Ecel Çağırmıştı

Babam son zamanlarda her gece rüyasında, ulu bir çınar ağacıyla konuştuğunu, çınar ağacının kendisini yanına çağırdığını söylüyordu.
Benden de kendisini rüyasında gördüğü bu ulu çınar ağacının yanına götürmemi istiyordu.
Kendisine bu çınar ağacı nerede diye sorduğumda:
Samsun tarafında diye cevap veriyordu.
Ne kadar bin dereden, bin su getirsem de artık kurtuluşum kalmamıştı.
Bu isteğini mantığım almasa da, sonunda yalvarmalarına dayanamayarak, evet demiştim.
Baba, bu ağaç seni neden yanına çağırıyor diye sorduğumda:
Oğlum ne bileyim, benimle her gece rüyamda aynı insanmış gibi konuşuyor ve yanına gelmem için ısrar ediyor diyordu.
Babam yaşamı boyunca Ankara'nın dışına askerliği haricinde çıkmış kişi değildi ve
askerliğini de Mersin tarafında yapmıştı.
Sabah erkenden arabamla yola çıktık.
Babam seksen iki yaşındaydı ve son birkaç seneden beri dizlerinde problemler vardı.
Dizlerim diyordu, başka bir şey demiyordu.
Çok defa hastaneye götürmeme rağmen doktorlar, yaşı gereği cerrahi müdahalenin riskli olacağını söylüyorlardı ve fizik öneriyorlardı.
Birkaç sefer kaplıcalara götürmeme rağmen, şikâyetleri geçmemişti.
Babamı arabada ön koltuğa oturtmuştum, çünkü Samsun tarafına bende hiç gitmemiştim.
Bana oğlum ben her gece rüyamda gideceğimiz yolu göre göre artık ezberledim.
Seni oraya elimle koymuş gibi götüreceğim, hiç merak etme diyordu.
Bu mantığıma uymayan isteğine, ilerde vicdan azabı çekmemek için, evet demek zorunda kalmıştım.
Saatler geçtikçe, kilometreler bittikçe Samsun'a doğru yaklaşıyorduk.
Babamın keyfi yerindeydi, bazen mola veriyorduk, çayını keyifle içerken adeta gözlerinin içi gülüyordu.
Bana devamlı oğlum tamam rüyamda gördüğüm yerlerden geçiyoruz, doğru yoldayız diyordu.
Birden karşımızdan şerit ihlali yapmış, beyaz bir arabanın üzerimize hızlıca geldiğini son anda fark ederek direksiyonu şarampole doğru hızlıca kırdım.
Araç hızlıca yol ile seviye farkı olan tarlaya doğru savruldu ve yan yattı.
Babam aracın yan yatan tarafında kalmıştı.
Zorla kapıyı açıp dışarı çıktım.
Babamı aracın içinden çıkarmaya çalıştım ama kötü sıkışmıştı.
Baba bir şeyin var mı?
Panik halinde, kendisine aynı soruyu soruyor ve bana bir cevap vermesi için çırpınıyordum.
Olayı gören yoldan geçenler, arabalarını durdurarak, yardımımıza koştular.
Hep beraber sonunda arabayı dört tekerinin üzerine doğru çevirmeyi başarmıştık.
Hemen babamın tarafında ki kapıyı açtım ve onu dışarıya çıkarıp, çimenlerin üzerine yatırdım.
Oğlum beni merak etme hiçbir şeyim yok.
Sen bana biraz su getir, sonrada arabana bak dedi.
Biraz su içirdim, anlında hafif bir çizik oluşmuştu.
Acıyor mu diye sordum?
Sana bir şeyim yok turp gibiyim diyorum anlamıyorsun diye kızdı ve ayağa kalkarak arabayı incelemeye başladı.
Arabanın kaportasında önemli olmayan çizikler ve eğilmeler vardı.
Bize yardıma gelenlerle beraber aracı iteleyerek asfalta kadar çıkardık.
Biz onlara teşekkür ettik, onlar bize geçmiş olsun, verilmiş sadakanız varmış dediler.
Babama eve dönelim dedim.
Yine çok kızdı.
