Dürüst Bir Cümle

Yaşı geçkin bir kadın girdi sahneye birden. Duygu gülüşünü yarıda kesti hemen, daha geniş bir çerçeveye oturttu kendini. Artık yer aldığı o resimde farklı yaşlarda görünümleri de vardı. Onlar kendisi gibi soluk alıp hareket etmese de en az kendisi kadar vardılar yine de. Az önce kahkahasını yarıda kestikleri gibi şimdi ve sonrasında da ne yapacağını ya da yapmayacağını etkileyecek kadar güçlüydüler.





Arkadaşı görmemişti kadını, sırtı kapıya dönüktü. O yüzden ondaki bu dönüşümü şaşkınlıkla izliyor, sormak üzere olduğu o soruyu sormasını engelleyen bir tamamlanmamışlık seziyordu önünde olup biten şeyde. Sanki yarıda kalmış bir nefes gibiydi şu an var olan ifade, karşısındaki yüzde. Tam kemale erip hudut noktasına ulaşacakken duygusal bir ayazın hükmü altına girmiş, donup kalmıştı birden.





Orta yaşı çoktan geçmiş kadın boş bir masa arıyordu kendine. Bu sürecin bir yerinde o da gördü arkadaşının yüzünü felç eden şeyi. Onun bu kadın olduğunu anlamaması mümkün değildi, çünkü Duygu bakışlarını son üç dakikadır hareket etmekte olan bir şeyin üzerine mıhlamış, adım adım takip ediyordu gözleriyle. Kadın kendi görüş alanına girdiğinde de Duygu takibe devam ediyordu hala. Sanki kendisine 'işte sohbetimizi en güzel yerinde mahveden kadın bu' diye göstermek istiyordu.





'Ne güzel kadın, değil mi?' diye bir çengel atmaya çalıştı arkadaşının savrulup duran ruhuna. Onu sarsanın ne olduğunu anlama çabasıyla aklına gelen ilk sebebi dillendirmiş, şimdi de yanlış sularda gezinmediğine emin olmak için o kadın kafenin kapısından girdiğinde arkadaşının yüzünde donup kalan duygunun çözülmesini, sözlerine cevap olabilecek herhangi bir ifadeye yer vermesini bekliyordu.



'Evet, çok güzel... ' dedi cümlesini yarıda bırakmış gibi bir vurguyla. '... ama yaşlı bir kadın da aynı zamanda.' diye tamamladı sözlerini yüzüyle. 'Korkunç bir şey bu!'





Bir kahkaha patlatmamak için güç tuttu kendini Sevinç. Ama kadın az önce yakınlarında bir masaya yerleştiğinden, kahkahaları kendine yönelik zannedebilirdi. Çünkü onunla ilgili konuşurken birkaç kez ister istemez yüzüne bakmıştı. Bir 'sizi çekiştiriyoruz' diye bağırmadığı kalmıştı nerdeyse.





Bu yüzden kahkahalarını geri gönderdi kaynaklandıkları gıdıklanıp duran o bölgeye, arkadaşının yüzündeki gülünecek bir şey olmadığını söyleyen dehşete odaklanmaya çalıştı. Ama hemen vazgeçti bu yoldan... Çünkü az önce gülme ihtiyacı duymasına neden olan da buydu zaten: O yersiz dehşet ifadesi...





'Bu kadar korkunç olan ne, söyler misin bana?' dedi, engellenen kahkahalarının yerini alan dolu dolu bir öfkeyle. Eğer bir şey bu kadar mantıksızsa gösterebileceğin iki çeşit tepki vardı: Ya onu çok komik bulur, kahkahalar atardın. Ya da ciddiye alır, öfkelenirdin. Sohbetin ve arkadaşlığın akışına zarar gelmemesi için yapardın bunları. Çünkü eğer konuşmanın bir yerinde karşındaki kişi tanımadığın biri haline dönüyorsa, onu kendi olmaktan çıkaran bir süreç içine girmişse yani; o süreç hiç yaşanmamış gibi davranamazdın. Bu gerçeğe saygısızlık demek olurdu çünkü. Geçtiğin yolda ayağına takılan taşı hiçe saymanın yalpalamana engel olamaması gibi bu ikiyüzlü tavrın da sohbetin dönüp dünüp hep aynı noktalarda takılmasını önleyemezdi.





'İnsanların ölene kadar aynı yaşta kalacağını düşünmüyorsun herhalde, değil mi? Güzel kadınların da yüzü kırışabilir, hatta kahverengi benekler bile çıkabilir ellerinde. Çok doğal bir şey bu! Seni bir anda böyle darmadağın etmesiyse aksine çok tuhaf...'





