Erkekler İlkokulu, Mesleğe Merhaba (b.ö.r.-16-)

Karadeniz sahilinden çok uzaklarda, derin bir vadinin yamaçlarında kurulan bir köy okulunda başladı öğretmenlik yaşantım. Yaşantım dersem durumu yeterli biçimde anlatmamış olurum. Öğretmenlik serüvenim dersem durumu daha iyi tanımlamış olurum. Okul denince, kızlı-erkekli öğrencilerin en azından zamanında ders başı yaptığı bir kurum canlanır gözler önünde.

Kitaplardan tanımıştım köyleri daha çok. Ülkemin nice uzak köylerinin var olduğunu adım adım, gün gün gözlemlemeye başladım, mesleğimin daha ilk günlerinde. Köylerimiz yolsuz ve uzak, köylerimiz ıssız ve yolsuz. Köylerimiz karanlık ve ışıksız. Köylerimiz karanlık, cehalet ve bilgisizlik içinde. Çalışacağım garip bir köy ve henüz hatırlanıyor.

Benimle birlikte iki öğretmen daha atanmış aynı köye. Bir arkadaşımın bir yıllık mesleki deneyimi var. Yazın birkaç ay askeri eğitim yapmış, askerliğini atandığı köyde er öğretmen olarak tamamlamak zorunda. Diğer arkadaşımla ben mesleğe yeni başlıyoruz. Mesleğe yeni başlayan arkadaşım güney illerinden geliyor. Benden birkaç gün önce köye gelmiş. Okulda bu arkadaşla tanışıyoruz. Ders başı yapmamıza henüz zaman var. Arkadaş bir kaygısını benimle paylaşıyor:

'Köylülerimiz sürekli soruyorlar: 'Hocam önceki cumada sizi camide göremedik. Bu cuma günü cuma namazı kılmaya gelecek misin?' Anladığım kadarıyla bu köyde cuma namazı kılmadan öğretmenlik yapmak mümkün olmayacak. Her konuştuğum arkadaş benim cuma kılmamı zorunlu bir görev olarak düşünüyor. Namaz sürelerini biliyorum. Fakat hiç cuma namazı kılmadım. Geçen hafta nahiyeye giderek durumu idare ettim şimdi ne yapacağız,' diye bana durumunu anlattı. Köyde yaşadığım ilk perşembe günü meslektaşımla cuma namazı kılma çalışması yaptık. Namaz ibadetlerini ne iyi ki, öğrenmiştim. Yoksa işimiz gerçekten zordu.

Ramazan geldi, şükrolsun hiç aksatmadan otuz gün teravih namazlarını velilerimizle camide omuz omuza eda ettik. Şu realiteyi biliyorum. İbadetler gösteriş için yapılmaz, kimse kimsenin inanç ve ibadetine karışmaz, karışmamalı laik bir ülkede. Lakin ülkemizde hele de muhafazakârlığın alenen yaşandığı kırsal yerlerde kazın ayağı hiç öyle değildi. Yine de değil, günümüzde de. Hele oruç tutmamak... Böylesi bir eylemi yaşamak, bir vatandaşın oruç tutmadığının duyulması...

Biz dönelim kendi işimize. Okullar resmen açıldı. Bu kez devam sağlanmıyor. Sönmeye yüz tutmuş arı kovanına çok seyrek olarak canlı kalan birkaç arının devam etmesi örneği çok az öğrenci okula geliyor. Muhtara ve köyde karşılaştığımız velilere devamsızlık konusunda dert yanıyoruz. 'Hocalarım, uşaklar henüz yayladan dönmediler. Yakında yayla bozumu olduğunda ancak o zaman uşakları okula gönderebiliriz. Başkada yapacak bir şey yok.' Böylesi cevaplar bizi üzüyor. Evet, yapacak bir şey yok! Fareli Köyün Kavalcı'sının sihirli kavalı gibi bir kavalım olsa, öğrencileri masaldaki gibi okula toplayabilsem diye düşler kuruyorum...

