Ekmek Kavgası

657 S.K.'nun uslu bir devlet memuruydum...Amirlerimin sözünden hiçbir zaman çıkmadım.Verilen görevleri,aksatmadan layıkıyla yaptım.

Mesleğim icabı(ziraatcı), uzun yıllar köy grubunda kaldığım için altımda motosikletle grubuma bağlı köylerde dolaşmadığım yer,basmadığım toprak kalmadı.

Tarımsal verimliliği, artırmak düşüncesiyle teknik bilgileri, geceli gündüzlü köylülere anlatmaya çalıştım.Ne de olsa asıl görevimdi.Yılmayacak ve yediğim ekmeğin karşılığını devletime ödeyecektim.Diğer memurlar gibi mesai mefhumum yoktu.Gerektiğinde cumartesi ve pazar günleri bile köylülerle iç içe oluyordum...Sürekli olarak nasıl daha çok yararlı olabilirim diye düşünmekteydim...

Köylü komşularımla, iç içeydim...İlk çocuğum, çok küçüktü.Süte,yoğurda,çökeleğe ihtiyacım oluyordu.Her zaman şehre gidemiyordum.Komşularımız,ineklerini sağıp;yoğurt,çökelek ve peynir yapıp şehre satmaya götürürlerdi.Onlardan paramla istediğim zaman; 'Hayvanlarımıza nazar değer' diye benim isteğimi geri çeviriyorlardı...

Hatta bir gün;hanım,araziye çık da iki kilo sertinden şeftali getir dediğinde,ilk önce tarlanın sahibini aramış, bulamayınca da parasını sonra veririm düşüncesiyle gönül rahatlığı içerisinde;ağacından toplayıp gelmiştim.Bir gün sonra köylüye parayı uzattığımda:

- Bir daha böyle bir şey olmasın diye inceden fırçayı yemiştim.

En önemlisi de hiç unutamadığım bir anım:

Beklenmeyen bir anda yağan kırağı, arazide toplanmamış olan mahsulleri yakmıştı. Yine motosikletle araziyi dolaşırken, büyük bir ağacın altındaki birkaç sıra biberler, ağacın koruyuculuğundan yanmaktan kurtulmuşlardı. Bir,iki kilo kadar toplamıştım. Haber, köye benden önce gitmiş ; benim adım kelepirciye çıkmıştı.

Bazı zamanlarda, köy kahvesinde mizahi öyküler de anlatılır olmuştu:

' Neymiş efendim, Ziraatçı ile köy imamı,mahsülü olan tarlaya girmişler.Köylünün oğlu,bunları görünce;babasına seslenmiş:

-Baba, bunların hangisini çıkarayım tarladan?

- İkisini de çıkar oğlum. İkisi de beleşçi çünkü diye yanıtlamış...

Dayanamadım, bu insanlar niye böyleydi...Kahvede oturduğum zamanlar da beleşten maaş aldığımı ileri sürüyorlardı...Halbuki benim sadece maaşım vardı.Başka da dikili bir çöpüm bile yoktu...

Zamanla idealist duygularım sönmüş olsa da, yine yılmadan çalıştım. Benim canla başla çalışmamı görmezden gelen bu insanlara karşı, kırılmaya başlamıştım.

Kendi kendimi sorgulayıp, şehre taşınmaya karar verdim ve taşındım da... Artık köye, minibüsle gidip gelmeye başladım.

Yıllarca devlet memurluğu yaptım; hiç birikimsiz, parasız... Kıt kânâât geçiniyordum. Alternatif gelir kaynakları aramaya başladım. O zamanlar, oldukça revaçta olan, triko kazak makinesi aldım. Eşimle ördüğümüz kazakları el altından satmaya çalışıyordum. Gizliden gizliye de cumartesi,Pazar günleri tezgah açıyordum.Çok geçmeden işler yoluna girdi.Para kazanmaya başladım.

İdealim; çocuklarımı okutmak, onlara iyi bir eğitim vermekti.Emeklilik günlerim yaklaşmıştı. Biriktirdiğim parayla Ankara'dan bir daire aldım.

Bu arada fırsat buldukça, bol bol roman okuyor ve öykü denemeleri yapıyordum. Öykü yazarken, kimselere söyleyemediklerimi, sayfalara döküp, hiç olmadığım kadar rahatlıyordum. Yazdığım öyküler, epey birikince, Ankara'ya gelirken öykülerimi de yanımda getirmiş,yayıncı bir arkadaşıma gitmiştim. ?Bunları,nasıl bastırabiliriz?' dediğimde;gayet net bir şekilde:

- Ayhan,seni kim anlar,kim dinler...Sen, sıradan bir insansın.Senin yüzünden sıkıntıya giremem...

Kaynar sular, başımdan aşağı inmiş gibi olmuştum. Bütün hevesim kırılmış, yazma isteğim aniden yok olmuştu. O sinirle, yazdıklarımı yırtarak çöpe attım...Bir daha yazmamak üzere yemin ettim.Sadece okuyucu olacaktım...

Emekli olup Ankara'ya geldim. Şimdi, tam on yıl geçti.'Tek emekli maaşı ile ne yaparsın ne edersin koca metropolde' diye düşünmeye başlamıştım Ankara'ya geldiğim zamanlar...

Bu geçen on yılda neler mi yaptım?

Pazarlara çıkıp, tezgah açmaya başladım. Pazarların raconu ise daha da acımasızdı...

İlk dayağımı, poşetçi mafyasından yedim. Zorla alacaksın dediler. Ben, inatlaşınca üzerime saldırdılar. İlk vuran kazanır düşüncesiyle(askerde komando eğitimcisiydim)ilk hamleyi; ben, yaptım.İlk yumruk ve rakibin yere yıkılışı...Bir ıslıkla mafyanın adamları çok geçmeden üzerime çullandılar...Yara bere içinde günlerce yattım.Ama yılmadım.

Yine o acımasız olan pazar ortamının içersinde yerimi aldım...Mafyalardan ürküp, pusanların yanında farklıydım artık.Gizli bir saygı gösteriyorlardı bana karşı...Mafya, beni yine ezmek isteyince;sallamayı çekip korkusuzca salladım sağa sola.Hepsini çil yavrusu gibi dağıttım.Ben,korkmadan ekmeğimi kazanacaktım; hem de gururla, eğilmeden ve tek başıma...

Uzun süre zabıtalarla köşe kapmaca oynadım, korsan satışlarımda...Tezgahımdaki mallar alındı ve ekmeğim bölündü...

Böylece aradan on yıl geçti...

Ben, hala pazarlardayım...Her sabah tezgah açıyorum...
Ben, hala namuslu bir şekilde ekmeğimin kavgasındayım...

Ben, hâlâ yazıyorum. Yemin etmeme rağmen. Neyse yeminimin kefaretini dağıtacağım ve yazmaya devam edeceğim. Çünkü beni anlayan sadece yazılarım!..Bunu şimdi daha iyi anlıyorum...

İşte benim ekmeğimi kazanırken;çektiklerimin kısa bir özetini sizlerle paylaşmak istedim...

28 Mart 2010 5-6 dakika 103 öyküsü var.
Beğenenler (6)
Yorumlar