Funda İle Mine

Okulda ?...öğretmenler günü? kutlanacaktı. Kutlama komitesi başkanı ?hocam, en yaşlımız sizsiniz, siz de bir anınızı anlatın,? diye rica etti. Tamam dedim, ama ne anlatacaktım? Bir anıyı yaşamak başka, anlatmak ise daha başka idi. Şöyle beynimin arşivini bir tarayayım dedim; ta yirmi kusur yıl gerilerde, kendimce ilginç bir anım, iç dünyamı allak bullak ede ede gözlerimin önünden geçti gitti!

Öğretmenliğimin ilk yıllarıydı. Atandığım okulda en genç öğretmen bendim. Henüz stajyerliğim bile kalkmamıştı. Zaten öğretmenliği de tam olarak bildiğim iddia edilemezdi. Yaptığım tek şey, güle oynaya derslere girmek, çocuklarla dertleşmek, ?onlara milli eğitim temel kanunu? ile uyumlu, müfredat programı doğrultusunda bilgiler aktarmaktı.

Aslında çok eksiğim vardı, çok! Bunlar önemli miydi?

- Bakın çocuklar, bu bilgiler sizlere belli bir yerde, belli bir yere girebilmek için son derece gerekli. Sonra bunların hepsini unutmak zorundasınız. Yoksa yeni bilgiler beyninizde yer bulamayacaktır. Ama sakın unutmayın ki unutmamanız gerekenler de var. Bunlar da sizin anayasanız olmalı. İnsan sevgisi, aile sevgisi, vatan sevgisi, büyüklere saygı, dürüstlük, güvenilirlik gibi.

Ben konuştukça koca sınıfta çıt çıkmıyordu. Galiba öğretmen olmaya başladım, diyordum.

Asya bozkırlarında yuğ töreni yaparak, Anadolu yaylasında Karacaoğlan ve Emrah ile coşarak, Yahya Kemal'le bir hayalin peşinden koşarak günler geçip gidiyordu. Artık işin en zevkli yanına gelmişti sıra. Her yeni öğretmenin kendini göstereceği, öğrencilerin o minicik kalplerinin tıp tıp attığı yazılı sınavlara.

Dersin tam ortasında kürsüye geçip sınıf defterini karıştırırken, tok bir sesle ?başkan,? dedim.

-Efendim.
-Salı günü sınavınız var mı?
-Yok öğretmenim.
-Şimdi oldu işte.

Birden koca dersliği ahlar, vahlar kaplamıştı. Herkesin gözlerinde bir merak, bir endişe...

-Nereye kadar sorumluyuz öğretmenim?
-Halk edebiyatının sonuna kadar.
-Kaç soru sorarsınız?
-Beş ya da yedi...

İkinci kattaki öğretmenler odası mükemmel bir manzaraya sahipti. Siz bakışlarınızı Bebek, ya da Tarabya'ya kadar uzatırken Boğazdaki o enfes manzarada ayrıntılar sürekli değişiyordu. Şilepler, vapurlar, tankerler, yolcu motorları, sandallar... Hepsi de Boğazın eşi benzeri olmayan güzelliğine bir nebze de olsa katkıda bulunabilmek için çırpınıp duruyorlardı mavi suyun üzerinde.

Hani imkan olsa da bakanlık bütün okulları Paşabahçe sırtlarına kursa, bütün öğretmenler teneffüslerde boğazı seyretseler. Bütün izimlerden sıyrılıp azizimlere gelseler. Her teneffüs hükümet kurup, hükümet yıkmak sevdasından vazgeçseler,diyordum ...

Bütün sınıf heyecan içindeydi. Hatta içlerinde titreyenler bile vardı.

-Başkan !
-Efendim, öğretmenim.
-Soruları dağıtabilirsin.
-Peki, öğretmenim.
-Sağdakiler sağa, soldakiler sola dönüyor. Başarılar çocuklar...