Birkaç hafta sonra öğrenci mevcudumuz tamamlandı. Henüz okula kavuşmamış komşu köyün öğrencileri de bize geliyor. Yüz yirminin üstünde mevcudumuz var. Gariptir, okulumuz erkekler okulu. Sadece iki kız öğrencimiz var. O, güzel kızlarımızın ailesinin Bayburt'ta da evleri ve ilişkileri varmış. Bayburt'ta kızları okutuyorlarmış. Kızlarımızın babası güzel bir düşünceyle, tanık olduğu örnekleri de görerek kızlarının okulumuza önceki yıl kayıtlarını yaptırmış. Cuma günleri özellikle velilerimize anlatıyoruz:

'Kanunen zaten kızlarınızı okula göndermekle yükümlüsünüz. Ayrıca toplumun temelini aileler oluşturur. Sağlam ailelerin oluşturduğu toplumlar güçlü olur. Ailede annenin işlev çok önemlidir. Çocuklarımızın ilk öğretmenleri annelerimizdir. Annelerimizin en azından okuma-yazma bilmesi çok önemlidir. Sizler geçiminizi gurbet ellerinde çalışarak sağlıyorsunuz. Eşlerinizle mektupla da olsa haberleşmek güzel değil mi?' Böylesi anlatılarımız bizden öteye geçmiyor. Velilerimiz, 'Kızlar okuyup ne yapacaklar, zaten yılları köylerde geçiyor. Ayrıca okuma-yazma öğrenirlerse uşaklarla daha kolay anlaşırlar...' Türünden cevaplar veriyorlar...

Oysa 222 sayılı kanunun amir hükmü şöyleydi: Okul müdürü çalıştığı köydeki 7-14,16 yaş aralığındaki öğrencileri tespit eder... Bu öğrencilerin kayıtlarını yapar. Devamsızlık durumunda devam takip işlemi yapılır. Hatta çocuğunu okula göndermeyen veli mahkeme kararıyla hapis cezası ile cezalandırılır. Devamsızlık durumunu ilçeye bildiriyoruz. Amirlerimizin verdiği cevap şöyle: İkna yöntemiyle kızları okula almaya çalışın. Bu konuda vatandaşları fazla zorlamayın. İkna yöntemi hala. Amerikalılar Ay'ı fethetti. Cumhuriyetin yakında 50. Kuruluş yılı kutlanacaktı. Lakin cumhuriyet kanunları daha kırsal kesime ulaşmamıştı. Kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyine yükseltme çabalarında en büyük görev biz köy öğretmenlerine düşüyordu bunun farkındaydım.

Bu bağlamda görevimi harfiyen yerine getirmeye çalıştım. Hiçbir bir zorluk çalışma azmimi gölgelemedi. Zamanında ders başı yaptım. Memleketten eşimi yanıma aldım. Tek odalı, ortası toprak, tek ve çok dar pencereli eski bir köy evinde ikamet ettik. Köyümün kızları eşimi sık sık ziyaret ettiler. Eşim onlara örgü ve kanaviçe yapmayı öğretti. O insanların saf, temiz, riyasız hallerini hiç unutamam. Biz, öğretmenleri bağırlarına bastılar. Paramız ile süt, yoğurt, fasulye, karalahana... Almamıza hiç müsaade etmediler. Israrlarımız üzerine, 'Sizler bizim misafirimizsiniz, sizlerden para alınır mı?' Türünden sözlerle bizleri hep mahcup ederlerdi.

