Evrensel Tango

Dans pistindekiler;

- Yirmi beşinde bir beşer
- Yirmi beşlik gölge
- Alın yazan kalem
- Paramedik görevli
- Anne mezar taşı
- Aşk ve Melodi
- Doktor Adem oğlu
- Doktor Havva kızı
- Birçok bilinmezlik
- Biraz Melek


BİRİNCİ RİTİM IŞIK SIZIM

Canımı kapsayan gölgeye ölüm!!!!

Gökyüzünden olup bitenleri kuş bakışı izlerken, az kalsın bulutlarla çarpışıp yıldırım düşürecektim..
Sevgili gölgem, beni bilirsin.
Tinsel dalgınlığını evrene yar etmeye niyet etmişliğimi de iyi bilirsin.
Gece nasıl da kızıl nasıl da ışıl ışıl uyutmuş şehrimi. İçimden geçen şehirler var. Çok şehirli gönlümden hiç geçmeden varsın renk ahenk uyusunlar..

Gözlerimi gökyüzüne ödünç versem de sağ duyum sağ olsun!Yağmur sesi duyuyorum belki de bir kadın sesidir bu..Bereketinden benzerlikleri..Su gibi bir hayat daha yok diyebilmek vardı şimdi...Gecenin tam burasında bir Melodi'm bir de aşk olmalıydı çalınan..

Ruhumun boşluklarının had safhasındayım.Durumum gayet açık..Ne var ki gerçeği söylemeye cesaretim yok.

Üzerime ağırlık çökmüşken, sana laf atıp hafiflemek belki iyi gelir.

Sevgili gölgem;

Düşünüyorum da ne kadar şanslıymışsın. Benim gibi bir Ademoğlunun peşine takılıp gelmekle ne iyi etmişsin dünyaya..Değil mi ki günahında sevabında benim boynuma hem de boylu boyuna..Sen ışığa kırılıp yat bakalım gezegende! Yat ay ışığında bir gölge belki de hırs tutmaz, yükseklik ayarlı koltukların ardında bir düşsün..Öte yanda çoğunluğunu asla kaybetmezken bilinmezlik, aydınlığına sürülürsün bu hayatın..

Öyle ya haşmetlu padişahın saltanat koltuğu oldu da dünyadaki mekanı;

-Şu ardımdaki mendeburun tez boynu vurula

Diyebildi mi gölgesine?

Sana söz geçmeyecek.İçinden ışık geçmedikçe insanın. Ne büyük bir yanılsamadır düşünsene;
Gecede Ay
Gün ve güneşe rağmen tüm insanlar,
İçin için ışık sızlar mı?

Yok canım daha neler
Şaka değil, şimdi sıkı dur açıkça söylüyorum;
-Canım gerçekten yok artık..

Nihayet tenime çarpan ışık aksamıyor anladım ki ruhummuş tümünü sonsuzluğuna hapseden..

Gözlerimdeki renkler gökkuşağıyla bağlı
Hayatsa ilk ve son dersim oldu çoktan
Burası sonsuz umudu tutan hacimsiz alan
Zamanı mutlak butlan..

Şimdi sen ölüm-ün gölgesisin;
Şükretmelisin diyorum, şükretmelisin denizden, gökyüzünden, bir toz bulutu ahenginde devinimi süren evrenden ehliyetsiz geçip gideceğine..
Gel desem hadi şimdi geç bakalım ruhumun hammaddesini geçebilirsen.

Mesela bir itin ardında gezmek yazılsaydı alnına..
İt oğlu it..

Aaa yeter ama !!!!!

Buraya kadar bedenini henüz kaybetmiş sersem bir ruhu okudunuz.

Daha doğrusu ben yazdım siz okudunuz. Patronumun beyin ölümü birkaç saniye önce gerçekleşti. Kalbi bu durumu kabullendiğinde bitki formunda da olsa ille de hayat ısrarından vazgeçecek.Sanırım ömrü azıcık daha var..

O'nu susturalım biraz sonunda sıra bana da gelsin..Ben bir kalemim. Bu adamın alnında tam yirmi beş yıldır çalışıyorum. Ömrü dolunca ben de kırılacağım. İyisi mi bir kez olsun içimden geldiğince yazayım diyorum şu hayatı.

