Farag Samir -7
Tuzağı en rahat tuzak kurmak isteyene kurarsın.
Bir Malorya atasözü
Binbaşı Talut durdu. Ağaçlar gittikçe sıklaşıyor ve gecenin tam ortası olan bu zaman diliminde görmek gittikçe zorlaşıyordu. Zaten varmak istediği yere çok da yaklaşmışlardı. Arkasına döndü, 'Genç Kartallarım.' diye adlandırdığı genç askerlere şöyle bir baktı. Bunca yol yürümelerine rağmen her biri hazır ol vaziyetinde komutanlarına dönmüşlerdi. Elbette yorgundular ama iyi birer askerdiler. Faragalon imparatorluğu askerleri. Daha da önemlisi binbaşı Talut'un komutasındaydılar. O yüzden ölecek olsalar bile askerliklerinden taviz vermezlerdi. Talut sözü uzatmadı:
'Burada dinleniyoruz genç kartallarım. Siz beşiniz, ilk nöbet sizin. Siz beşiniz, ikinci nöbet. Siz beşiniz üçüncü nöbeti tutacaksınız. Kalan beş kişi şafakta keşfe çıkacak.'
Askerler beşi hariç civardaki ağaçlara dağıldılar. Kimi uygun bir dalda, kimi ağaç dibinde yattı. Çok yorgundular elbette. Bu yüzden başları yere değmeden uykuya geçmişlerdi bile. Talut bir ağacın yukarıdaki dallarından birine kondu. Meşhur Tasal kalesi karşısındaydı. Beş bin metre yüksekliğinde sarp bir kaya üzerine kurulmuş bin metre yüksekliğindeki kale dev meşalelerle aydınlatılmaktaydı.
Talut dürbününü çıkardı ve kaleye baktı. Doğrusu biraz heyecanlandı. Dört tarafında dev Yalon heykelleri bulunan dillere destan bu kale gerçekten şöhretini hak ediyordu. Faragalon ile aynı Tanrılara inanan Maloryalılar bu kalenin Yalon tarafından özel olarak korunduğuna ve bu yüzden bir başkaları tarafından asla fethedilemeyeceğine inanmaktaydılar. O tarihe kadar fethedebilen de olmamıştı. Yalnız şu da bir gerçekti. Daha önce hiç Faragalonlu askerler tarafından kuşatılmamıştı. Faragalonlular kendileriyle aynı dini inançları paylaşan hiçbir ülkeye bu zamana kadar saldırmamışlardı.
Maloryalılar iki yüz yıl öncesine kadar kıtanın batı sahillerini tamamen içine alan Vengoronya krallığı içerisinde yaşıyorlardı. Ayrı milletler olmalarına karşın aynı Tanrılara inanmaları sayesinde uzun süre bu böyle devam etti. Yalnız Maloryalıların yönetimde önemli makamlara gelmeleri her zaman için Vengerlere göre daha zor olmuştu. Bu noktadan başlayan rahatsızlık zamanla daha büyük rahatsızlıklara kapılar açmış ve sonunda kıtanın şahit olduğu en kanlı savaşlardan biri ile noktalanmıştı. Maloryalıların kazandığı bu savaş sonunda Maloryalılar Vengeronyanın güneyinde tüm krallık topraklarının dörtte birlik kısmını işgal eden topraklarda bağımsızlığını ilan etmiş ve bu topraklar üzerinde ayakta ne bir canlı Venger ne de bir Venger yapı bırakmıştı. Tüm Vengerler kılıçtan geçirilmiş ve tüm Venger yapıları yerle bir edilmişti. Sadece bir şeye dokunmamışlardı. Vengeronya ile oluşan sınırına en yakın kale olan meşhur Tasal kalesine dokunmak akıllarının ucundan bile geçmedi.
Vengerler iki yüz yıl boyunca coğrafi konumu itibariyle fethedilmesi çok zor olan Tasal kalesi üzerinde hep hak iddia etti, defalarca kuşattı ama başarılı olamadılar. Altı bin metre yüksekliğindeki kale burçlarına kadar uçan askeri vurmaya bile gerek kalmıyordu. Zaten yorgunluktan yere düşüyordu. Beş bin metre yüksekliğinde kayaya tırmanmak çok zordu, ayrıca yukarıdan gelen kızgın yağlar bu yolu deneyenleri tamamen etkisiz hale getiriyordu. Can havliyle yağdan kaçmak için kanat çırpmaya başladıkları an okçular tarafından avlanıyorlardı. Geriye tek çare kalıyordu, balonlar ve kuleler. Onlar da kale burçlarından uçan Maloryalı askerler tarafından zor da olsa etkisiz hale getirilebiliyordu.