İlçeye ayda bir kez gidebiliyorum. Kütüphaneler, sinemalar artık çok uzaklarda kaldı. İlçede okunabilecek ne buluyorsam alıp köye dönüyorum. Okulun oldukça eğimli bir bahçesi var. Gençlerle futbol oynuyoruz bu küçücük alanda. Hafta sonu nahiyeye inip komşu köylerin öğretmenleriyle ve nahiyedeki memur arkadaşlarla buluşuyoruz. Onlarla da futbol maçları yapıyoruz. Ne acı bir durum ki, çayın kenarındaki çayırda iki kez maç yapınca çimenler hasar görüyor. Bu durumda da çayırın sahibi üzülerek sahamızı kapatıyor. Köydeki bir ormanlık alanda küçücük bir düzlük var ancak arda top oynayabiliyoruz.

Okuldan hayli yukarlarda yemyeşil yapraklarıyla kestane ağaçlarının oluşturduğu küçücük bir koru var. Okullar açıldığı eylülde koru yemyeşildi. Geçen günlerle beraber ağaçlarda yapraklar her gün biraz daha sarararak iyice renk değiştirirdi. Nihayet hayli zaman sonra yeşil yapraklardan eser kalmazdı. Ağaçlar çırıl çıplak kalışını, sonbaharı o koruda her yıl gün gün gözlemlemek çok hoştu. Uzun kış gecelerinde yer karasında olup bitenleri radyodan izlerdim. Hele radyo tiyatrolarının ve hafta sonu yine radyodan maçların naklen yayınlanma saatlerini heyecanla beklerdik.

Okullar açılalı hayli zaman geçmiş. Normal akışında derslere devam ediyoruz. Bir mesai günü okula gidiyorum. Arkadaşlarda okuldalar fakat okula hiçbir öğrenci gelmemiş. Şaşırıyoruz gayri ihtiyarı. Okulun üst tarafındaki patikadan okuldan arka tarafında kalan mahalleye hızla giden bazı öğrencilerden durumu öğreniyoruz. Hacılar gidiyormuş. Öğrencilerimiz hacıların uğurlanışını izlemeye gitmişler. Biz öğretmenlerde gidiyoruz aynı yöne. Okulun yan tarafındaki tepeyi aşıp mahalleyi gördüğümüzde hayretler içinde kalıyorum. Yüz yirmi haneli köyün yediden yetmişe tüm erkekleri bir arada. Nahiyeye doğru yürüyor kafile. Önde hacılar ve köyün yaşlıları. Ve gençler, her eli silah tutan tabancalarını konuşturuyor. Tabanca sıkmayan yok. Ülkedeki tabanca çeşitlerinin hemen hemen hepsinin birer ikişer örneği var köylülerimde. Atışa başlayan şarjununda kaç mermi varsa hepsini boşaltıyor. Bir an neredeyim ben, rüyada mıyım? Büyük şaşkınlık içindeyim. Yaşamımda ilk kez böylesi bir olayla karşılaşıyorum. Bu durumu daha önce görmüş öğrenciler haliyle bu sahneleri kaçırmak istememişler. Kafile yoluna devam etti. Karakol komutanının durumdan haberi var elbette. Nahiyeye yaklaşıldı. Usulen iki jandarma bize doğru gelirken, muhtar emretti tabanca atışlarına son verildi. Bizde öğrencilerle okula döndük.

Silah, tabanca Karadeniz insanının olmazsa olmazı. Her ailede birkaç adet tabanca muhakkak var. On dört-on beş yaşındaki gençler artık tabanca taşıyabiliyorlar. Düğünlerde erkek tarafı gençlere mermi dağıtır. Bazı köylerde dolma mermi dolduran, hatta tabanca yapılan imalathanelerin olduğu biliniyor. Bir düğünde ne kadar fazla mermi harcanırsa o düğünün güzel bir düğün olduğu kabul ediliyor. Düğünlere katılmamak olmaz. Köyde öğretmensin; köydeki, düğün, mevlit benzeri her etkinliğe katılmak durumundasın. Herkesin gözü öğretmenin üstündedir. Örnek davranışların övüldüğü gibi ufacık bir yanlışın bile gözden kaçmaz. Öğretmen hep söz ve davranışlarıyla çevresine örnek olmak durumunda olmalıdır. Dürüst çalıştıkça, görevini içtenlikle yaptıkça köyde sevilmemek için hiçbir neden olamazdı. Çocukları çok sevdim. Çünkü onlar saftırlar. Yalan nedir bilmezler. Göz göze gelindiği zaman düşündüklerini olduğu gibi anlatırlar. Çocuklarla olan içten ve samimi ilişkilerim büyüklerle de olan iletişime yansıyordu. Böylece dostluk içinde günlerim geçiyordu yavaş yavaş... Mesleğe iyice alışıyordum.

