Essahtan mı Oğul

Açılmak, hem de yanı başındakine yüreğindekileri pay etmek nasıl da rahatlatır insanı. Şimdilerde bağımsız olan salonlar bilselerdi kendilerine açılan bir odanın tüm sıcaklığını içlerinde hissettireceğini müteahhitlere yalvarmazlar mıydı 'beni ne olur tek bırakmayın' diye. İşte öyle zamanlardan biriydi.

Pınar, salona açılan küçük odadan ayak parmak uçlarına bir balerin narinliğinde basarak çıktı ve kapının kolunu yavaşca kendine doğru çekti. Gerçeklerden rüyalara geçmek üzere olan Bilal, yattığı üçlü koltuktan doğruldu. Bakışları Pınar'ın gözlerindeydi. "Uyudu mu?" diye fısıldadı. Pınar, işaret parmağını dudağının üstüne usulca koydu.
Kocasının sorusunu başıyla onayladı ve kocasının ayak ucuna iğreti bir biçimde oturdu. Özgürlüklerini bir toka yardımıyla kelepçelediği topuzundan bir tutam saç firar etmiş, yüzünü boydan boya kapatmıştı. Dermansız ellerini kaldırdı ve saçlarını küçük kulaklarının arkasına zar zor sıkıştırıverdi. Bu vesileyle süt kadar beyaz yüzü olduğu gibi ortaya çıkmıştı. Seyrek ve kısa kirpikleri kendiliğinden aşağı doğru iniyor sonra tekrar yukarı doğru güçlükle çıkıyordu.

- Bugün çok gazı vardı. Bayağı zor daldı. Sallamaktan o da ben de sarhoş gibi olduk
dedi kocasına bakarak. Bilal'in "İyi iyi. Fırsat bu fırsat sen de biraz dinlen. Hatta kalkayım da buraya sen uzan" sözüyle Pınar'ın solgun dudaklarının arasından inci gibi dişleri çıkıvermişti. Sırt üstü yatarak başını kocasının dizlerine koydu. İkisinin de gözleri birbirine odaklanmıştı. Her ne kadar dudakları kıpırdamasa bile yüreğine konan kelebek gözlerinde kanatlanmış ve "sen dünyanın en iyi insanısın. İyi ki karşıma çıktın. Seni çok seviyorum" diyordu sanki. Bilal usulca eğilip Pınar'ın alnına küçücük bir öpücük kondurdu. Bir yandan da uzun ve güçlü parmaklarını Pınar'ın saçlarında gezdiriyordu. Kısa bir süre sonra Pınar yerinden fırlayıverdi. Aklına mutfaktaki bulaşıklar, makineye atılacak çamaşırlar gelince huzursuz olmuştu. Bilal, başını iki yana salladı ve salondan telaşla çıkan karısına uzun uzun baktı. Beş yıldır aynı yastığa baş koyduğu karısını o kadar iyi tanıyordu ki. Yarım kalmış bir işi varsa Pınar'ı hiçbir kuvvet uyutamazdı.
Bilal'in de uykusu kaçmıştı. Damağının kuruduğunu hissetti bir an. Sehpanın üzerindeki sürahinin kulpunu tam kavramıştı ki çalan telefonun sesiyle bırakması bir oldu. "Hayırdır inşallah. Kim acaba? Beni genelde hep cep telefonumdan ararlar." diyerek ayağa kalktı. Telefondaki ses ilçede oturan en büyük ağabeyine aitti. Bilal, yüreğinin atışını ağzında hissediyordu.

-Musa ağabey! Anneme bir şey mi oldu yoksa?

- Ne şom ağızlısın Bilal. Küçükken de böyleydin. Bebe sahibi oldun yine değişmedin. Duymak istediğini söyleyeyim de rahatla. Seksen yaşına geldi ve hala inadına yaşıyor işte!

- Ağabey Allah uzun ömürler versin de yaşasın.

- Tamam tamam! Biraz da sende yaşasın ne dersin? Vallahi yengen de bunaldı iyice. Biz tatile gideceğiz. Hem karın da artık doğurdu. Yine eski usul devam etsin. Bu ara, bir de kulağım ağrıyor deyip duruyor. Bağıra bağıra konuşuyoruz yine de duymuyor. İki gözü iki çeşme ağlıyor. Bu yaşta benim gibi duyacak değil ya. Gel de anlat işte. Hep geçen götürdüğüm doktorun suçu. Deneme maksatlı bir işitme cihazı taktı. Seninki duymaya başladı. Doktorun tavsiyesine uydum bir fiyat edineyim dedim. Edinmez olaydım. Neredeyse benim maaşım kadar. Şurda kaç günlük ömrü var. Çocuklarımın rızkından kesip bir ayağı çukurda anama işitme aleti alacak halim yok tabi. Anlayacağın suratı beş karış ananın.

- Canım ya! Kıyamam ona. Yarın gelip alırım. Sen merak etme.

- İyi olur kardeş! Biraz başımızı dinleyeceğiz. Geç kalma emi.

- Tamam ağabey.