'Bence çok korkunç!' dedi Duygu, kadının bulunduğu tarafa asla bakmamaya yeminliymiş gibi gözleri masada bir noktaya mıhlanıp kalmış... 'Bir zamanlar gerçekten güzelsen ve bu yaşlanmanın bile gizleyemeyeceği kadar açık bir şekilde yüzünde görünebiliyorsa, sürekli bir matem hali hüküm sürüyor demektir ruhunda. Çok sevdiğin birinin cesedini peşinden sürüklüyor gibisindir. Bunu çok iyi biliyorum, çünkü böyle birini çok yakından tanıdım ben. Uzak bir akrabam... Yazları birkaç günlüğüne yazlığına giderdik ben çocukken. Çok güzel bir genç kızın resmi asılı olurdu salonun duvarında. Gözleri aynı o uzak akrabamın gözleri... Meğer bir benzerlikten çok öte bir bağ varmış arasında resimle. O kız ta kendisiymiş, sonradan öğrendim.'





'Ama o genç kızın hayaletini peşinden sürüklüyor olmak o akrabanın yaşamında çok büyük bir yıkıma yol açmamış anlaşılan. Öyle olsa yazları bir yazlıkta keyif çatmak yerine güneşi, denizi arkasında bırakıp matemini doya doya yaşayabileceği daha uygun bir yer bulurdu herhalde, değil mi? Daha ıssız, loş bir yer...'




Arkadaşının, sesindeki alaylı ifadeyi fark etmemesi mümkün değildi. Çünkü saklamak bir yana duymasını istiyordu onu. Uzak akrabasının çarpık bakışını gözlerinden silip atmak, her zamanki gözlerini ona geri vermek...




'Bence her güzel kadın ille de hayran bakışlara ihtiyaç duymaz ruhunu beslemek için... Yani sen yaşlandığında ille de o akraban gibi vah gençliğim diye sızlanıp ağlayacaksın diye bir kural yok!' diye bir parça yumuşatmaya çalıştı az önceki sözlerini. Arkadaşının yüzü 'Çok ileri gittin!' demişti az önce ona çünkü. 'Arkadaşlığın hudutlarını aşan, hoşgörüden çok uzak sözler bunlar!..'





Yoluna çıkan taşı görmemek değildi hoşgörü göstermek, bunu söylüyordu ona arkadaşının sitemkâr gözleri. Ona takılıp tepetaklak yere kapaklanmamak için ille de gerisin geri dönüp başka bir sokağa sapman gerekmiyordu. O varken de aynı sokakta ilerlemeye devam edebilirdin, daha temkinli adımlarla da olsa. Tamam, birkaç denemede bulunabilirdin belki, taşı oradan alıp sokağın bir parçası olmaktan çıkarmak için... Belki başarılı da olurdun bunda. Ama bu her taşı, her engeli aynı kolaylıkla kaldırıp atabileceğin anlamına gelmezdi.





Yaşı geçkin o kadın masasından kalkmış, kapıya yönelmişti. Hiç de bir hayaleti sürüklüyor gibi bir hali yoktu. Tepeden tırnağa gerçek bir kadın olarak, her yanı eşit derecede bu an'a katılmış, varlığının bulunduğu yere kattığı anlamla 'ne hoş bir kadın' dedirtmenin tadını çıkarıyordu. Sevinç arkadaşının, tıpkı kadın kafeden girdiğindeki o büyünün etkisi atına girdiğini görünce dayanamayıp arkasına dönmüş ve o zaman görmüştü: Orta yaşlarda bir kadınla konuşuyordu o sırada. Tanıdığı biri olmalıydı, çok samimiydiler çünkü. Kafede bir sürü göz ona yönelmişti. Bu an'ı mutlaka arkadaşı da görmeliydi. Çünkü güzel bir cevap olabilecek bir andı bu bazı şeylere. Duygu'ya çevirdi gözlerini. Yıllar önce yazlığına gittiği o güzel kadının açtığı yarada birazcık da olsa bir iyileşme emaresi baş göstermiş mi, anlamak istiyordu çünkü. O kadınla aynı yaşlardaki başka bir kadının içinde yer aldığı bu sahne; onun her ayrıntısına sinmiş o zarafet, çevresinde uyandırdığı bu hayranlık arkadaşının zihnindeki yaşlı ve güzel kadın imgesini değiştirebilmiş miydi acaba?





Hayranlığın değişik türleri olabileceğini keşfetmiş miydi o kadına öyle kocaman gözlerle bakarken?... Ve güzelliğin de tıpkı hayranlık gibi ayrıldığını çeşitlere? Hiçbir kırışığın örtemeyeceği kadar kalıcı güzelliklerin de olabileceğini?...




Duygu o daha sormadan cevabını verdi: 'Çok güzel bir kadın gerçekten!' dedi. Yarıda bırakılan cümlelerin sonuna eklenen o sessiz ama'yı iliştirmeden söylemişti bu kez cümleyi. Gerçek bir inancı belirten, dürüst bir cümle söyler gibi...

22 Ağustos 2013 7-8 dakika 18 öyküsü var.
Yorumlar