Biraz önce ?'it oğlu it'' dedi gölgesiyle konuşurken ve siz de okudunuz. Bu konuda ucuma takılanları hemen paylaşmak istiyorum. Şöyle ki;
İt'lerin tümü sanki oğlan mı? ?'İt kızı it'' neden yazamıyorum acaba ya da insanoğlu var da insan kızı yok mu dünyada? İş adamı??? Hep mi adamlar iş üstündedir? Sonra bilim adamı mı mesela Prof. Dr. Engin Arık gibi örneklerle hayli genişleyebilir bu konu..Üstelik insan kızının cinsiyet kromozomunu taşıyanken insanoğlu, düşünülesi, tartışılası ata er kil bir dil karmaşası olmalı..
Bense cinsiyetten ari bir kalemim ama dilin gen tutan kelimelerinden hiç hazzetmeyen, kelimeleri hakkıyla yazmak isteyen..
Bisikletin karşılığı olarak yandanittirgeçligötürgeç gibi komik kelimeler türetenler bu konulara neden kafa yormazlar anlamıyorum. İlla kalem olmak mı gerek işe yarar kelimeler üretebilmek için?

Şimdilik bu kadar.Kaldığım yerden, patronumun gölgesine sataşmasını yazmaya devam edeyim;

İt oğlu it örneğinde yaşamını ele alalım da gülmekten öleyim bir daha..Çiş içinde oradan oraya savrulacaktın..Helikobakter pilori'den bir haber midenle çöp kutularından gündelik açlığın stresini giderecektin, yaşama kanser biriktiren atıklarla muhabbetin de kallavi birkaç ?'hav hav'' tınısından ibaret olacaktı mesela..Anti depresif ama radyoaktif bir ömür be azizim..Üstelik hazır ol'da dururken çomaklar..Geçer mi hiç?

Gölge türünü beğenmediysen evrim teorisini çek et! Düş bir maymun familyasının peşine insan olmalarını bekle..Seçim senin ama benden söylemesi çok beklersin.

Dedim de;
Yaşamak ne garipti be!
Kimi insanların tıpkı sana benzerdi gözleri. Karanlığı hak getire!! Allah vergisi melekelerini kullanmaya bile üşenerek, hayatları bedenlerinin dar alanında geçip giden insanlardan ne çok vardı dünyada..Aydınlığa sustalı yaşadılar böyleleri. Bir kısmı da ruh boyutunu keşfedip aşama kaydedenlerin yollarını kestiler. Üstelik katletmeye yeltendikleri aydınlığın onların çalışkan ruhlarında olduğunu ve ruhlarının ölümsüzlüğünü bilmeden.. DNA çöplüğünde, ten büyüktür ruh denklemine denk düşenlerden oldular kimi zavallı insanlar!!
Neyse boş ver..

Karanlığı düşünüyordum da ;neden insanların sevişmeleri hep ışıksız yerlerdedir mesela?Oysa ben Melodi'mle en üst perdelerde apaçık seviştim.. Aşk insana mahsussa tüm halleriyle aşka ışık gerek/siz misiniz bedenimize çarpıp yok olan onca dalga ışık, içimizin neresi deniz?
Ve siz insanlığın tinsel alemi ;
-Ten sularından taşıp karanlığa mı gizlendiniz?

Bitmeyecek bir düşün yolu bu..Benim caaanım artık yol geçmez han/ım..Enerji evresinin kuantum etkisinden olsa gerek kavramlar darmadağın..

Bir yandan da oh be diyorum! Bedenle ve ruhla bir arada yaşamak yaşlandırıcıydı, oldukça da güçtü..Düşün, susa, sus, konuş, işe derken zaman zaten iki kolu iki dünyaya uzanan devasa bir canavardı ki kendi kendini yedi bitirdi sonunda..

Yaşadığım her an beynimin hücrelerinde durmaksızın bölünme vardı. Bir taraf diyordu sağ diğeriyse sol..Vay canıma ki bir de loblar arası köprüde karşılaşan inatçı iki keçiyle uğraşır dururdum ;
Zatı muhterem keçi duygulu ( dünyada günah keçisi olarak bilinen)
Diğer zatı muhterem keçiyse mantıklı (dünyada resimli yüz'lerinin bir arada destelenmesi makbul olan )

Tüm bu zıtlıklardan da kurtuldum.

