Düzen
Gözlerini açıp uyandığında odada kimseyi göremedi. Yatağından doğrulup uyuşuk uyuşuk ayağa kalktı. Kendine gelmek için olanca gücüyle gerindi. Birden evin gereğinden fazla tenha olduğunu fark etti. Odadan dışarı çıktı, sağı solu kolaçan etti, kimseyi göremedi, hiç bir taraftan tek bir insan sesi bile gelmiyordu. Geri döndü. Odaya bir daha baktı. Herkes aynı anda nereye gitmişti? Neden kimse onu uyandırma zahmetine bile katlanmamıştı? En azından topluca bir yere gitmeleri gerekiyorsa içlerinden biri onu dürtüp haber verebilirdi. Evden çıkan son kişi bunu akıl edememiş miydi? Belki de abartıyordu. Herkesin bir işi çıkmış olduysa bile en azından içlerinden biri az sonra mutlaka gelecekti. Bu kadar sıradan bir olayı içinde bu denli büyütmüş olduğuna bakıp şaştı. Bir gereği yokken evhama kapılmıştı. Onu asıl korkutan şey de aslında bir gereği yokken endişenin gelip yüreğine bu denli çökmesiydi. Madem gereği yoktu neden endişe silinip gitmiyordu.
Gözleri yatağına ilişti. Kendi yatağı dışında kimsenin yatağının bozulmadığını fark etti. Halbu ki dün gece en son uyuyan kişi kendisiydi. Nasıl oluyordu da içinde kimse uyumamış gibi yataklar bozulmadan durabilmişti.
Adem okula gitmek için hazırlandı. Bu süre içinde kimse uğramadı. Daha fazla bekleyemeyeceği için kahvaltı işi kendisine düştü. Dolabın kapısını açtı, bir şeyler atıştırıp dışarı çıktı. Sokağa adımını atar atmaz ilk fark ettiği şey etrafın tenhalığı oldu. Önceleri tek tük de olsa bu saatlerde mutlaka bir hareketlilik olurdu. Karşı komşunun çöpünü karıştıran bir kedi dışında sessizliği bozan hiç bir şey yoktu. Güneş çoktan doğmuş olmasına rağmen sokak lambaları hala yanıyordu. Ara sokakları geçtikçe büyük bir sessizliğin içinde kaybolduğunu hissediyordu. Korkuyordu, geçen her dakika ona ürperti veriyordu. Biraz sonra korkunç gerçeği öğrenmeye hazırlanıyordu farkında olmadan.
Otobüs durağına gitti, beklemeye başladı. Durakta kimse yoktu. Saati geçmesine rağmen otobüs bir türlü gelmiyordu. Bu sabah da bütün aksilikler Adem' i bulmuştu. Eğer otobüs biraz daha gelmezse derse geç kalacaktı. Bir yandan otobüsün nerde kaldığını düşünürken bir yandan yolda gördüğü tuhaflıklar kafasında dönüp duruyordu. Sokak lambaları neden yanıyordu, yol boyunca neden kimseyle karşılaşmamıştı, neden bir çok dükkân açık olduğu halde içinde kimse yoktu, neden durakta kimseyi bulamamıştı ve bu otobüs neden görünürlerde yoktu? Mümkünü yoktu bu saatte etraftan vızır vızır arabalar geçip gidiyor olmalıydı. Kaldırımlar işine gücüne yetişmeye çalışan insanlarla kaynamalıydı. Aksine yolun ortasında sayısız araba başıboş sahipsiz duruyordu. Sahiplerinin onları caddenin ortasına park edip gittiğini sanmıyordu. Kafasındaki parçalar nihayet birleşip anlamlı bir tablo ortaya çıkarabilmişti. Gördüğü tablo bir anda onu dehşete düşürdü. Mahallenin bütün sakinleri bir gecede her şeyi bırakıp orayı terk etmişlerdi. İyi de neden? Kendisinin bundan nasıl haberi olmadı? Bir gecede bu kadar sessiz kocaman bir mahalle nasıl olur da kaybolur? Adem kendisine büyük bir komplo kurulduğunu düşündü. Belki kötü bir şaka yapıyorlardır. Yok, yok. Bu önceden üzerinde düşünülüp organize edilmiş olan bir olaya benzemiyordu. Ortada taşınmadan çok aniden bir kayboluş vardı. Her şey buna işaret ediyordu. Birden bire kocaman bir mahalle ortadan kayboluyorsa bunun bir nedeni olmalı. Ne olmuştu? Neden aynı şey Adem' in başına gelmemişti? Bütün bunlar kafasında kocaman soru işaretleri olarak duruyordu. Hiç bir açıklama getiremiyordu. Şimdi ne yapacaktı?
