Farag Samir -10
Birine ikisine üçü beşine hazırdım amma
Yüzü gelince yumruğumu da sakladım kolumu da
Nüktevi- Mayikanlı nüktedan bir şair
Nonava şafaktan önce uyandı. Acele etmeliydi. Güneşin ilk ışıklarıyla nöbeti başlıyordu. Hiç alışık olunmayan şeyler kısa bir zamanda bir hayat tarzı haline gelebiliyordu. Bir Mayikanlı için barınacak bir yer ve karın doyuracak bir iş bulmak bu fani hayatın eksiksiz bir tanımıydı. Barınaklarını birlikte yapmakta, sebze ve meyveleri gruplar halinde yetişmekte ve yine gruplar halinde avlanmaktaydılar. Başka türlü de olamazdı zaten. Bir şehri doldurabilecek halk kaçak yaşıyordu. Onlar da güzel bir şehirde bahçeli evlere sahip olmak, şehir içinde kabiliyetlerine göre farklı işlerle uğraşmak isterlerdi elbet. Örneğin henüz on dokuz yaşında olan Nonava sanattan anlayan biriydi. Mayikan halkının neredeyse tamamının evinin duvar ve sütunlarında Nonava'ya ait desenler vardı. Büyük bir şehirde büyük bir ustadan ders alıp, sanatını geliştirmeyi, dev binaları desenlerle doldurmayı ne kadar isterdi.
Hayatın tanımı sadece barınmak ve karın doyurmak olunca ve hele bunlar da iyi kötü bir şekilde karşılanmaktaysa bir Mayikanlı neden erken saatte uyansın ve neden hayatını bir disipline alsındı. Tam bir asker olan Talut için ise durum çok farklıydı. Asıl olan her daim zinde, her daim hazır olmaktı onun için. Herhangi bir uygulamada birinci önceliği günlük hayatı disipline etmek ve askerini her şarta hazır hale getirmekti. Üç aylık eğitimden sonra artık bunu anlayabiliyorlardı. O yüzden başta çok anlamsız gelen göl kenarı nöbeti artık çok mantıklı geliyordu. O yüzden nöbet yerlerinin ve saatlerinin sık sık değiştirilmesi artık anlamsız gelmiyordu. O yüzden daha dün nöbet sırasında uykuya dalan bir genci herkesin ortasında azarlamasına sessiz kalmışlardı. Göl kenarında uykuya dalan birine 'Sen uyursan halkını kime emanet edeceksin, sen uykudayken bir çocuk ölürse bunun hesabını kim verecek?' sorusuna gülmemelerinin sebebi artık Talut'u anlıyor ve hatta ona hak veriyor olmalarıydı.
Nitekim iki gün önce öğle vakti ördeklere bekçilik yapmaktan öte bir şey yapmayan Nonava'nın şu an şafak vakti gökyüzü nöbeti vardı. Talut'un en önem verdiği nöbetti bu nöbet. Her sabah mutlaka kontrole gelirdi. Dediğine göre Faragalon askerlerinin saldırma zamanıydı şafak. Aslında bunu en iyi bilmesi gereken Mayikanlılardı, onlara da hep şafak vakti saldırılmıştı ama en son saldırı sırasında henüz çocuk olan gençlerin bunu bilmeleri zordu. Yaşlılar ise o günün acısını unutmak istediklerinden olsa gerek o gün hakkında gençlere hiçbir şey söylememişlerdi.
Çok şey öğrenmişlerdi bu üç ay zarfında. Artık akrobatik hareketleri mükemmel seviyede olmasa da yapabiliyorlardı. Talut'un demesine göre bundan sonra mükemmel seviyede olması da olanaksızdı zaten. Çocukken başlanmadığı için ancak bir yere kadar becerilebilirdi. Oraya kadarını da artık beceriyorlardı. Ormanın içinde hiçbir ağaca çarpmadan ve nerdeyse hiç hız kesmeden uçabiliyorlardı. Hatta bu konuda Talut komutandan bile iyiydiler. O cüssedeki birinin sık ağaçlar arasında bulabileceği boşluklar daha az oluyordu haliyle. Artık bir yeri iyi tanımaları için bir kez uçmaları yetiyordu. Derhal orayı ezberliyor ve bir sonraki seferde çok daha hızlı uçabiliyorlardı. Kişisel becerilerini geliştirmenin dışında grup olarak hareket etmeyi de öğrenmişlerdi. İki kişi birlikte uçuyorken biri kendisini ve arkadaşını kalkanıyla koruyor, diğeri de hazır beklettiği okuyla arkadaşı kalkanı çektiği an hedefi vurabiliyorlardı. Aynı hareketi daha büyük gruplarla da yapmayı öğrendiler. Kalkan büyüklükleri yetmediği için Talut demirciye Faragalon ordusunda olduğu gibi ortadaki ipi çekilince büyüyen kalkanlardan yaptırdı. Böylece yakın dövüşte kalkanı normal haliyle kullanırken havada savunma yaparken kalkanları büyütebiliyor ve daha büyük bir alanı koruyabiliyorlardı.