Elbette bu sefer durum Maloryalılar için bu kadar kolay olmayacaktı. Vengeronya prensesi artık Faragalon kraliçesi olmuştu ve Faragın düğün hediyesi başka kıtalardaki insanlar tarafından bile çok rahat tahmin edilebilirdi. Tasal kalesini vaat etmişti Vengeronya'ya. Maloryalılar artık Venger askerleriyle savaşmayacaklardı. Faragalon ordusunda altı bin metre uçup savaşabilecek askerler mevcuttu, ayrıca ne kadar yağ dökülürse dökülsün eğitimli askerleri kayalıklara toplu halde tırmanır, ayrılmak gerekince ayrılır, geliştirdikleri kalkan savunma teknikleriyle gelecek oklara karşı kendilerini savunabilirlerdi. Vengerlerin getirdiği savaş balonlarının on katı kadar savaş balonu, kulelerin on katı kadar kule getirebilirlerdi. Gerekirse daha fazlasını da.
İşte binbaşı Talut ve yirmi askerinin de buraya gelmesinin sebebi buydu. Kaç balon ve kaç kule gerekecekti. Keşfe gelmişlerdi. Faragalon ordusu bir yere saldırmadan evvel mutlaka keşif için askerler gönderirdi. Bu sayede savaşın en az kayıpla nasıl kazanılabileceği hakkında daha sağlam plan yapabilmekteydiler. Ayrıca Tasal kalesinde az da olsa kaybetme gibi bir olasılık da söz konusuydu ki bu Faragalonlular için korkunç bir itibar kaybına sebebiyet verebilir ve başka kıtalardaki güçlü devletlerin cesaretlerini arttırabilirdi.
Bütün bunlar güzel olmasına güzeldi ama Talut için ortada çok önemli bir sorun vardı. Keşif bu zamana kadar hep saldırılacağı bilmeyen yerlere yapılmıştı. Faragalonlar saldıracakları yeri asla belli etmezlerdi. Bu yüzden keşfe gidenler genelde asker kılığında bile gitmezler, sivil kıyafetle halkın içine karışıp keşfi öyle yaparlardı. Hatta bu yüzden hangi kıyafeti giyerlerse giysinler boy postlarından asker oldukları hemen belli olacak askerler keşfe gönderilmezdi. Bu sefer ise durum çok farklıydı. Bu saldırıyı herkes biliyordu. Generaller de bu bilinilirliğin farkında olacaklar ki binbaşı Talut'a güvendiği yirmi askerini yanına alıp keşfe gitmesini emretmişlerdi. Talut'un gözlerinden itirazı okuyan bir general
'Talut bu işi yapmalısın, büyük bir orduyu tehlikeye atmak daha aptalca bir hareket olur.'
Bu cümleyi hatırlayınca gülümsedi Talut. Haklıydı general. Bu grubun hepsi ölse ne olurdu ki. Yirmi asker ve bir binbaşı kaybı koskoca Faragalon için önemli miydi ki? Yalnız Talut için durum farklıydı elbette. Kendisi çok önemli değildi onun için. Geride bırakacağı bir ailesi, çoluk çocuğu yoktu. Kurallar gereği general olana kadar evlenmesi yasaktı. Mantıklı bir kuraldı aslında, kaybedecek bir şeyi olmayan elbette daha cesur savaşırdı. General olacak kadar yaşlanmış birinin savaşta çok cesur davranmasına gerek yoktu sonuçta. Onun deneyiminden faydalanmak daha mantıklı olurdu. Yalnız bu kanunu koyanlar bir şeyi görememişlerdi: İnsan ailesiz olamıyordu, hanımı çoluk çocuğu olmayan vicdan sahibi bir komutan için askerleri bir aile oluyordu. Dolayısıyla her savaşa tüm ailesiyle gelmiş gibi oluyordu. Talut'u da şu an en çok genç kartallarına bir şey olması ihtimali korkutuyordu. Bu yüzden çok uzun bir coğrafyada uçmalarına izin vermemiş, ormanın içinde yürütmüştü gençleri. Çok ufak bir olasılıkla olsa da görülmelerinin ihtimal dahilinde olduğu hiçbir yerde uçmalarına izin vermemişti. Şu an dürbünle baktığı kalede gördüğü manzara ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu. Maloryalı askerler gecenin bu geç vaktinde burçların hizasından başlayarak aşağılara kadar kale ve kayalık etrafında geniş helezonlar çizerek nöbet tutuyorlardı. Kaleye uzak bölgelerde de askerler konuşlandırdıkları kesindi.