Bilal, ahizeyi sert bir biçimde yerine bırakıp, iki eliyle şakaklarını ovmaya başladı. Yüzü kıpkırmızıydı. "Senin gibi evlat da, ağabey de olmaz olsun!" diye içinden geçirdi. Yüreği öyle sıkışmıştı ki pencerenin önüne zor attı kendini ve camı sonuna kadar açtı.

Beş kardeşin içinde en küçüydü Bilal ve aynı zamanda da en merhametlisi. Allah'tan eşi de öyleydi ki evlenirken yaşlı annesiyle beraber oturmayı sorun etmemişti. Pınar, çok güç bir doğum yaşamış, bir süre hastanede yatması gerekmişti. Bilal, o koşuşturma esnasında annesini evde yalnız bırakmamak için kısa süreliğine ağabeyine bırakırken, bu kadar çabuk isyan bayrağını çekeceğine ihtimal vermemişti. Ne de olsa bir tek kendinin değil diğer kardeşlerinin de annesiydi Bedia Hanım.

Önünde bulaşık önlüğü, elleri ıslak bir biçimde salona giren Pınar, Bilal'in yüzünü görünce heyecanlanmıştı.

- Hayırdır Bilal! Kimdi arayan? Önemli bir şey yoktur inşallah.

- Ağabeyimdi. Tatile gideceklermiş de onun için arıyor.

Pınar, gözleri dolu dolu olan Bilal'in sıkıntısını anlamıştı. Boynuna sarıldı ve "Yazıklar olsun! Bir on gün annelerini misafir edemediler değil mi? Allah evladın da hayırlısını versin" diye söylendi. Sonra "Ne zaman getireceksin annemi?" diye sordu. Bilal'in gözlerinden bir kaç damla düşüvermişti.

- Sen bir meleksin! Senin hakkını nasıl öderim

diyebildi boğuk bir sesle ve ardından "Yarın" diyerek sözünü tamamladı.

Ertesi gün olmuş Bilal arabasıyla yola çıkmıştı. Ağabeyinin evine gelip zile bastığında sinirleri oldukça gergindi. Sürekli 'sakin ol Bilal' diyordu kendine. Ama açılan kapının hemen önüne konmuş valiz damarlarındaki kanı beynine hücum ettirmeye yetmişti bile. Ağabeyiyle hiç konuşmadan içeri girdi ve kendisini dört gözle bekleyen annesinin elinden tutarak yavaş yavaş arabasına götürdü.

Bedia Hanımın gözleri Bilal'i görünce sevinçten parlamıştı. Sevgiyle bakıyordu oğluna.

- Torunumun adını ne koydunuz

dedi sessizce.

Bilal bir yandan yolu takip ediyor bir yandan da gülümseyerek annesine bakıyordu. Kulakları zor işiten annesinin duyacağı biçimde 'Rahmetli babamın adını koydum anne. Ahmet!' dedi. Bedia Hanım belli ki duymamıştı. Bilal daha yüksek sesle bir kez daha söyledi. Annesi nihayet duymuştu. Bunu gözlerinden anlayabiliyordu. 'Allah uzun ömürler versin. Adıyla yaşayın oğul' dedi sesi titreyerek. Evlerine geldiklerinde Pınar'ın güler yüzüyle karşılaşmışlardı. Bedia Hanım çok mutluydu. En rahat ettiği yer Bilal ve Pınar'ın yanıydı.
Bilal, Pınar'ın elinden tutarak mutfağa götürdü. İçeride kısa bir süre konuşup el ele içeri girdiler. Bilal 'Anne sana iyi bir haberimiz var. Bizim biraz birikmiş paramız vardı. Onunla sana işitme cihazı alacağız. Torunun Ahmet'in konuşmaya başlayınca sana babaanne dediğini işitmek istemez misin?'

Bedia Hanım'ın gözlerinden yaşlar, dudaklarından ise 'Essahtan mı oğlum' sözü dökülüvermişti. Bilal annesinin elini öptükten sonra 'Essahtan anacığım essahtan' dedi gür bir ses tonuyla.

Bazı mutlulukların ne yaşı ne de tarifi mümkün olmuyordu. Tıpkı görmek, işitmek, dokunmak ve hissedebilmek gibi.

26 Nisan 2011 6-7 dakika 47 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (5)
  • 13 yıl önce

    Öykümü güne layık bulan değerli Seçki Kurulu'na ve tüm dostlara teşekkür ediyorum. Sitedeki bütün annelerin, beylerin ise eş ve annelerinin "Anneler Günü"nü kutlarım. Aramızda olmayan annelerin ise mekanı cennet olsun. Saygılarımla.

  • 13 yıl önce

    anneler gününüzü kutlar,tebrik ederim...

  • 13 yıl önce

    Anne yüreği camdan kalp gibidir dikkat etmek gerekir,

    Eli öpülesi annelerin günü kutlu olsun..Sevgiler

  • 13 yıl önce

    Necati Bey çok naziksiniz. Teşekkür ederim. Her şey gönlünüzce olsun.

  • 13 yıl önce

    Hatice Hanım çok teşekkür ederim. Öykülerimi yalnız bırakmıyorsunuz. Sevgilerimle.