Talut onlara strateji eğitimleri de verdi ki bu eğitimin en önemli parçasıydı ona göre. Bir ok bile gereksiz yere atılmamalıydı. Panik içinde ok atan bir acemi profesyonel biri tarafından derhal fark edilirdi. Hele hele bir grup halinde pusuya yatmışsanız sadece bir kişiyi vurabileceğinden emin olmak yetmezdi. Amaçlanan hedefin külliyen elde edileceğinden emin olunduğu an ilk ok atılabilirdi. Kahramanlık güzel bir şeydi elbet ama kahramanlığı ile arkadaşlarını tehlikeye atan ancak bir hain olabilirdi. İlk gün kendisine yapılan o bez verme olayını hatırlattı ve onun oluşturabileceği sonuçlar hakkında bilgilendirdi.
Nonava kısa sürede giyindi, saçının örgüsünü yaptı, kılıcını, yayını, okunu ve kalkanını aldı. Kalkanın çalışıp çalışmadığını kontrol etmek için ortasındaki ipi çekti. Kalkan dört bir taraftan açıldı ve neredeyse vücudunu örtecek kadar büyüdü. Demirci usta işini iyi yapıyordu gerçekten. Hazırlığın tamam olduğuna kanaat getiren Nonava pencereden çıktı ve nöbet yerine yani en yüksek kulübeye doğru uçmaya başladı. O civardaki en yüksek ağaçlardan birinin en zirvesine yakın çardak şeklinde yapılmış olan kulübeden tüm gökyüzü görülebiliyordu. Ayrıca gerektiğinde çok rahat üzeri kapatılıp kamufle edilebilecek şekilde yapılmıştı. Ağacı ve kulübeyi Talut'a beğendirmek çok zor olmuş fakat sonuçta Talut'un da çok beğendiği nöbetçi kulübesini yapmayı başarmışlardı.
Talut her zaman olduğu gibi oradaydı. Nöbet değişimine bizzat nezaret etti. Bir müddet sonra Nonava'nın yanına ani bir baskın yapıp uyuyup uyumadığını kontrol etti ve dimdik ayakta durup göğü gözetleyen genç askeri tebrik etti. İşte halkın ihtiyaç duyduğu asker böyle bir askerdi. Talut orayı tekrar terk edip diğer nöbetçileri teftişe gittikten bir müddet sonra yeni aydınlanmaya başlayan ufka bakan Nonava yaklaşan bir bulutu görür gibi oldu. 'Yoksa...' dedi kendine. Çok heyecanlanmıştı. Bulutun yaklaşmasını bekleyemezdi. Alçak uçuşla yaklaşan buluta doğru süzüldü. O ve bulut karşılıklı biraz daha yaklaşınca Nonava yaklaşanın bulut olmadığından emin oldu. Derhal nöbet yerine döndü ve ipi hızlıca çekti. Bir anda bizzat Talut'un kurduğu sistemle ipe bağlı tüm çanlar çalmaya başladı. Merkezi büyük bir çan yoktu. Çünkü böyle bir durumda yerleri yukarıdan uçanlar tarafından da rahatça tespit edilebilirdi. Onun yerine yüzlerce küçük çan vardı. Her evde, her nöbet yerinde en az bir küçük çan bulunmaktaydı.
Çalan çanlarla yataklarından fırlayan şehir halkı elbette korkmuşlar ve telaşlanmışlardı. Çünkü bu çan ancak Faragalon ordusunun yaklaşma ihtimalinde çalınacak olan çandı. Talut ısrarla tembihlemişti, emin olmasalar da kuvvetli şüphe anında çalınacaktı çan. Dolayısıyla hiç kimse böyle bir çanla uyanmak istemezdi. Yalnız bir evde çan çalmamıştı. Sayra ve Hayranın evinde. Çünkü onların evinde çan yoktu. Sayra gereksiz görürken Hayra bir Faragalonlu tarafından korunmak istemiyordu. Zaten benzer sebeplerden eğitimlere de katılmamışlardı.
Yanız ortada güzel olan bir şey vardı, herkes bu durumda ne yapacağını biliyordu. Talut defalarca prova yaptırmıştı. Derhal genç erkekler kadınları yaşlıları ve çocukları yer altındaki sığınağa götürdüler.
Şehrin hemen batısından akan ırmak biraz güneyde büyük bir şelale oluşturmaktaydı. Bu şelale suyunun arkasından uçan Talut şelalenin orta yüksekliğinde bir mağara bulmuş ve bu mağaranın şehrin altına kadar uzayan tüm şehir halkını içine alabilecek büyüklükte bir mağara olduğunu tespit etmişti. Bu mağaranın içinde gizli bir bölüm oluşturmuş ve oraya günlerce yetecek yiyecek konulmasını istemişti. İşte o sığınağı kullanmanın vakti gelmişti.