Lojmanın bahçesinde sınav kağıtlarını okuyorum. Çimenlerin üzerinde tomar tomar kağıtlar. Tomar tomar emek, tomar tomar gelecek.

Yoldan Tarzan Mustafa sesleniyor:

-Çakal'ın kahvedeyiz hocam.
-Siz gidin, ben çalışıyorum.

Soru soru, mısra mısra, gıdım gıdım okuma. Ne demiş? Ne demeliydi? Buradan ne verilebilir? Nihayet sınıfın birini bitirmiştim. Koca sınıfta iki tane on alan çıkmıştı. Onlar da dokuz buçuktan on. Funda ile Mine'nin kağıdı. Aynı soruda, aynı yerde aynı hata! Sınıftaki sıralar gözümün önüne diziliverdi. Kürsünün dibinde tertemiz yüzlü iki hanım hanımcık kızımız, Funda ile Mine. Aynı sıra, aynı sorular; aynı yerde aynı hata, aynı not!..

Sabahın ilk dersiydi. İsteksiz atılan adımlarım dersliğin kapısına yaklaştıkça canlanmaya başladı. Kapıyı açmamla birlikte bütün sınıf ayağa fırladı.

-Günaydın çocuklar.
-Günaydın öğretmenim.
-Nasılsınız?
-Sağol.

Kürsüde oturmuş elimdeki kalemle oynuyorum. Funda ile Mine'nin meraklı gözleri üzerimde.

-İslamiyeti kabul eden Türkler, Araplardan dini alırken yavaş yavaş kültürlerini de almaya başlamışlar. Koşmaların yanında gazeller; halk hikayelerinin yanında kasideler, mesneviler gibi yeni türler, yeni konular ve yeni bir ifade tarzı girmiş edebiyatımıza. Şimdi bu edebiyattan bahsedeceğiz. Yani divan edebiyatından.

Meraklı bir parmak sürekli havadaydı.

-Buyur evladım.
-Yazılılarımızı okudunuz mu öğretmenim?
-Evet yavrum.

Birden sınıf korosu sahne alıyor.

-Okur musunuz öğretmenim?
-N'olur öğretmenim!

Her nottan sonra bir ah vah; bir üzüntü dalgası; sevinçle aydınlanan yüzler...

-Funda, dokuz buçuktan on.
-Mine, dokuz buçuktan on. Tebrikler çocuklar.

Kantinde masa tenisi oynuyorduk. Öğrencilerin tezahüratı epey gaza getiriyordu bizi. Masanın etrafında keklik gibi sekiyorduk. Hani zil çalmasa, günlerce hatta aylarca oynayacak kadar gazlamış bizi çocuklar! Nefes nefese dersliğin yolunu tutuyoruz...

-Çocuklar, bu ikinci sınavımız. Artık bir birimize alıştık. Bu sınav daha ciddi olacak. Mine sen yerinde kal. Funda sen arkaya geçiyorsun.

Mine ilk sırada, Funda onun çaprazındaki en arka sırada sınavı bitirdik...

Yine lojmanın bahçesine oturdum. Yine çimenlerin üzerinde kağıt tomarları. Yine yazılı okuyorum. Yine iki tane dokuz buçuktan on. Yine Mine. Yine Funda! Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Olacak şey miydi bu? Biri ilk sırada, diğeri son sırada; ama kağıtlar bir birinin aynı!..

Elimde not defteri, sınıf ayakta.

-Günaydın çocuklar.
-Günaydın öğretmenim.
-Oturun çocuklar.

Gözler merak içinde.

-Ali, beş; Fatma, yedi; Ufuk yedi...

Ahlar vahlar, sevinç çığlıkları ve hayal kırıkları bir birini kovalıyordu.

-Suat, yedi; Sıdıka, beş; Mert, sekiz; Şafak, üç; Funda, dokuz buçuktan on; Mine, dokuz buçuktan on.