Beni en çok üzen köyümün kadınlarının, kızlarının-bacılarımın durumuydu. Köyün yolu yoktu. Dar bir patika yollar ile evler bir birine bağlanmıştı. Köyde iki adet katır vardı yük taşıyacak. Taşıma işi tamamen kadınların-kızların benim güzel bacılarımın omuzlarına kalmıştı. Daha küçük, yedi-sekiz yaşındaki kız çocuklarının bile küçücük küfeleri vardı. O yavrular, küfe ile yük taşımaya alıştırılıyordu. Hasadı yapılan fındıkları çuval çuval nahiyedeki tüccarlara taşıyan kadınlardı. Ormandan odun taşıma işi, nahiyeden yetmiş kiloluk un çuvallarını evlerine taşıyan benim köyümün, komşu köyün kadınlarını çok gözlemledim.

Er öğretmen arkadaşımızın aralık sonunda atamasının yapıldığını yazmazsam öyküm eksik kalır. Arkadaşımız askerlik süresini atandığı köyde bizimle tamamlaması kanuni zorunluluktu. Gelin görün ki, öyle olmadı. Babası bir önceki dönem doğduğu ilçenin mevcut iktidar partisinin belediye başkanıymış arkadaşımızın. Sene ortasında bize veda edip, memleketinde atandığını yeni okuluna gidiverdi. Aynı yıl içinde kanunların, kanunlarımızın ne derece esnek olduğunu gördüm. Kız öğrencilerin devamının sağlanamaması ve zorunlu olan görev süresini tamamlamadan er öğretmenin yer değiştirebilmesi. Böylesi çelişkiler hiç hoş değildi. Öğrencilik yıllarımda yöneticilerim ve öğretmenlerim kanun ve yönetmelikleri harfiyen uygularlardı. Sonuçlar da güzel olurdu. Her öğrenci hak ettiği notu alırdı. Öğretmen olarak görevimizi en verimli bir biçimde yapmak ülküsüyle yetişmiştik.

Mesleğimin ilk yılında teftiş yaşamadım. Müfettiş okulumuza gelmedi. Arkadaşımız yıl ortasında aramızdan ayrılınca yeniden sınıf dağılımı yaptık. Üçüncü, dördüncü ve beşinci sınıfı ben okutuyordum. Üç öğrencimin akademik başarısı yeterli değildi. Onları sınıfta bıraktım. O yıllarda başarısız öğrenciler kesinlikle bir üst sınıfa geçirilmezdi. Bu kez araya hacılar, mollalar girdi. ' Aman öğretmenim bu çocukları ne olur sınıf geçirin.' Yalvarıyorlar. Ayrı ayrı güzel Trabzon yağları gönderiyorlar. Anlatıyorum, 'karne verdim iş bitti, kesinlikle kararımdan dönemem...' İlgilerine teşekkür ettim. Yağları da iade ettim. Bir yerde silahların gölgesinde kararımdan dönmedim. Gerek mesleki çalışmalarım gerek tarafsız ve kararlı çalışmalarımla çiçeği burnunda on sekiz yaşı içinde göreve başladığım bu uzak köyümün insanlarıyla abartısız içtenlikli dostluklar kurdum. Aradan yıllar geçti. Ben o misafir sever gönüllerini bana açan güzel insanları hiç unutmadım, unutamam...

03 Haziran 2016 11-12 dakika 205 öyküsü var.
Yorumlar