Reis, Samir ve beş özel muhafızı ile birlikte dışarıdan bakanların ilk bakışta asla fark edemeyecekleri ağaçlar içerisinde tamamen kamufle olmuş kulübesine çekildi. Talut her ne kadar savaşı koordine etmek istemişse de Samir buna izin vermedi. Samir'in burada olduğu bilinebilirdi, zaten kaçırılmıştı ama Samir'e ileride çok lazım olabilecek Talut asla bilinmemeliydi. Beş muhafız bizzat Talut tarafından seçilmişlerdi ve ayrıca özel olarak eğitilmişlerdi. Reis savaşın başında esir alınırsa savaş başlamadan biterdi. Yaşlıları, kadınları ve çocukları emin bir şekilde sığınağa bırakan erkekler daha önceden belirlenmiş mevzilerine geçtiler. Ağaçlardaki mevziler öyle seçilmişlerdi ki yukarıdan oklar yağmur olup yağsa birinin başı ıslanmazdı ve yanlarına yaklaşanlar biri hapşırmadıkça orada birinin olduğunu fark edemezlerdi.
Derken beklenen an geldi. Faragalonlular beşer onar yere konmaya başladılar. Yukarıdan ok yağdırmadılar. Prensin orada olabileceği ihtimaline karşı böyle davrandıkları açıktı. Evlerin etrafı Faragalonlu askerlerle çevrildi. Her biri oklarının ucunu pencere ve kapılara doğru yönlendirmişleri. Çok kalabalıktılar. Hazırlıklı gelmişlerdi. Bir istihbarat aldıkları anlaşılıyordu. Gökyüzünde uçan bir Mayikanlıyı görüp şehre kadar takip etmiş olmalıydılar. Bulunduğu kulübeden bu düşüncelerle etrafa bakan Talut Samir'e umutsuz gözlerle baktı.
'Çok kalabalıklar çok ve hepsi de özel kuvvetler. İnşallah bir ok bile atılmadan şu işi atlatırız.' dedi.
O sırada Faragalonlu askerlerden bazıları ellerinde megafonla orman şehrin değişik yerlerinde bağırmaya başladılar.
'Ey Mayikanlılar. Prens Samir elinizdeyse bize geri verin. Size hiçbir şey yapmadan geri döneriz. Öldürdüyseniz ölüsünü verin, erkeklerinizi öldürür geri gideriz. Bunlardan birisini yapmazsanız hepinizi öldürür öyle gideriz.'
Samir reise baktı.
'Artık gitme zamanı geldi reis. Her şey için çok teşekkür ederim.' dedi.
Reis de genç prensi sevmişti. Gitmesini istemezdi elbette ama başka çare olmadığı da açıktı.
'Yolun açık olsun genç prens. Umarım Farag olursun ve Farag olduğunda da böyle olursun.'
Samir reise baktı
'Umarım.' dedi.
Samir dışarı çıktı. Onu görmeyen askerler ilana devam ediyorlardı. Askerler tarafından görülebileceği bir yere konan prens bir askere sert bir ifadeyle emir verdi:
'Ben prens Samir, bana derhal komutanının çağır.'
Karşısında prensi gören asker heyecanlandı. Derhal selam verdi ve
'Emredersiniz prensim dedi.'
Bu sırada kulübede reis Talut'a endişeli gözlerle bakmaktaydı. Bu bakışların ne anlama geldiğini gayet iyi bilen Talut Reisi sakinleştirdi
'Merak etme reis. Bu gün sözlerinde dururlar. Ordu vaat verdiğinde tutmazsa bir daha asla vaat veremez. Zaten artık komutan Samir. Ona sormadan bir şey yapamazlar. Yalnız burayı hemen terk etmelisiniz. Bugün bir şey yapmayacaklarına söz verdiler. Yarın için hiç bir vaatleri olmadı.'
Talut gözetleme camından dışarı baktı
'İşte komutan geldi.' dedi.
Gerçekten de komutan Samir'in karşısına gelmiş ve selam vermişti. Samir çok sinirliydi:
'Bu kadar zaman nerelerde kaldınız, beni neden bu kadar zamandır bulamadınız?'
Komutan şaşkındı. Zira bu sorunun muhatabı o değildi. 'Bu soruyu bana sormayacaksınız.' da diyemezdi. Selam verdi ve
'Af edersiniz prensim.' demekle yetindi.
Samir gerçekten haddinden fazla sinirliydi. Derhal balonun indirilmesini istedi. Dev balona ağaçlar arasında yer bulunamayınca tahtı daha küçük bir balona konuldu, o balon aşağı indirildi ve böylece genç prens balonuna bindirildi. Samir'in bu derece sinirlendiğini gören siyasetten bihaber bir Mayikanlı 'Meğer bizi hiç sevmemiş, hep rol yapmış.' şeklinde düşünürken siyaseti az buçuk bilen bir Mayikanlının 'Amma rol yapıyor ha. Bizi korumak için nasıl da sinirli görünmeyi başarıyor.' diye düşüneceği kesindi. Oysa ki Samir ne önceden rol yapmıştı, ne de şimdi yapmaktaydı. Sadece tahtına oturmuş 'Meyira'yı bir daha ne zaman görürüm?' düşüncesiyle üzgün üzgün ufka bakmaktaydı.
Devam edecek...