Buraya kadar geldik, sen dönmek istiyorsan dön, ben bir şekilde gideceğim yere giderim dedi.
Geri dönelim ısrarlarım sonuçsuz kalmıştı tekrar yola koyulduk.
Samsun'a 150 km filan kalmıştı, yan gözle devamlı babama bakıyordum.
Birden yolun sağındaki bir tali yolu göstererek, o yola girmemizi söyledi...
Gösterdiği tarafa doğru direksiyonu kırdım.
Dar ve stabilize bir yolda ilerlemeye başladık, gayet yavaş gidiyordum.
Çünkü yolda arka arkaya virajlar vardı.
Her virajı döndüğümde babam tamam işte rüyamda gördüğüm, yol bu diyordu.
Beni de bir merak almıştı ve şaşkındım.
Virajlar bitince babam şimdi bir köyün yanından geçeceğiz dedi ve gerçektende bir köyün yanından geçtiğimizi hayretle gördüm.
Onu son zamanlarda bu kadar, sevinçli görmemiştim.
Onun sevincine ortak olmanın mutluluğu ile yavaşça arabanın gazına bastım.
Babam biraz sonra bir köyden daha geçeceğiz, ondan sonra ki köyde duracağız, oğlum dedi.
Evet, bu seferde bir köyün içinden geçmiştik, şaşkınlığım ve merakım iyice artmaya başlamıştı.
Yarım saat gittikten sonra bir köy görünmüştü.
Babam parmağı ile köyü göstererek:
İşte burası , dedi.
Köyün içine girince köy kahvesinin önüne arabayı çektim ve ikimiz beraber kahvede oturan üç tane ihtiyara selam verdikten sonra tahta sandalyeleri olan bir masaya oturduk.
İhtiyarlar selamımızı alarak, oturduğumuz masanın yanına merakla gelip, masanın yanındaki boş sandalyelere oturdular.
Bu arada genç bir çocuk önümüze iki tane çay koydu.
Çocuğa masadakilere de çay getirmesini söyledim.
Çaylarımızı yudumlarken, ihtiyarlardan birisi:
Hayırdır yolunuzu mu kaybettiniz, diye sordu.
Bende:
-Yok.
Şöyle bir babamla hava almaya çıkmıştık, kahveyi görünce birer çay içelim diye durduk, diye cevap verdim.
Babam hemen söze girdi ve sizin köyde yaşlı bir çınar ağacı var mı diye sordu. İhtiyarlar birbirlerine baktı.
Biraz düşündüler ve birisi benim tarlanın sınırında yaşlı bir çınar var.
Ondan başka, bu köyde çınar ağacı yok dedi.
Babam yaşlı mı diye sordu.
İhtiyar ne bileyim, ben kendimi bildim bileli orada durur.
Rahmetli babam da dedem de bu çınar çok eski taa köy kurulunca kendiliğinden çıkmış derlerdi.
Babam ellerini sevinçle birbirine vurdu ve ben sana demedim mi dercesine gözlerime gülerek baktı.
Babamın bu bakışlarında serzeniş vardı.
Aylardır söylediği rüyaya inanmadığımı biliyordu ve utanarak başımı önüme yavaşça eğdim.
Ona inanmamanın mahcupluğu kızaran yüzüme vurmuştu.
İhtiyarlar çınarın yerini bize defalarca tarif ettiler ve çınarı neden aradığımızı merakla birkaç kez sordular.
Babam onlara rüyasından hiç bahsetmedi, yaşlı ağaçlara merakı olduğunu söyleyerek, soruları geçiştirdi.
Birden bize müsaade diyerek ayağa kalktı.
İhtiyarlarla vedalaşıp arabaya bindik ve ağacın olduğu yere doğru gitmeye başladık.
Babama ihtiyarlara neden gördüğün rüyayı anlatmadın diye sorduğumda, ulu çınar bu konuştuklarımızı ev hanenin dışında kimseye anlatma demişti, diye sorumu yanıtladı.
Babam arabayı burada durdur dedi ve buradan ağacın yanına yürüyerek gideceğimizi söyledi.