Yürüyerek okula gitmeye karar verdi. Her adımında içini ürperti kaplıyordu. En ufak seste arkasına, sağına soluna dönüp bakıyordu. Her sesi tek tek ayırabiliyordu. Rüzgarda savrulan bir yaprağın hışırtısı bile onu titretmeye yetiyordu. Sanki arkasından hiç ummadığı bir yaratık çıkıp da onu paramparça edecekmiş gibi geliyordu ona. Bütün bu seslere ve sessizliğe dayanamadı. Adımlarını gittikçe hızlandırdı. Ardından koşmaya başladı. Bir şeyden kaçarcasına koşuyordu. Bir insanı görmeyi o kadar çok istiyordu ki. Tek bir insan... Tanıdık tanımadık... Kim olursa olsun. Yeter ki bir insan görsün. Koşup boynuna sarılacaktı. Kardeşim diyecekti. Bundan sonra sen benim kardeşimsin diyecek, ağlayacaktı. Ama yok. Ne kadar koşarsa koşsun kimse yok. Okula gitmekten vazgeçti. Biliyordu ki kimseyi bulamayacaktı. Deli danalar gibi nereye gideceğini bilmeden bütün gün şehirde oradan oraya koştu. Nefes nefese kaldı. Dizlerinin bağı çözüldü. Olduğu yere sırt üstü kendini yere serdi. Normal zamanlarda şehrin en işlek caddelerinden biriydi orası. Etrafta terkedilmiş bir sürü araç, aralarında tek insanoğlu Adem. Bir süre gözlerini gökyüzüne dikip kıpırdamadan öylece yattı. Nefes alıp verişi düzene girdi. Ardından derin bir nefes aldı. Tatlı bir rüzgâr esiyordu. İçi ferahladı. Korkusu azalmıştı. O kadar koşmasına rağmen hiç bir canavar karşısına çıkıp onu yememişti. Yavaşça kafasını kaldırıp doğruldu. Arabalara baktı. Şimdi istese bu arabalardan birine binip kullanabilirdi. Kimse bir şey diyemezdi. Kalktı arabalar arasında dolaştı. Her önünden geçtiği arabaya okşayarak dokunuyordu. En güzelini seçmeye çalışıyordu. Beğendiği bir arabanın önünde durdu. Simsiyah büyük bir cipti. Güneş' in altında daha bir gösterişli duruyordu. Kafasını içine soktu. İçi dışından da güzeldi. Koltuklarını elledi, oldukça yumuşaktı. Oturunca ne kadar rahat ederdi. Gözleri açık dükkânlara ilişti. İstediğine girebilirdi, istediği şeyi alabilirdi. Kimseye bir ücret ödemesi gerekmiyordu. Bunu fark ettiğinde acıktığını hissetti. Az ileride bir pastaneye daldı. Canı ne çekiyorsa yedi, içti. Düşündüğü gibi kimseye para vermeden çıktı. İçinde bulunduğu durum zannettiği kadar kötü değildi. Kimseye hesap vermeden her şeyin tek sahibiydi. Sabah duyduğu korku yerini memnun olmaya bıraktı. Çılgınca bir haz duydu. Gözünün görebildiği, gidebildiği yere kadar her şey onundu. Bütün evler, arabalar, iş yerleri... Kaldırımlar ve taşlar bile. Şu anda anadan doğma soyunup yürüse onu kınayacak kimse yoktu. Kendini tamamen hafiflemiş ve özgür hissediyordu. İçinden: ' Ben özgürüüüüüümmmm.' diye bağırmak geliyordu.