Funda ile Mine'nin yüzünde güller açıyordu sanki. Tatlı bir sevinç her ikisinin sararmış benizlerini adeta pembenin en güzel tonlarıyla boyuyordu. Kızlarımın ruh güzelliği yüzlerini tamamen kaplıyordu.

- Çocuklar, diyorum; fakat sesim sanki emanet alınmış gibi! Ben Funda ile Mine'den özür diliyorum. Onları ikinci sınavda ayırırken güvensizliğimi de belirtmiş oldum. Oysaki onlar asla unutmamamız gerekenleri çoktan beyinlerine kazımışlar bile.
- Hayır öğretmenim. Siz daha yenisiniz, bütün öğretmenlerimiz aynı şekilde düşünüp sizin yaptığınızı yaptılar. Biz alışığız buna.

O dersi zor bitirdim. Zil bir türlü çalmadı...

Bir yıl sonra askere alındım.

Çakı gibi bir asteğmendim artık. Öğretmenim sözcüğü yerini komutanıma bırakmıştı.

-Merhaba asker!
-Sağ ol!
-Nasılsınız?
-Sağ ol!
- İkinci bölük emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım.

Kolay değildi on sekiz ay o elbiselerin içinde olmak. Öğretmenliği unutmağa başlamıştım. Fakat o iki kızımı bir türlü unutamıyordum. Funda ile Mine!..

Terhis olduğumda önce okula uğradım. Müdür bey yokmuş. Berrin hanıma Funda ile Mine'yi sordum.

- Ha, onlar mı? Onlar iki ayrı yerde sınavlara girdiler; ama aynı puanı tutturdular. Şimdi her ikisi de tıp fakültesinde okuyor.
Sevinçten çıldıracak gibi oldum. Bu ne mutluluktu Allah'ım. Bir öğretmen için bu ne saadetti! Okul bana dar gelmeye başlamıştı. Hatta İstanbul küçüldü küçüldü gözlerimin önünde, sanki avucumun içine girdi. Bebek, Tarabya, Boğaz avucumun içindeydi. Gemiler, kotralar, sandallar, şilepler avucumun içinden geçiyordu. Sanki kotranın içinde Funda ile Mine bana el sallıyorlardı. Ne kadar mutluydum! Yanaklarımdaki ıslaklığı elimin tersiyle sile sile Beykoz'a doğru yürüdüm!..

Elimde mikrofon, bilmem kaç dakikadır konuşuyordum. Ama bütün bakışlar üzerimde, herkes sözün nerede biteceğini merak ediyordu sanki.

- Hayat yaşanmışlarla güzel. Zaman şansımız bizim. Kullanmak için Allah tarafından bizlere bahşedilen. Ben yaşadım mutlu oldum. Derler ki, zamanla her şey unutulur. Hadi unutun bakalım. Böyle iki pırlantayı unutun da göreyim.

Elim gayr-ı ihtiyari yüzüme gitti .Elimin tersinin ıslandığını hissettim. Fark eden oldu mu acaba diye dinleyicilerime baktığımda, onların da ellerindeki mendillerle gözyaşlarını kurulaması son gayretlerimin tükenmesine yetti. Mikrofonu yavaşça kürsüye bıraktığımda hiç dinmeyeceğini sandığım bir alkış tufanı salonu defalarca dolaştı. Aslında bu alkışlar sizin içindi benim canım kızlarım. Sizin içindi.

31.05.2007 Eskişehir

24 Aralık 2008 7-8 dakika 10 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 15 yıl önce

    Funda ile Mine 'nin öyküsünü okurken geri planda sizin öğretmenliğinizin ilk günlerini....asteğmenliğinizi....paşabahçedeki nefis manzarası olan okulunuzu...lojmanın bahçesindeki çimenlerde kağıt okumanızı...hepsini gözümde canlandırabildim...çok güzel bir anlatımdı...tebriklerim yürekten !

    mine ve fundanın tıp fakültesini kazanmalarına bende sizin kadar sevindim :))))