Arabayı durdurup aşağıya indik, patika bir yoldan tepelerin ardına doğru yürümeye başladık.
O dizlerinden dert yanan babam aynı ceylan gibi patika yolda ilerliyordu ve az ilerde etrafında hiç ağaç olmayan, tek başına bir ağaç gördük.
Babam bana dönerek, sen beni burada bekle ve sakın buradan ileriye geçme dedi ve çınara doğru ilerledi.
Bende tepenin zirvesine çıkarak, oradan ağaca ve babama bakmaya başladım.
Gerçektende elli metre ilerimde muhteşem asırlık bir çınar duruyordu.
Babamın bana anlatmadığı ve kendine sakladığı sırlar olduğundan emindim.
Güneş dağların arkasında kaybolmak üzereydi.
Etrafa bir gölgelik ve serinlik çökmüştü.
Babamın her hareketini büyük bir merakla takip etmeye başladım.
Ağacın altına gelince üzerindeki ceketi çıkararak, ulu çınarın bir dalına astı ve sırtını gövdesine dayayarak, altına oturdu.
Gözlerimi ne ağaçtan ne de babamdan ayıramıyordum.
Gördüğü rüya doğru çıkmıştı...
Kilometrelerce uzakta ve hiç görmediği bir köyde, bu nasıl olur diye kendi kendime, sorular soruyordum.
Ama cevap verecek durumda değildim.
Aklım almıyordu, bu olayı açıklamak için ne mantık, ne de akıl yetmezdi.
Bu arada saatler geçmişti ve güneş karşı ki dağların arkasında gözden kaybolmuştu.
Temmuz ayının sıcaklığı yerini akşam serinliğine bırakmıştı.
Babam hala ağacın altında öylece oturuyordu.
Hava kararmış babamı ağacın altında zor görmeye başlamıştım.
Birkaç defa yanına gitmek için, adımlar attım ama her seferinde, babamın bana sakın burayı geçme dediğini hatırlayarak, kendimi frenledim.
Sadece ağustos böceklerin feryadı, gecenin sessizliği bozuyordu.
Gözlerim aya takıldı.
Bana bu gece haresi gizemle parlıyormuş gibi geldi ve uzun süre gözlerimi bu gizemli görüntüsünden alamadım.
Bu arada saatime baktım, vakit gece yarısı çoktan geçmişti.
Sabrıma yenilip babama doğru merakla yürümeye başladım.
Yanına geldiğimde uyur vaziyette yerde yatıyordu ve yüzünü ceketi ile örtmüştü.
Bir süre sessizce yanında oturup uyanmasını bekledim.
Bir kaç kez yüksek sesle öksürdüm, uyansın diye, gürültü yaptım.
Babamın gürültülere aldırdığı yoktu...
Endişe ile yüzünü örten ceketi çekip aldım.
Yine tepki vermemişti, bir kaç kez sertçe vücudunu sarstım, yine uyanmamıştı.
Telaşla hemen diz çöktüm ve kulağımı ağzına dayadım.
Bir daha, bir daha acaba yanılıyor muyum diye daha dikkatlice nefesini dinledim.
Evet, babam son nefesini kendisini çağıran, bu ulu çınarın altında vermişti.
Saatlerce o soğuk yüzünü öptüm, gözyaşlarım morarmış dudaklarını ıslattı ve güneşin ilk ışıkları babama sarılmış vaziyette üzerimize düştü.
Babam kendisini ulu çınarın altına, ecelin çağırdığını ve buranın kendisi için son durak olduğunu bildiği halde benim üzülmemem için, bu ölüm davetini bana söylemediğini anlamıştım.
Ölüm Hakta Şu Ayrılık Olmasaydı.
C.D.

14 Ocak 2011 8-9 dakika 67 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 13 yıl önce

    Çok ilginç, kurgu mu gerçek mi siz biliyorsunuz ama böyle vakalar olabiliyor. Kaleminize sağlık. Saygılar..

  • 13 yıl önce

    Kurgu değilse başınız sağ lsun ,kurguysa kutlarım kaleminiz daim olsun.