Beğendiği siyah arabaya bindi. Tahmin ettiği gibi koltuk çok rahattı. Şehri onunla dolaşmaya başladı. Dolaşırken ister istemez gözü insan arıyordu. Bu kez ya biri çıkarsa diye korkuyordu. Çünkü insan demek her şeyin elinden gidişi demekti. Oysa her şeye sahip olmak ona üstünlük sağlamıştı. Direksiyonu çevirirken bir yandan dikiz aynasına bakıp gülümsüyordu: Her şeyin sahibi olmak demek böyle bir şey dedi aynadaki aksine.
Artık insanlara ne olduğuyla ilgilenmiyordu. Ailesini bile unutmuştu. Birden bire herkese ne oldu ortadan kayboldular? Sebebini araştırma lüzumunu bile duymuyordu.
Akşama kadar istediği yerde durup beğendiği arabaya binerek şehri defalarca dolaştı. Karanlık çökünce içini tekrar korku kaplamaya başladı. Durdu, arabadan indi. Çevresine bakındı. Sonra yukarı, yıldızlara, Ay' a baktı. Kâinatın genişliğini düşündü. Gece olunca genişlik bütün görkemiyle gözünün önüne serilmişti. Hiç bir şeyin sahibi olamayacak kadar büyük bir evrende olduğunu anladı. Yüzüne bir tokat çarpılmışa döndü. Gözünün önündeki her nesne, duyduğu her ses olduğundan büyük ve ürkütücüydü. Yanında biri olsaydı, onunla konuşsaydı, dokunsaydı, sıcaklığını duysaydı korkusu belki hafiflerdi. O birini dünyanın bütün malına tercih edebileceğini geçirdi içinden.
Geceyi geçirebileceği bir yer aradı. Kapısını açık bulduğu bir eve girdi. Işığı yaktı, doğruca yatak odasını arayıp buldu. Hemen yorganın altına girip başını örttü. Işığı söndürmedi. Bir an önce uyuyup sabah olsun istiyordu. Çünkü gece karşısına çıkıp onu yemesinden korktuğu canavara dönüşmüştü. Bu korku onu bir türlü uyutmuyordu. O kadar çok korkuyordu ki gözünü bir türlü açamıyordu. Gözünü açtığı anda bütün cinleri, perileri, hortlakları, hayaletleri, aklına gelebilecek ne kadar çok yaratık varsa hepsini başucunda bulacağını düşünüyordu. Bunların hiç birine inanmıyordu aslında ama yine de düşünmeden edemiyordu. Sabaha kadar gözünü kırpmadı. Sağına soluna dönmekten bile korktu. Yorganın altında put gibi kıpırdamadan durdu. Bütün bunların rüya olmasını o kadar çok isterdi ki... Sabah olmaya başladığını hissedebiliyordu. Dışarı çıkmak için Güneş' in iyice doğmasını bekledi. Aydınlıkla birlikte korkusu silinip gidecekti, biliyordu. Dişini biraz daha sıkması gerekiyordu.
Kapının açıldığını duydu. Korkudan titremeye başladı. Bağırmamak için var gücüyle dudağını ısırdı, kanattı. Gözlerinden yaşlar aktı. Ayak sesinden içeri birinin veya bir şeyin girdiğini anladı. Sesin sahibi örtünün altındaki Adem' in koluna dokundu. Adem avazı çıktığı kadar anne diye bağırarak yataktan fırladı. Karşısında annesini görünce şaşkınlıktan dona kaldı. Kendine gelince annesine sarıldı, hüngür hüngür ağladı.