İyiyim ben..
Yürüyorum nihayet bire bir berabere ve içime dolarken sonsuz boşluk..

Ve keşke;

Sevgili Melodi'm de burada olsaydı. Yok! vazgeçtim, ölmüş insan sevdiğini çağırır mı hiç? İyisi mi aklımda sımsıkı tutayım O'nu..Hiç bitmeyecek aşk şarkısıyla hem de..
Açsam ufkun perdelerini izlesem;
Pencerenin pervazı kırık tarafına yaslanmıştır eksilen kalbi
Bilirim hep annem gibi karşılıksız bekler beni
Cazibe teyze gibi meraklı bakışlarını gezdirir sokakta
Oysa iyice baksaydı ruhunun çatı katından,
?'İçine düşen endişe den halimi görecekti''

Sana geliyordum aşkla...Tabutuma omuz veren caddelerde kalakaldı ışık sızım..Sızım sızım..Ah bir bitse bu yol diyordum bir bitse..

Şimdilik iki nokta üst üste..

İKİNCİ RİTİM BAS BAS BAĞIRAN ÖLÜM

Dijital tik
Dijital tak

Monitörün düz çizgisi yeniden hayatla tavan yapıyor.

Duyguların orijininde duran ama durmadan çalışması gereken kalbin, o muhteşem ritmi, metalik taklitler halinde duyulmaya başladı.

Bir hayat parende atıyor..Önce bir tik ardından bir tepe taklak..

Bu arada ben de vaktin darağacından, alınyazısının kalemliğinden öte, hem kendime ait fikirlerimi hem de çevrede olup bitenleri size yazmaya devam edeyim.

Acil işlem odasındaki hekim uzmanlık sınavını daha yeni verdi. Az evvel dışarı çıkmasının nedeni, öğretim görevlilerinden birine telefonla ulaşıp fikir danışmaktı. Saat gecenin ikisi, hikaye bildik..Trajik bir trafik kazası, hasta genç ve ağır yaralı..Prosedürü harfiyen uyguladı ama her şeyi doğru yaptığından emin olmak istiyor en önemlisi de hastanın onun sorumluluğunda ex olmasını istemiyor. Henüz bu durumun duygusal boyutunun üstesinden gelecek kadar mesleğine alışık değil. Neyse ki imdadına nöbetçi öğretim görevlisi yetişti.

Odada biri daha var..Orta yaşlı bu kadın annemiz. Onun alın yazısının kalemiyle ana oğul gibiyiz. Şu anda anneliğin doğasından alışık olduğumuz kadarıyla bağır çağır ağlaması gerekir. Oysa o tıpkı bir mezar taşı gibi sessizce oğlunun başucuna dikilmiş.

-Kaç yaşında?
-Kaç yaşında diyorum hanımefendi?

Annenin düşük oktavlı güçlükle anlaşılır yanıtındaki ses dalgaları; duvarları beyaz fayans kaplı odanın sağına soluna çarpa çarpa, dış kulağına oradan östaki borusuna, titreşimler önceden öğrenilmiş harflerle denkleştiğinde de beynine iletilerek Doçent Doktor Ademoğlu tarafından nihayet anlaşılıyor.

-Yirmi beş..


İki kelime yeterli..
Anne mezar taşı çabucak üzerindeki ölü toprağıyla içsel sohbetine geri dönmeli, alın yazısı kaleminin yazdıklarından bir kısmını size de aktarayım;

-Aslında beş kere beş yaşında da olabilir
Ya da;
-Ona çarpan iki olsun yeterince sersemleyince de üzerine at gitsin bir beşlik yaşında

Solda beklerken müstakbel ölüm..
Sağına soluna bakma, yaşa sen oğlum..Yaşa..
Koşun yakalayın hayatını..
Ebe sizsiniz doktor..
Hadi buyurun oğlumu bu kez siz bana doğurun!