Aşağıda nöbet tutan askerlerine baktı. Ortada bir problem görünmüyordu. Biraz uyumanın iyi olacağına kanaat getirdi. O da hayli yorulmuştu. Başını ağaca yaslar yaslamaz uykuya daldı.
Şafak vakti keşfe giden beş askerden dördü öğle vaktinden biraz sonra geldiler. Güneşin batmasıyla beşinci askerden ümitlerini kestiler. İki ihtimal vardı: Ya ele geçirilmişti, ya da görüldüğünden dolayı başka bir istikamete kaçmıştı. Fark edildiğini anlayan hiçbir asker arkadaşlarının yanına dönmezdi. Talut ikincisinin olmasını diliyordu elbette. Her ihtimale karşı bir müddet daha beklemeye karar verdi. İyi ki de bekledi. Biraz sonra çıkageldi genç kartalı. Maloryalı asker kıyafetleriyle gelen arkadaşlarını tanımayan bazı askerler az kalsın öldürüyorlardı ama parola sormak gibi bir adet vardı. Nöbet bekleyen bir Maloryalı askeri öldürüp onun kıyafetine girmeyi başaran asker kalenin içine konmuş ve çoğunluğu asker olan halk içinde dolaşıp onları dinlemeyi başarmıştı. Çok da önemli bir bilgiye ulaşmıştı. Yirmi gün sonra kalede Şarap bayramı kutlanacaktı. Bu bilgi çok değerliydi elbette. Neredeyse tüm halkı sarhoş olan bir kaleyi fethetmek çok da zor olmayacaktı.
Talut askerin anlattıklarını dikkatle dinlerken gözü gökyüzüne şaşkın bakışlarla bakıp aralarında sessizce konuşan iki askere takıldı.
'Bir şey mi var asker?' diye sordu.
İki askerden biri parmağını gökyüzüne kaldırdı.
'Komutanım, şurada yıldızlar görünmüyor.'
Talut gösterilen noktaya baktı. Bir anda irkildi. Karanlık bir şey onlara doğru yaklaşıyordu.
'Herkes sussun, hiç kimse yerinden oynamasın.' diye emretti.
Askerler de durumu anlamışlardı. Sustular, endişeli bakışlarını ağaçların dallarına çevirdiler. Ufak tefek de olsa olağan olmayan hışırtılar duyuluyordu. Tuzağa düşmüşlerdi. Talut beklenen emri verdi:
'Şemsiye!'
Tüm askerler aynı anda kalkanlarını başlarının yukarısına kaldırdılar. Yukarıdan ağaç dallarından oklar yağmaya başlamıştı bile. Faragalonlu askerler Talut'un etrafında toplandılar. Yukarıya kalkmış kalkanlar bir şemsiye şeklini alınca aynı anda hızla yükselmeye başladılar. Talut uyardı
'Hızlı, çok hızlı, ağaç seviyesini geçince aşağıyı ve kale tarafını ört ve geri eğimli yüksel.'
Ağaç seviyesini geçen gruptan bazı askerler alt tarafı örtüp aşağıdan gelen oklara engel olmaya çalışırken, diğerleri yaklaşan karanlığa karşı siper aldılar. Geri doğru yükselerek nispeten de olsa her iki tehlikeden de uzaklaşmaya çalıştılar. Yaklaşan karanlık Maloryalı askerlerin siyah kalkanlarından başka bir şey değildi. Aşağıdan gelen boru sesini duyan Maloryalı askerlerin önlerindeki kalkan grubu yanlara açılınca arkadaki okçular ağaç seviyesini geçmiş Faragalonlu askerlere ok yağdırmaya başladılar. Faragalonlu askerlerin kalkanları üzerinde boş yer kalmadı denebilirdi. Hatta bazı oklar daha önce saplanmış oklara çarpıp düşüyordu.
Talut kahramanca direnen askerlerine moral vermeye çalıştı
'Kartallarım, biraz daha dayanın. Kahramanlarım benim.'
Moralin çok faydası olamayacaktı haliyle. Herkes durumun farkındaydı. Düşman yaklaşıyordu, biraz daha yaklaştıklarında ağaçlardaki Maloryalılar da alttan hücuma geçecekler ve Faragalonlu askerlerin artık hiçbir umudu kalmayacaktı. Kaçmaktan başka çare yoktu ama yağmur gibi gelen oklar buna izin vermiyordu. Toplu kaçış imkansızdı.
Talut beklenen emri verdi
'Çevre kaç.'
Çevre razı değildi. Aslında diğerleri de. Hep birlikte bağırdılar. Gidecek olanlar 'Komutanım siz de gelin.' derken kalacak olanlar 'Komutanım siz de gidin.' dediler. Talut kızdı
'Emri yerine getir asker. Çevre kaç.'
