Eylül Öpücüğü

Serde gençlik vardı. Nerede akşam, orada sabah, gecelerin sırdaşıydım.
İsimsiz mekânlarda, ismini bilmediğim, meçhul kişilerle, beynimde yanan mumu söndürürdüm. Ama ertesi gün o mum yine beynimde yanardı.
Yanarken eriyen, erirken damla damla yere düşen. O mum, aslında bendim. Yine bir gece tam mumu söndürmek üzereyken, masama masal anlatmaya, masalcı bir kadın geldi. Bir varmış, bir yokmuş diye başladı. Ne yalan söyleyeyim, masalcıyı dinlemiyordum.
Kafam dumanlıydı. Bazen okyanusun diplerine dalıyordum.
Bazen uzayın boşluğunda, aradığım o meçhulle saklambaç oynuyordum.
Masalcı gözlerini bana dikmiş, parmaklarıyla masaya ritim tutmuştu.
Beni kendi dünyasına çekmek için, saçlarını geriye doğru toplayarak, başını eğdi, gözlerime baktı. Sonra masaya kapı çalar gibi parmağı ile birkaç kere vurdu.
Alo içerde kimse var mı? Dedi. Göz kapaklarımı zorla kaldırdım. Yıldız gibi parlayan gözlerini gördüm. Masamda yanan kırmızı mumu, masalcıya gösterdim. Bu mum sönünceye kadar seni dinlerim dedim. Sesi beynimi saran örümcek ağlarını, dağıtmaya başlamıştı.
Kırmızı mumun alevine gözlerimi dikerek, masalcının masalını dinlemeye başladım.
-Sonbaharda doğmuşum. Annem ölmeden bir gün önce söyledi.
Doğduğum gün, kuvvetli bir rüzgâr varmış. Şafak vakti, açık penceremizden eski bir takvim yaprağı yatağımın üzerine kurumuş, bir yaprak gibi düşmüş.
Annem sararmış takvim yaprağına bakmış, üzerinde eylül yazıyormuş.
O rüzgârın getirdiği takvim yaprağından esinlenerek, ismimi Eylül koymuş. Babam, ben doğmadan, faili meçhule kurban gitmiş. O tarihlerde anarşi varmış. Yine bir şafak vakti. Babamın cesedini arka sokakta, üzerine eski gazete kâğıtları ile örtülü bulmuşlar. O eski gazete kâğıtlarındaki tarih 20 Eylülmüş. Anlattığı masal, bana ilginç gelmişti. Pür dikkat onu dinlemeye başladım.
Beynimdeki örümcek, ağlarını toplayarak, başka diyarlara firar etmişti. Sesi kulaklarımda, eylül rüzgârları gibi ıslık çalarak, esmeye başlamıştı. Eylül kaldığı yerden, hikâyesini anlattıkça gözlerinden düşen, eylül yağmurları yanağını ıslatıyordu.
-Bana inanmayacaksın ama annemi de yirmi eylülde kaybettim.
Bu kadar tesadüf olmaz diye içimden geçirdim.
Mavi gözlerini, bana dikmiş, anlattığım masala inanmış mı?
Dercesine gözlerime, mavi mavi bakıyordu.
Alaycı bir tavırla: Bu masalın içinde, iyi kalpli periler yok mu?
Başrolde devamlı cadılar var dedim. Elini elimin üzerine koydu.
Sesi yine rüzgar oldu. Kulaklarımda ıslık çalmaya başladı.
-İyi kalpli periyi, bir eylül günü balkabağından yapılmış, karıncaların çektiği bir arabayla sokağın başında, beni beklerken buldum. Aşkımız önceleri, dağlardan yuvarlanan, küçük bir kartopuydu. O küçük kartopu, yuvarlandıkça büyüdü büyüdü! İyi kalpli peri, bu kartopu erimeden, benimle evlen dedi. Masalımdaki iyi kalpli peri ile evlendim. Masal bu ya! İyi kalpli peri bir sene sonra, sırra kadem bastı. Dayanamadım, o da seni, bir eylül ayında terk etmiştir dedim.
Elini aniden uzatarak, çenemden kuvvetlice yakaladı. Beni kendine doğru çekti. Dudaklarıma dudaklarını yapıştırdı. Etrafıma bakındım. Eylül ayında verilen, bu sadakayı kimse görmemişti. Dudaklarımdaki eylül ıslaklığı bu öpücüğün tek şahidiydi.
Dakikalarca dudaklarının arasında sözler dondu. Kolları olmayan, bir heykel gibi, öylece durdu. Yağmur bulutlu gözlerini masada yanan, kırmızı muma dikti.
Karşımda kolları olmayan heykel birden, çıldırmış gibi kahkahalar atmaya başladı. Çılgın gülüşü bitince, masada yanan kırmızı mumu üfledi.
Beni terk ettiğin günü, unutmamışsın dedi.

