mutluluğum, o benim saadetimdir. Onun gözlerine bakmış olmak, onun gözlerince bakılmış olmak bahtiyar olmak için yeter de artar bile.
? Ağlıyorsun, perişansın... Onun yüzünden değil mi?
? Ağlamak haz verir. Gözyaşın dökülürken mutlu olmadın mı sen hiç. Ağladıkça yüreğin genişlemedi mi hiç? Büyüdüğünü hissetmedin mi? Gözyaşın aktıkça ondan boşalan yere sevginin dolduğunu fark edemedin mi?
Kim kendisini bu hale düşüreni güzellikle zikreder ki? Oysa şimdi intizarlar, ahlar işitmeyi beklerdim onun ağzından. O anlattıkça merakım daha da artıyordu. Sormak haddime düşmezdi fakat yine de sordum.
? Kimdir bu, Nerdedir?
? O Kafdağı'nda, güneş ülkesinde, bitmeyen bahar mevsiminde...
Adamın verdiği garip cevaplar sinirlerimi bozuyordu. Söylediği her şey muamma idi. Buğulu, edebiyat yüklü cümleler gibi geldi. Merak, çekip gitmeme engel oldu.
? Kafdağı'na gidip görmek isterdim onu, dedim.
Elime bir kart uzattı. Kartta bir adres yazıyordu. Çok heyecanlandım. Gerçekten bu Kafdağı'nın adresimiydi yoksa? Şimdi bu adreste bir peri mi yaşıyordu? Bir an önce adamın yanından ayrılmak ve kartta yazılı olan adrese gitmek istiyordum şimdi. Sanki hayranı olduğum çok büyük bir sanatçıyı görecektim o adreste. Aslında bu bile beni bu denli heyecanlandıramazdı.
Kartta yalnızca adres değil bir de şu ifade yazıyordu: ' Dünyanın en güzel kızı Ferişte.'
Dünyanın en güzel kızını görmek için sabırsızlanıyordum. Birkaç vasıta değiştirerek adrese ulaştım. Tek katlı bir yerdi burası. Bir devlet kurumu olmalıydı. Bu basit yerin ne olduğuna çok fazla dikkat etmeden daldım içeri. Şimdi ' Dünyanın en güzel kızı'nı arıyordu gözlerim. Birkaç tane kız gördüm ama onlar dünyanın en güzel kızları değildi.
Ahşap kapının üzerinde bulunan basit, beyaz bir kâğıt parçası çarptı gözüme. Kâğıdın üzerinde onun ismi yazıyordu. Meşgul olup olmadığını düşünmeden kapıya vurdum. İçeriden boğuk bir ses geldi.
? Girin!
Damarlarıma kaynar sular hücum etti sanki. Bütün vücudum titremeye başladı. O güne kadar kalbim dururcasına heyecanlanmamıştım. Saniyeden kısa bir zamanda bütün vücudum terledi. Dünyanın en güzel kızını görecek olmaktan mı kaynaklanıyordu acaba?
Nihayet o an geldi. Kapıyı yavaş yavaş araladım. Önce ahşap masa göründü. Sonra küçük pencerenin gri perdeleri... Ardından kalem tutan bir el... Sırasıyla beyaz önlük, kollar, zayıf bir vücut ve en sonunda bir kafa...
Odanın tamamına bir göz attım. Kapının hemen yanında duran dolaba... Dolabın görüntüyü kapattığı kolonla dolap arasındaki boşluğa... Şeffaf perdelerin arakasına... Hatta masanın altına bile. Yoktu. Dünyanın en güzel kızı yoktu bu odada. Nerdeydi o acaba? Düşünürken masa başında oturan beyaz önlüklü kız seslendi:
? Buyurun, şikâyetiniz neydi?
Afalladım kaldım. Ne şikâyeti? Ben kimseyi şikâyet etmek için gelmedim ki buraya. Ben dünyanın en güzel kızını görmek için geldim. Utandım da biraz. Elimdeki kartı uzattım:
? Bu siz misiniz? Diye sordum.
? Evet, buyurun şikâyetinizi öğreneyim, dedi tekrar.
? Biraz başım ağrıyor da... Buraya gelince geçti önemli değilmiş galiba, deyip çıktım odadan.
Arkamdan ' Manyak mıdır nedir?' dediğini duydum sadece. Hızla çıkıp sokağa attım kendimi. Yürüdüm. Yürürken düşündüm. O, bir adamın 'Kafdağı'nda gördüğü kızdı. Benim için çok sıradan, sokakta her an görülebilecek bir hali vardı. Dünyanın en güzel kızı filan değildi. Peri de değildi. Ne bakışları düşlerden çalınmıştı ne de teşbihe sığmayacak bir güzelliği vardı. Hayal kırıklığına uğramıştım. Biraz daha yürüdüm ve düşündüm. Belki de haklıydı kör âşık. Belki de şu an dünyanın kaç yerinde kaç tane dünyanın en güzel kızı yaşıyordu.

Gerçekten manyak mıydım acaba?

09 Temmuz 2012 8-9 dakika 20 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 9 yıl önce

    Beyaz Kelebek..

    Muhayyilemizin en ücrasına uzanan ve dahi benliğimiz olan o duygu hasıl olunca işte kimine kara olan bizde ak..

    Okurken bir kayboluş çaldı kapımı ve ben tereddütsüz aldım onu içeriye.. Ruhu girdaba saran bir hâl değildi bu ve bu hayli bilindik olmasına rağmen hiç görülmemişcesine efsundu..

    Takdirim kalsın ki;hayâl ile hakikat derlenip gelenekle modernin iç içe sunulduğu güzel bir yazıydı yahut hikâye..

    Yalnız,filan* falan.

    Haklı seçki..