Galata Kulesi Ve Postacı Martılar

Kule her akşamki gibi yüreğini dolduran ziyaretçilerle dopdoluydu. Onu ziyarete gelenler bir iki bardak çay içip biraz da oradan buradan sohbet edip yüksekten İstanbul' u izlemenin keyfiyle evlerine dönüyordu. Gece olduğunda Galata Kulesi zihnini dalgalandıran bu uzun sohbetleri süzgeçten geçirip uykuya dalıyordu. Kendisine akran diğer kulelere bakıp iç geçiriyordu. Onun da yüreğinin terası olmalıydı diye düşünüyordu, beraber çay içip İstanbul' un eski sokaklarında şehrin tozunu attıracakları, birlikte Adalar' ı dolaşacakları, gök kubbeye benzeyen yüreklerinden İstanbul' u seyredecekleri...
Kız kulesi bir sabah denizin dalgaları içinde iki satırlık bir mektup yazıp postacı martılara verdi. Galata Kulesi karışık duygular içindeydi. Kız kulesi ile bir geleceği olmayacağını o da biliyordu ama mektubu okumaya da cesaret edemiyordu. Büyük martı, ben okurum dedi ve mektubu açtı. Kız Kulesi - Beklediğin o kız ben değilim. Dalgaların içinde artık taştan bir iskeletim ben. Diyordu. Martı, sadece iki satırdan ibaret mektubu okurken boğazına kemik batmış gibi yutkunmakta güçlük çekti. Galata Kulesi ise sessizdi. Sadece derin derin uzaklara daldı. Boyu boyuma denkti oysa diyebildi sonra sadece, kendisinin duyacağı bir sesle. Sevmenin cesaret ve yürek boyuyla ilgili olduğunu ise sonra anlayacaktı belki. Bu kısmını zaman gösterecekti. Martılar duygulandılar istemsiz.
Biraz sonra denize doğru uçup hemen geri döndüler. Vapurdaki yolculardan kaptıkları simitleri alıp gelmişlerdi. Çaylar senden dediler Galata Kulesi'ne. O sabah çay ve simitle geçiştirilen, biraz hüzünlü biraz sevinçli bir İstanbul sabahı yaşandı. Bir daha Kız Kulesi hakkında kimse konuşmadı. Tabii dışarıdan gelen ziyaretçiler hariç. Onlar hep bu efsaneyi anlatıp durdular. Kavuşulamayan bütün hikayeler değerliydi ve tatlı bir sona bağlanmalıydı onlara göre. Gece olup bütün yapay ışıklar söndüğünde ve İstanbul düşlere büründüğünde o sessizlikte sadece yıldızların parıltısı görülüyor, baykuşların ötüşü ve köpeklerin havlamaları duyuluyordu yer yer.
Parke sokakta eski bir dükkan ve üstünde de eski bir ev vardı yıkılmak üzere olan. Yine kullanılmayan bir gaz lambası asılıydı evin balkonunda, örümcek ağları içinde, gaz yağı tükenmiş bir lambaydı bu. Gece bu lambanın içinden hafif bir ışık yayılıyordu. Kimsenin ne olduğuna bir türlü anlam veremediği bu eski lambanın içindeki ışık oraya hasbelkader düşmüş bir ateş böceğiydi. Bir gece büyük bir fırtına oldu İstanbul' da. Gaz lambası asılı olduğu yerden düşüverdi yere. Ateş böceği günlerce aç ve susuz mahpus kaldığı lambadan cam kırıklarıyla çıkıverdi o gece.
Galata Kulesi aynı görkemiyle dimdik ayaktaydı. Sadece gece olunca yıldızların eşlik ettiği yalnızlığı onu derin hayallere sürüklüyordu bazen. Ateş böceği bu yeni özgürlüğünü ilkin biraz yadırgadıysa da ilk işi etrafı dolaşmaya çıkmak oldu. Beyoğlu sokaklarını özlemişti. Parkelerini ve taştan evlerini hatta hatta birbirlerini tanımasalar da Galata Kulesi'nin üstünde dolaşmayı özlemişti. Devam edecek.
https://www.youtube.com/watch?v=vZSYPpsBOL0&list=