Yoksa iki elim beyaz yakanızdan yükselen, bilmem kaç yıldır durmaksızın eğitim gören beyninizi taşımakla görevli o incecik boynunuzu sıkacak!
Hay aksi dikkatli bakınca ne kadar da zayıfsınız öyle..Kıyamam ki ben insan olsun, böcek olsun azot devrine devretmek üzere emaneten girilen hiçbir bedene kıyamam.
Ölmek ne kadar kolay aslında düşünsenize..Etrafa bir bakınız sınırsız sebebi var. Mesela alın şu neşteri saplayın şah damarınıza ya da duvara asılmış öylece duran yedek oksijen tüpü, yer çekimine yeniliverse, düşüverse başınıza, alın işte yine öldünüz gitti..
Tüm bu nedenleri durduran Allah; yaşamın içinde bilinmeyen bir yere son an'ı gizlemiş ki o an'a ne ana, ne sevgili ne de bir kulu müdahale edebilir. Kim bilir kaçıncı kez hastanın yanı başında Azrail kronometresiyle beklerken, siz doktorların nafile çabalarına gülümsemiştir.
Pek tabi yemeden içmeden kesilir insan burada..Çizgiler incecik zaman ilahi yeşille çalınıyor. Koptu kopacak hayat..Her yer kan her yerde havli can..

Şimdi ben neden bunları düşünüyorum ki?
Allah'ım neden?
Oğlum değil de ben mi ölüyorum yoksa?
Keşke öyle olsa..Keşke..

Bu olasılıkla biraz rahatlayınca içten içe daha mutlu konular bularak toprağı kazan sohbetini sürdürüyor anne mezar taşı..

İçimden organlarım dökülüyor. Ağrım nerede başlıyor nerede bitiyor belli değil..Delilikse düpedüz delil veriyorum deliliğime!!
Oğlumun doğumu daha iki buçuk saniye önceydi..Evet evet..İnanmıyorsanız açınız evreni bakınız zamanın tüneline görürsünüz.

Bizim bey rahmetli..Allah mekanını cennet eylesin..Şehir şehir dolaşırdı mesleğini icra ederken, evleneli iki yıl olmuştu ama bir arada geçirebildiğimiz zaman iki ay etmez, hep ayrı hep hasret..Kavuşmalara tırmanırken hızla koşmasını istediğimiz zaman...Sandığımızda bol döküm zaman var sandığımız ah o körpe yıllar..

Ben diyeyim üç siz diyin beş aylık ayrılıktan sonra nihayet hava limanında kucaklaştık bir karı bir koca salt çoğunluğu ise büyük aşk eden iki genç insan..
İşte o gece başladığında biz; ilk aşkın torunlarından bir çiftken yani milyarların bilmem kaçıncı kusuru Ademoğlu ve Havva kızıyken sabaha Adem Baba ve Havva Ana olarak değişen sıfatlarımızla uyanmışız meğer..
Oğlumuzun payına sevdadan düşüvermiş yaşamak..
Bu yüzden yüzünden gülücükler hiç eksik olmaz.
Bu yüzden kalbi zar gibi yufkadan..
Zihninde sorular, sorgular tam da aşkla kavramak üzereyken lütfunu..
Lütfen hayat lütfen kendine gel!
Yani demek istediğim oğlumun bedenine geri gel!

Akıl hayli ötelerde bir yer şimdi..
Çılgınlık dedikleri algısızlık, bir umuda sımsıkı tutunarak boşluğa düşme hissi gibi bir şeymiş çok iyi anladım.

Yaşadım, bilirdim oysa hep karanfillidir ölüm gençliğin üzerine bırakıldığında;
Aşk acır
Can kırmızıdır
Kalan kızıl..

Oğlumu hayata getiren hayatın inceliklerini anmak ne güzel oldu..
Şimdi kapatsam zamana açılan bu koskoca tüneli, geleceğe dair umudum birkaç dakika daha süre bilir mi?

Anne mezar taşı aklın dengesinde tutunmaya çalışırken Doç. Dr. Ademoğlu'nun işi çok ama çok zor. Sabırsız bekliyor ?'kurtuldu'' cevabını, kanatları açık, sevinçten uçmaya hazır ana gibi bir yar küt küt atacak kendini dünyadan..

Patronum asistanlık yaptığı fakültede birkaç yıl önce yayınlanan bir makalede matematikçilerin hesaplamalarını okumuştu ve sonucu şöyleydi; ortalama bir insan ömrünün, var oluştan bu yana evrensel zamana oranı ?'sekiz saniye''dir. Annemizin de değindiği gibi zavallı patron evrende iki buçuk saniye hüküm sürebildi.