Grubun her taraftan en dışında yer alan kalkan sahibi askerler kaçmaya başladı. Diğerleri onları korumaya çalışsalar, kaçanlar zikzak çizmekten, burgulu uçuşa kadar her türlü taktiği deneseler de dört asker atılan okların hedefi olmuş ve yere düşmüşlerdi. Yine de bu taktik sayesinde altı asker kaçmayı başardı. Yalnız bu hengamede gelen oklardan bir tanesi Talut'un bacağını sıyırdı. Askerler:
'Komutan yaralandı, onu koruyun.' diye bağırmaya başladılar. Merkezden iki asker derhal Talut'u yanlarına alıp kaçmaya başladılar. Talut itiraz etmek istese de edemezdi. Ölmeye razıydı ama bu diğer askerlerin ölümüne razı olmak demekti. Hiçbir Faragalon askeri yaralı olan komutanını yalnız bırakamazdı. Bu olanaksız bir şeydi. Bu haliyle onlara yük olmaktan başka bir fonksiyonu da olamazdı. Kaçmaya razı oldu.
Kaçan on kişiyi korumak zordu ama ölüme razı olduktan sonra kaçan üç kişiyi korumak özel eğitimli sekiz Faragalon askeri için zor değildi. Bir müddet kalkanlarıyla siper oldular, sonra içlerinde biriken kini de bir nebze boşaltabilmek adına dördü kaleden gelenlere, dördü de ağaçlardan havalanıp kaçanları takibe geçenlere saldırdılar. Kesin olarak kaybedecekleri kılıç savaşında amaçları daha fazla kişi öldürmek ve daha fazla ayakta kalıp komutanlarının kaçmasını sağlamaktı sadece. Amaçlarına ulaştılar. Emniyetli bir mesafeye geldiğinden emin olan Talut geriye döndüğünde mehtaplı gecede kahraman kartallarının ölümlerini görünce göz yaşlarını tutamadı. Neden onlar da kaçmamışlardı ki, hiç değilse iki üç tanesi. Bu anlamsız sorunun cevabını en iyi o bilirdi aslında. Hangi üç tanesi arkadaşlarını bırakıp gidebilirlerdi ki. İşte komutan bu yüzden gerekiyordu. Rastgele üç kişi seçer ve onlara gitmelerini emrederdi. Onlar da gider ve belki sağ kalabilirlerdi. Ama bu haliyle olmazdı. Bu yaralı halde vereceği emri hiçbiri dinlemezdi.
Bu sırada Talut ile birlikte kaçan askerlerden biri kendi gömleğini yırttı ve Talut'un yarasını bağladı. Diğer asker yaranın sarılması bittiği an uyardı:
'Komutanım gitmemiz lazım.'
Haklıydı, gitmeleri gerekiyordu. Yaralandığını fark etmiş olabilirlerdi. Bu durumda kesinlikle peşlerine düşerlerdi. Talut gözleri yaşlı Faragalon topraklarına doğru uçmaya başladı. Peşlerinden gelen olmadı. Faragalon topraklarına girdikten bir müddet sonra Talut yorulmuştu. Yaralı ayakla uçmak zor oluyordu. Güzel bir havada düz uçuş bir Faragalon askeri için asla yorucu olamazdı. Saatlerce uçabilirdi. İki kez kanat çırptıktan sonra kendini esintiye bırakır ve metrelerce yol alabilirdi. Yalnız şu an durum farklıydı. Talut yaralıydı. Askerlere bir emir daha vermek gerekiyordu.
'Gençler siz yola devam edin. Ben dinlene dinlene gideceğim.'
Askerler itiraz ettiler.
'Komutanım sizi yalnız bırakmayalım. Birlikte dinlenelim, sonra birlikte gideriz.'
'Olmaz. Saray haber bekliyor. İkiniz de keşfe gittiniz, arkadaşlarınızı da dinlediniz. Acilen gidip onları bilgilendirmeniz lazım.'
Gençlerin gönlü razı değildi
'Birimiz kalıp, birimiz gidelim.'
'Gençler, beni daha fazla yormayın. Uçarken böyle bağıra bağıra konuşmak istemiyorum. Kendi topraklarımızdayız. Emrimi yerine getirin yeter.'
Askerler deneni yaptılar ve yollarına devam ettiler. Talut yavaşça alçalmaya başladı. Yüksekçe bir ağacın iki insanın yan yana sığabileceği genişlikteki bir dalına kondu, ayaklarını uzattı ve yorgun vücudunu uykunun kollarına bıraktı.
Devam edecek...