Garsondan büyük bir mum getirmesini istedim. Gözlerine bakarak kırmızı mumu yaktım. Mum daha bitmemişti dedim. Beni herhalde birisine benzetti diye düşündüm. Masama oturan kadını tanıyordum. Bu pavyonda çalışan konsomatristi. Onunla göz aşinalığımız vardı. Ama masama ilk defa gelmişti. Anlattıkları bana ilginç geldiği için, ikinci mumu istemiştim. Onu dikkatlice her hareketini takip etmeye başladım. Gözlerine yalnızlığın hüznü düşmüştü. Boyası renk değiştirmiş, sözüm ona sarışın saçlarını şuh bir hareketle, elleriyle geriye doğru savurdu.
Etrafı maviye boyanmış gözlerini, garsonun doldurduğu rakı kadehine dikti. Kaplan pençelerini umursamaz bir eda ile sigara paketine uzattı. İçerisinden birisini yavaş hareketlerle kırmızı ruj sürülmüş, kalın dudakların arasına yerleştirdi. Masanın üzerinde duran çakmağa, dikkatlice bir süre baktıktan sonra: Hadi ne bekliyorsun sigaramı yaksana, der gibi gözleri gözlerimle buluştu. Yanan sigaradan derin derin nefesler çekti. Ciğerinden süzülmüş dumanı yüzüme doğru, meydan okurcasına kuvvetlice üfledi. Ardından adın ne senin yakışıklım dedi. Anlattığı masaldan kurtulmuş ve yaptığı işin kuralına göre oynamaya başlamıştı. Klasik soruları peşi sıra patlamaya başladı. Ne iş yaparsın evli misin, sevgilin var mı? Kadehler art arda kalktıkça, muhabbet koyulaşmış, hayat hikâyemiz roman olmuştu. Bendeki acıma duygusu mu, yoksa merak mı? Buraya nasıl düştün sorusu? Ağzımda sakız olmuştu Ben sordukça, o boş ver, diyerek, şuh bir kahkaha atıyordu.
Meret şişede durduğu gibi durmuyordu.
İçtikçe karşımda oturan sahte sarışın, yanan mumu söndürmüş, karanlık masama güneş gibi doğmuştu. Ben o yıllarda toy bir delifişek serseri, karşımda oturan kişi tam profesyoneldi
Ara sıra gözlerim siyah mini eteğinden davetkârca, ben buradayım dercesine dışarı fırlayan, bacaklarına ister istemez takılıyordu.
Elindeki kadehi kadehime vurup şerefe dedikten sonra:
Lan! benim dertlerimi açma, bırak sorgu memurluğunu, şu üç günlük yalan dünyada, yemene, içmene ve dalgana bak.
Yüksek oktav patlattığı sahte kahkahalarına son verdi.
Yine gözlerine yağmur bulutları düşmüştü,
Uzun süre boşluğa dalgın dalgın baktı.
Birden insanı ürperten bir sesle şarkı söylemeye başladı.
''Kaşların arasına dom dom kurşunu değdi.
Bir avcı beni vurdu, bin avcı beni yedi.''
Gayet güzel bir sesi vardı ve çok içten gelerek söylüyordu.
Şarkı bitince sandalyesini yanıma çekti. Elini omzuma attı.
Yakışıklı ne sen sor, ne de ben anlatıyım dedi.
Onu işte böyle dumanlı bir ortamda tanıdım. Yıllar sonra kanlı yüzünü, gazetede gördüm. Gözlerimden düşen yaşlarla, haberi bir solukta okudum.
Belalısı yirmi eylül günü, Eylül'ü pavyonun ortasında, tam alnından vurmuştu.

23 Şubat 2017 6-7 dakika 67 öyküsü var.
Yorumlar (2)
  • 7 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarızud83eudd20ud83eudd20

  • 7 yıl önce

    Betimlemeler harika, çok akıcı bir öykü ama biraz kafa karıştırıyor. Kim kimdir anlamakta zorlandım. Birkaç kez okumam gerekti.

    Emeğinize sağlık. Kutlarım sizi.