Hayatın üzerinden geçerken anlar, yirmi beşinde beşerin yaşının, evrenin yaşına oranı kaç saniye edermiş bakalım? Matematikçiler bu konuda ne demiş?
Umurunda bile değil..
Odanın sol köşesinde bir gölge, ışığa kalkanını kaybediyor diye korkunun ölüm döşeğinde..

Bu sırada paramedik görevli ömrümüzün sonuna doğru sesleniyor. Hem de ölümün tam orta yerinde;

--Doktor Havva Hanım..Doktor Havva Hanım..Acil müdahaleye lütfen..

Hologram düzleme alsak ve yalın hale soyutlasak, kelimeleri kandıran ve aslında;
-Hop ne oluyor burada?
-Hişşştt dünyalar benden sorulur, sızlanmayınız ölüm basit bir olgudur. Biz her gün beraberce yaşıyoruz bitmez tükenmez ölümlerle..
Diyen...
O bildik,
O kendi kabristanının karbondioksit kokulu tonu bu..
Oracıkta tir tir titreşen,
Oldukça basbariton,
Bas bas bağıran hatta

--Doktor Adem Bey..Doktor Adem Bey..Acil müdahaleden bekleniyorsunuz!!


Zavallı gölge ışığa ilk ve son kez karışıp yok oluyor..
Doktorlar ant içtikleri yaşamı kalp masajı yaparak geri çağırma çabasında..Görevli de anneye biraz daha nazik ama aynı duyarsızlıkla sesleniyor;

--Annecim sende dışarı lütfen..Dışarı..Oğlunun hayatla dansı söz konusu bak!!

İç sesini ağzından kaçırıveriyor anne mezar taşı;

--Oğlum aşktan doğdu, oğlum..Erkenden girdiği ters yöne lanet olsun
--Biliyor musun? Ortalama hayat yaşının üçte biriyle şuracıkta yatan benim ömrümün yüzde yüzü..

Paramedik görevlinin tasvirinde buraya kadar ciddi bir haksızlık yaptığım aşikar..Verdiği cevabın derinliğinden nefesi kesiliyor kelimelerimin, ölüyorlar;

--Adı üzerinde anne
--Dedin ki aşk..Oğlum aşktan geldi dünyaya..
--Ben de derim ki; kalbinin sesi bu dünyada kısılınca bizim duymamız gerekense kıssadan hisse
--Ömrü aşka benzedi işte..

Aşk daima iyidir be..
Allah aşkına denir mesele önemliyse..En büyük aştan dem vurur insanoğlu, insankızı hatta belki de şimdilik duyamadığınız, göremediğiniz melekler bile..
Bilmediğiniz bir günün belirsiz bir saatinde gözlerinizde açılınca o son perde,

--Aşk olsun hayat, diyeceksiniz..Aşk olsun..

Bahse konu kısacık yaşamında biriktirdiğine inanması güç, sislerinden arınmış, kıpkızıl bir denizden ışık kütlesiyle sarılıverince ansızın, bilinmezliğe taşınca bedeni pür nur, kim bilir belki de paralel evrene doğru olacak yolculuğu patronumun.

Kainatın tümden gelen kusursuzluğu, tenle sarılı sabit zorunluluklarından sıyrılıp aslında ruhun donanımı için verilen ve adına ömür denilen süresini bitirince, artık tüme varmak üzere!

Artık patron hitabına da gerek yok!

Belki de ölüm; den halinde evrende serbest dolaşım özgürlüğüdür..
Şimdi yirmi beşinde beşerin canı ölümün gölgesinde..
Şimdi yirmi beşinde beşerin nedeni aşk olan hayatının sonucu; ilahi aşk


ÜÇÜNCÜ RİTİM TESLİM OL HAYAT


Monitörün üzerindeki çizgide tavanını tekrar tekrar kaybeden hayat..
Son bir elektro düşte..Düştü düşecek metalik maviye..
Bir ucuna iliştirilerek öteki kelimeler, farklı bir uca kadar boşluğun pistine uzanmış..

Yirmi beş yıllık dünyalı..Yüzüne kırık beyaz bir bayrak açmış..

Teslim ol hayat!!
Demek isteyerek

Teslim ol bana
Lütfen!!!

Konuşmak ne kolaydı oysa..Artık bedeninin tek bir hücresini bile kullanabilip söyleyemedikleri ruh sesinin ses geçirmezliğinde..Evrenselliği çok ama çok yeni ve şaşkınlığı görülmeye değer ama insanlar göremez, gönülleri belki görür ama gönülleri görse gözleri âmâ..

Merak ettiğim bir konu daha var;
Bir insan öldükten sonra yaşı nasıl hesaplanmalı?
Yirmi beşinde beşer on yıl sonra kaç yaşında olacak? Bu dünyada yirmi beş yıl, sonsuzlukta da on yıl var, toplam otuz beş yaş etti desek olmaz; daha beş yaşında öğrendik ki; elmalarla armutlar toplanmaz.
-Elma yaşı yirmi beş
-Armut yaşı on

Yok bu da kulağa hoş gelmiyor.

-Kainat yaşıyla on yaşında bir oğlan çocuğu, bu dünyada bıraktığı yaşıyla sonsuza kadar genç bir adam, bu nasıl?

Böyle hesaplamak daha teselli edici sanki..Ölümün hüznünü azıcık da olsa giderici..

Acil servisin Adem oğullarından olma ve Havva kızlarından doğma doktorları..İhtimal genleri aşktan hayatın boynuna dizilmiş ve bu nedenle yaşatmak yemini etmişler;

Ne garip!!
Oysa Adem namı diğer ölüm demek
Ve Havva huri cennet

Şimdi hepsi de kutsal sıfatların tekmil şartnamesine uyuyorlar. Esaslı ölüm geldiğinde çareleri bulunmayan zavallı doktorlar, hayatının son raporunu imzalıyor yirmi beşinde beşerin..

Bakalım ne halde, yeni haline alıştı mı acaba;

Ruhun genleri var mı bilmem ama DNA'ma kadar işleyen elektro şokun şiddetinden olsa gerek durgun elektriğim durmuyor..Zihnimden dalga dalga sorgulamalar sonsuza yayılıyor..
Sanırım ben şimdi (n) çok soru işareti oldum.
Görebilseydiniz keşke ışıl ışıl, nokta nokta her yerdeyim biteviye gökyüzü benim
Bu iyiye işaret değil mi? Yani benim soru işaretliğim?

Diyalektik bir süreçse yaşamak mümkün olan tüm boşlukları doldurmalı..
Nasılsa mitokondriyel hücrelerim soy ağacıma annemden kalma bir iz bıraktı işte gidiyorum.


Bir senin huzurundu benden soyunduğum
Sevdamızı sakın çaldırma Melodi'm

Hadi sende giydir ruhumu en güzel teyakkuz/la anne
Uğur/la
Uğur Lâ
Göğüs kafesimden kurtuldu aşk nefesi
Biraz melekti belki gördüğüm biraz ışık
Bana dedi ki
Allah aşkına Adem oğlu
Evrensel tango için
Bu dansı bana lütfeder misin?

Bundan böyle anne mezar taşı hayatının kalan kısmını adına eklenen tamlamada sürdürecek!


Ben alın yazan kalem
Son iki kelimem;

-Ölüme kırıldım.

17 Şubat 2011 17-18 dakika 4 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 13 yıl önce

    Gölgemiz varsa yaşıyoruz; en çok bir gün gölgesiz olmkatan korkar insanlar.

    Sürükleyici ve çok şık bir dil işleviyle ölüm ile kalım arasında kalan yaşamışlıkların bir dökümüydü ayrıca içselinde ölüm-ayrılığı çok iyi analiz ederken beni etkiledi ve çokça etkileyiciydi....

    Yüreği selamlıyor ve kutluyorum

  • 13 yıl önce

    Ana sayfada gezinirken öykünün başlığı dikkatimi çektiği için (şiir ve öykünün başlığının ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anlıyorum) tıkladığım bu sayfada hem türkçemizi temiz kullanan hem şiirsel, akıcı sıkmayan bir dille karşılaştım...Ve oldukça felsefik psikolojik insana özel hepimizi kapsayan anlatılar vardı. Etkileyiciydi.

    Tebrik ederim saygılarımla